Georges Bataille, (1897, Billom 1962, Paris). Yirminci yüzyılın meşhur Fransız yazar, edebiyatçı, düşünür ve araştırmacısıdır.​
"Ben yeryüzüne gelmiş geçmiş en iki yüzlü düşünürüm" diyen Bataille üzerine aldatıcı olmayan bir açıklama vermemek zordur. Onun üzerine ne söylersek söyleyelim, onun kendisine özgü bir anlatım tarzıyla bunlara aldırmadığını, bunların tersinin de doğru oIabileceğini, belki de öne sürdüklerinden vazgeçebileceğini anlarız. Her an yazısı kayar, ellerimizin arasından sıyrılıp gider. Benzetmeler, argo, dinî bir hava biribirinin ardından gelir ve düşünceyi yakalamakta zorluk çekeriz. Sözgelişi, Din Kuramı adlı incelemesinin daha en başında şöyle bir açıklamada bulunur: "Bu kuram sona erdirilmiş bir çalışmanın ne olabileceğinin taslağını çizer: Kesin bir durum aramadan sürekli kıpırdayan bir düşünceyi dile getirmeyi denedim." İşte bu kıpır kıpırlık, Bataille'a hem bir özgürlük, dur durak bilmezlik içerisinde sürekli bir gidiş geliş, hem de tam olarak ne söylediğini anlamakta bir güçlük, bir ikililik hatta bir çelişki sağlar.​
Yine de kendisinin Eric Weil'dan ödünç aldığı bir düşünceye başvurursak, insan konuştukça, söylem boyutuna geçtikçe, şiddetten vazgeçiyor, bir anlaşılma-anlama-anlaşma sürecine giriyor demektir. Onu herhalde ve ancak bu düşünceye dayanarak, inceleme çabasına girişmek doğru olur.​
Önce bu ikiyüzlülük deyimi üzerinde duralım: Batı dillerindeki karşılığı hipokrit olan ikiyüzlülüğün aynı zamanda kriz ve hipo sözlerinden oluştuğunu ve dolayısıyla, kriz altında anlamına da geldiğini anımsayalım. Hipokrit eski Yunan'da "oyuncu" da demektir, çünkü oyuncular sanki bir kriz yaşıyormuşçasına, başka bir kimlik alarak başkasının maskesiyle konuşurlar. Bu anlamda maskelerini çoğaltarak, kendini değişik kimliklerle tanıtan Bataille her şeyden önce bir oyuncudur. İkiyüzlülüğü, işte bu anlamda almalıyız. Buna ödünç düşünceler almayı da katmak mümkündür. Bataille, adı az önce anılan büyük Hegel uzmanı Eric Weil dışında, birçok düşünceyi de başkalarından aldığını gizlemez. Birçok rolü, felsefeciyi, şairi, romancıyı, iktisatçıyı, sosyologu oynar, ama aynı zamanda bu rollerden sıkıldığında da, onların foyalarını ortaya çıkarmaktan, hiçbirinde duraklanamayacağını göstermekten de geri kalmaz. Ödünç alman yeni bir tutumun, yeni bir anlayışın içerisinde erir.​
İkinci olarak bütün bu karışık oyunlar içerisinde bir iki temel uğrak, sürekli gündeme gelen önemli takıntılar, bir iki altı çizilen karşıtlık ve en önemlisi de bir iki zincirleme kavram bulabiliriz. Bataille'ın anlaşılması için gerekli olan, olmazsa olmaz özel adlan verebiliriz. Hegel'i oynarken, yani ödünç düşünceler alman maskesi altına sığınılan kişi Hegel olunca, Bataille onu ciddiye alır ve Hegel'den yola çıkarak (Philippe Sollers'in deyimiyle "Hegel'in şeytanı olmak isteyerek") Hegel'le birlikte yeniden bir düşünce çabasına girişir. Hegel deyince elbette işin içine çelişkileri benimseme, diyalektik, toplumu bütün olarak inceleme arzusu, tarihin tüketilmesi ya da tükenmesi, efendi köle ilişkileri de girer.​
Nietzsche, bu oyunda onun kendine seçtiği bir masa arkadaşı, bir eşlikçidir. Batıdan değişik bir düşünce arzusu onunla başlamıştır. O da kutsanacaktır. Ayrıca Nietzsche Hegel'e karşı çıkmış biridir ve Hegel'den usanıldığında, Hegel'in akılcılığı tutarlılık peşinde koşuşu çekiciliğini kaybettiğinde, Bataille Nietzsche'ye başvuracaktır.​
Heidegger, ("onun yapıtı alkoldür") yirminci yüzyılda Batıya yeni bir yön vermeye çalışan bir düşünür olarak selamlanacaktır. Onun varlık üzerine ısrarla durması, varlık sorunun irdelenişinden yola çıkarak klâsik Batı felsefesinin zamanı derinlemesine anlayamadığı savını öne sürmesi, Bataille için önemlidir, çünkü o da klâsik Batı felsefesinden kopmak, artık metafizik yapmamak ve felsefe yerine "düşünce" sözcüğünü yerleştirerek, kökten değişiklikler gerçekleştirmek istemektedir.​
Blanchot ("Bilgelik yolunda Blanchot kadar ileri giden birini tanımıyorum"), oyunun oyun olarak oynanmadığı, bir tür itirafa dönüştüğü tek addır. Sanki o söz konusu olduğunda "Oyun bitti" deniyor ve asil söz konusu olan bir sahiciliğe dönülüyordur.​
Hayatı ve Eserleri
Bataille'ın doğduğu yer, Fransa'da küçücük bir köydür. Hem kör hem de kötürüm babasının kahrını çekemeyen annesi, Birinci Dünya Savaşı başlayınca, bu köyü ve babayı terketmiş, oğluyla birlikte tekrar döndüklerinde, bu babanın öldüğünü öğrenmişlerdir. "Oedipus kompleksini tam yaşayamadım. Kendimi kör edemezdim, çünkü küfürbaz babam kördü" diyecek olan Bataille, büyük şehre geldiklerinde bir yandan okuyacak, bir yandan hiçbir şey yapmadan krizlere girdiği içki sefahat âlemlerine yer verdiği dönemlerden geçecektir. Bir iki psikanaliz seansı geçirdikten sonra, yazmaya başlar. Bu arada dinî inançlarını kaybeder ve kendini komünizme verir. Kütüphaneci olur, Hegel konusunda Kojeve'in derslerine gider. Gerçeküstücüleri küçümser ve onlara karşı alternatif hareketler oluşturur; Sosyoloji Koleji'ni kurmak, Akefal (kafasız) dergilerini çıkarmak gibi denemeler içinde olur.​
Yahudi asıllı sinema oyuncusu Sylvia Bataille'la evlenir'. Yapıtları çok yönlü ama yadırgatıcıdır. Edebiyat alanında ortaya koyduğu anlatılar fazlasıyla açık saçık, felsefe denemeleri "tutarlılıktan duyulan usançtan sonra" yazılmış şeylerdir. Şiirlerini üretirken, bir yandan da "şiirden nefret" duyduğunu açıklar. Ekonomi, sosyoloji gibi alanlarda da yazan Bataille, bir gün Blanchot ile tanışır. Karısından ayrılır. Sonra evlendiği ve aşırılıklarını paylaşan ikinci karısı Laure öldükten sonra, Sartre'ın deyimiyle "teselli edilemez" bir dul olarak kütüphaneciliğini sürdürür. Jean Piel'le birlikte Eleştiri dergisini kurar. Bu sefer Sartre'ın Les Temps modernes dergisini aşmak istemektedir.​
Biraz ihmal edildiğini düşündüğü sıralarda, Olduğu Gibi dergisinin Philippe Sollers'in çevresinde toplanan genç yazarları, ona sahip çıkar. Son makale ve denemelerini orada yayınlar. Öldükten sonra ise Gallimard yayınlarında, Michel Foucault'nun önsözüyle 14 ciltlik bütün yapıtları çıkar. Roman, şiir, deneme, anlatı, makale, bilimsel inceleme, felsefe, antropoloji yazıları ve incelemeler içeren bu yapıtlar çok yönlü, ama belirli bir anlatım tarzının birlik sağladığı, saplantılı ama bu saplantıları sergilemekten, ayrıca irdelemekten korkmayan bir yazarı bize bütün yönleriyle sunmaktadır.​
Düşüncesinin Temel Kavramları
Deneyim: Bataille'ın düşüncesinin belli başlı halkaları, deneyim, parçalanma, çelişki, harcama, kötülük gibi kavramlardan oluşur. "Deneyimin yöntemi, otoritesi, karşı gelmeye götürür" diye yazan Bataille, empirisist felsefenin ana kavramı olan deneyimi temel olarak alır kendisine. Ama empirisistlerde genellikle çıplak olarak algılandığı varsayılan bir gerçeğin onaylanmasına götüren bu kavram, Bataille'da insan bilincinin gerçeğin kendisini hep imkânsızlıklar içerisinde yaşamasının, süreksizliğin, dolu doluluğun aldatıcılığının göstergesi olur. Bu imkânsızlığı benimsetmeye yarar. Deneyimin alanını da genişleten Bataille'da, sadece beş duyuyla algılanan gerçek değil, arzunun gerçekliği de deneyimin alanına girer. Fantazm (arzuya dayalı senaryo), fasma (hayalet), phainesthai (belirmek) ile Yunancada aynı köktendir. Hayal olarak ele alınan özellikler "fiksiyonlar", yani hayalgücünün uydurmaları da, onun için deneyimdir. Latince fiksiyon fin ger e fiilinden türeyip, Yunancadaki plnstein gibi yoğurmak, hem hamur yoğurmak hem de biçim vermek, oluşturmak anlamına gelir. Deneyim aynı zamanda yoğurma, hayallerini serbest bırakma anlamına gelir ve arzuların gerçekleşmeyecek de olsalar dökümünü yapmakta yatar.​
Bu tür deneyimlere din, yani en somut olarak, dualar, yakarmalar, Tanrı'dan korkmalar da girer. İç Deneyim adlı Hıristiyanlıktan ödünç aldığı bir tür düşünme sürecini kitaplarından birinin başlığı yaparak, bu konuda derinleşmeye çalışır.​
Yirminci yüzyılın başındaki birçok düşünürde, örneğin Bergson'da, Husserl'de bir doluluk, bir süreklilik varken (Bilinci sonradan doldurulacak bir boşluk olarak gören Husserl'i bu boşluğun doldurulma süreci ilgilendirmekteydi), Bataille gerçeği süreksiz, kopuk, bölük pörçük ve hiçbir sembolleştirmeye giremeyecek özelliğiyle görür. Gerçek birden beklenmedik özellikleriyle, bir olayın çarpıcılığıyla karşılaştığımızdır.​
Ama Bataille'ın yazdıklarını felsefe açısından el alan bütün yorumcuların da gösterdiği gibi, onun yazdıkları ancak Hegel'le karşılaştırıldığı zaman anlam kazanır. Bataille Hegel'i ciddiye almış, onun felsefesinin Batıda Fransız Devrimi'nden sonra ya da parallel olarak geliştirilen felsefelerin en derini olduğunu düşünmüştür. Bu yüzden Hegel felsefesinin birtakım ayrıntılarını tartışmaktan kaçınır. Bu felsefeyi bir bütün olarak ele alır ve Marksizmin de bütünüyle Hegel doğrultusunda geliştirilmiş bir felsefe olduğunu kabullenir. Hegel'in felsefesinin öncesinde değil sonuna kadar götürülüp benimsendiğinde ortaya çıkacak birtakım sorunları Bataille, gündeme getirir.​
Deneyim kavramı da bunlardan biridir. Hegel deneyim konusunda şöyle yazmıştı: "Deneyim bilincin sırtında oluşur." Bilinç, deneyimlediğini sonradan anlar ve dağarcığına katar. Yaşadığı an önündeki gerçeği algılamakla yetindiği için, bunun tersinin de olasılıklar içinde olduğunu anlamaz. "Hegel için", diye yazar Bataille, "hemen şimdi olan kötüdür ve benim deneyim adını verdiğime hiç kuşkusuz Hegel hemen şimdi olarak bakar ve onu beğenmezdi." Onun Hegel'den ayrılışı, burada hemen görülebilir. Mutlak bilgiye getiren yolda Hegel "an"ı yoksayar ya da onu aştığını iddia eder; oysa deneyime geri dönen Bataille bu hemen olanı, aracısız karşılaşmayı yeniden değerlendirme aşamasına girer.​
Hegel deneyim konusunda Phenomeno· logie de l'esprit'de şöyle yazıyordu: "Bilincin kendi üzerine uyguladığı, nesnesine olsun bilgisine olsun yaydığı bu diyalektik hareket, yeni nesnenin kendisi için fışkırdığı ölçüde, deneyim adını alır." Ona göre, bilince nesnenin belirdiği "an"la yeni bir nesnenin bilincin kendi üzerine dönmesiyle oluşması birbirinden ayrılır. Hegel "durum şöyle ortaya çıkar", diye sürdürür, "bilince önceleri bir nesne olarak beliren şey bilinçte sadece bu nesnenin bir bilgisine indirgenince, kendiliğinde olan, kendiliğindenin bilinç için kendi içine dönüşür, o zaman bilinç için yeni bir tutum ortaya çıkar; ve bu yeni tutum bir öncekinden öz olarak ayrılır." Nesnenin birdenbire ortaya çıktığı bir ilk an, bilincin deneyimde kendini gerçekleştirmesiyle, bunun da bilincin kendinin tersine dönmesiyle bilgiye dönüşür. Bu yüzden de bu dönüşüm bilincin "sırtında" oluşur. Bir sözcük oyunuyla söyleyecek olursak, bilinç sırtından vurularak, kendini deneyime atar.​
Ama burada Hegel'in gerçek varsaydığı bir durum vardır; o da deneyimin içerisinde bilinci yoklayan bir anın bulunduğudur. Bu durum bilinci şimdiden "hemen"den uzaklaştırmakta, onun deneyimlerini yapmasını bilgiye ulaşmasını sağlamaktadır. Bataille, işte bu noktada itiraz eder. Bu atılan, yoksayılan an aslında önemli bir andır. Önemliliği de boşluğu içermesinden, olumsuz olmasından, ama Hegel'in görmediği bir özelliğe de yer vererek kullanılmaz olmasından, kısacası harcanmasından kaynaklanmasıdır.​
Harcama: Harcama deneyimle, içdeneyimle özdeşleştirildikçe, Bataille için gitgide en önemli inceleme konusu olacaktır. Ekonomiyle ilgili incelemelerinde Bataille burjuva sınıfının hep biriktirmeye dayalı bir ekonomi geliştirdiğini, oysa önemli olanın bu harcama düşüncesi olduğunun altını çizer: İşte bu harcama kavramını Bataille o zamanki Fransız sosyolojisinden de yararlanarak anahtar bir kavrama dönüştürür. (Gerek Eskimolar üzerine yaptığı çalışmalarda, gerekse Verme Üzerine Deneme adlı 20. yüzyılın sosyolojisinin ana metinlerinden birini oluşturan araştırmasında, Marcel Mauss harcama kavramını da incelemiştir.)​
Harcama her şeyden önce ekonomik bir kavramdır. Klâsik ekonomi sadece biriktirme, çalışma gibi kavramların çevresinde oluşmuştur. Oysa insanın en önemli özelliklerinden biri, eline geçeni elinden çıkardığı andır. İnsan önüne geleni saklamaya değil, yok etmeye, tahrip etmeye, harcamaya yönelik bir yaratıktır. Bu arada her ne kadar Marx'ta bu kavram yoksa da, Bataille onu Marxçı açıdan değerlendirmek ister. Burjuva sınıfı harcamadan çok biriktirmeye, yığmaya önem verir, oysa halk sınıfları, işçiler tutuculuk değil, harcama peşindedirler.​
Bataille bu harcama özelliğini sadece ekonomide değil aynı zamanda evrende görmek ister. Bu yüzden bir tür fizik felsefesi geliştirir. Evren Ölçüsünde Ekonomi adını verdiği ve sonradan ana temasını geliştirerek Lanetli Yan Genel Ekonomi Denemesi'adh temel incelemesine müsvedde oluşturan ön çalışmasında Georges Bataille şöyle yazar: "Zenginlik özünde enerjidir: Üretimin genel amacı ve temeli, enerjidir. Tarlalarda yetiştirdiğimiz bitkiler ve hayvanlar, ziraate dayalı bir çalışmanın elle tutulur kıldığı enerji toplamlarıdır. Kendi çalışmalarımızda harcadığımız enerjiyi elde etmek için bu hayvan ve bitkileri tüketip onlardan yararlanırız."​
Enerji konusunda bu bilgileri verdikten sonra Georges Bataille, x ışınları laboratuvannda çalışan fizikçi Georges Ambrosino'nun dikkatini çeken bir özelliğin altını çizer: Canlı madde için enerji hep fazlalık oluşturur. Güneşin fazla ışık vermesine karşı gelecek bir güç yoktur. "Üretilen eneği toplamı üretim için gerekli enerjiden her zaman fazladır. Yaşamın temel ilkesi budur. ... Yararlanılarak harcanılan miktarlar, yaşamın güneş enerjisini ele geçirmesini sağlar ve bu enerji de canlı dünyanın aşırılıklarını rahatlıkla tedarik eder."​
Deniz ve karadaki bitkilerin yeşil kısımları, güneşin ışık enerjisinin önemli bir kısmını kullanırlar. Bu yol aracılığıyla ışık-güneş bizi üretir, bizi canlandırır ve aşırılıklarımızı dogurur. Bu aşırılık, bu canlandırma o ışığın etkileridir. (Temelinde bizler güneşin bir etkisinden başka bir şey değiliz.)​
Pratikte zenginlik açısından güneşin ışın vermesi tek yanlı bir özellik sergiler: "Hesaplamadan, karşılık vermeden kendini kaybederek verir. Güneş ekonomisi bu ilkeye bağlıdır. Genellikle bizim toprağa bağlı kaba ekonomimize bakarak soyutlama yaparsak tek yanlı kalmış oluruz. Aslında bu toprak ekonomisi, kendisini doğuran ve ona egemen olan güneş ekonomisinin sonucudur."​
Bu fizik verileri kendine özgü bir biçimde yorumlayan Bataille'ya göre içimizde bulunan bu güneş ışınını yeniden bulmalıyız. Tıpkı güneş gibi, hesapsızca, nedensizce, kendimizi kaybedip harcamalıyız. Canlılığı oluşturan bu sistem, akıldışıdır. "Cinsel etkinlik enerjinin kemikleşmesini en azından şimşek kadar kısa süren bir anda önler ve güneşin hareketini sürdürür. Bu alanda insan öznelliği genel ekonominin verilerine uyan bilgiler sağlamaktadır. Ama anında atılımla bunun sonuçları arasında bir çelişki bulunmaktadır. İnsan türünün çoğalmasını sağlayan türeme büyük bir özenle benimsenmekte, oysa anında enerji tüketimi sağlayan cinsellik lanetlenmektedir."​
Kısacası, harcamada insan önceden belirlenmiş bir süreci doldurmaya değil, kendini sorgulamaya gider. Harcama aracılığıyla insanda beklenmedik bir cömertlik, bir kendini veriş, kendinden geçiş ortaya çıkar. Bumin üzerinde, şimdiye kadar, felsefe de ekonomi bilimi de durmamıştır. Oysa halkın yaşayışına bakarsak, bu harcamanın her yerde belirleyici olduğunu görürüz. Harcayarak insan hayvanın tek yanlılığından kurtulur. Kendini feda eder.​
Kurban: Harcamaya bağlı olarak geliştirilen kurban, feda olan kişi ya da hayvan kavramı olarak çıkar ortaya. Bu yeni kavram ya da daha doğrusu bu yeni konu iki düzeyde bir karışıklık getirir: Birincisi, kurbandan yola çıkarak, Bataille bir din kuramı geliştirmeye çalışır. İkincisi, hayvan oluşumlarından yola çıkarak, hayvansılık benimsenmeye, insan açısından bir önceki dönem olan hayvansı dönem yeniden edebiyat konusu olmaya başlar. Bu hayvansılık da, burada aynı zamanda insan için bir geri dönüş yaşandığından kendisiyle beraber kötülük sorununu getirir.​
Bu iki sorun aslında Hegel tarafından Fenomenoloji'de ele alınmıştır. Din, mutlak bilgiden bir önceki bölümde, bilincin kendini duygular aracılığıyla mutlak olarak konuşlandırmaya, mutlaktan kendisini ayırmamaya çalıştığı andır. aynı zamanda mutlak açısından bu sorunun ortaya çıkması, vahiy sorunu olarak gündeme gelir. Hıristiyanlıkta bu kendini dünyaya getirip gösterme uç düzeyde somutlaşır.​
Hayvan oluşumuyla ise, daha önceden bilincin akıllı hayvan olarak kaldığı bölümde, kendini şeyler aracılığıyla sunduğu bölümdedir. Burada da Hegel, edebiyatın epik olsun romantik sembolik olsun, zihnin bir hayvansı dönemine karşılık geldiğini savunur.​
İmdi, bu hayvanın kendini sadece kurban etmeyi düşündüğü, yani insan olduğu anda mutlaktan ya da mutlak bilgiye giden yoldan saptığını düşünelim. Bu aşamada din, kendini sadece ileride gerçekleştirecek bir mutlak için kurban etme, edebiyatta insan bilincini parçalayarak onda vücudunun belgelerini, kafasının koptuğu andaki şiddeti göstermeye çalışır. Bu da bizi kötülük sorununa getirir.​
Kötülük: Hiç kuşkusuz kötülük, on dokuzuncu yüzyıldan bu yana Fransız edebiyatında Hegel'le hesaplaşma sürecinde derinlemesine ortaya çıkmıştır. Bu kötülük tutkusunu Bataille, Sade başta olmak üzere önem verdiği birtakım yazarlarda derinlemesine inceler. Asil kötülük başkalarına yapmak istediğimiz kötülük değil, kendi kendimize yapmak istediğimiz kötülüktür elbette.​
Bu yüzden öncelikle bütün bu sorular kendi vücudunda Bataille tarafından denenecektir. Deneyim, artık kötülükle karşılaşan bilincin kendinde duyumsadığı, bu korkunç suçluluk duygusudur.​
Bu aşamadan itibaren Bataille'ın yazdıkları bir zincir oluştururak birbiri ardından peşpeşe bu durumun izini sürerler. Yazar bölünmüş, mutlak bir dışarıya kendini sunuşta, kendini kutsamaktadır. Din Kuramı, Lanetli Yan, Yararlığın St turları, 1948'e kadar verilen konferanslarla beraber, hep bu konuları işler. İşlemekle de kalmaz, yineler, geviş getirircesine bazen düşünce olmama arzusuyla biriktirir, yığar, kovuşturur. Kaçmakta olan bir düzensizlikle özdeşleşmeyen bu deneyimden bir iki kalıntı, enstantane yakalamaya çalışmaktadır, yazar. Ama bunlarda kuram geliştirme arzusu ağır basar. Onunla birlikte bunları izleriz. Oysa, bunlardan biraz önce yazdığı ve sonra yayınlanan yapıtlarda ise ağır basan yön, bu dağıtmanın kuramsal olana değil de, edebiyata daha yakın olmasıdır.​
Peki edebiyat nedir? Bir dil harcaması, sözcüklerin kurban edilmesi, deneyimin başı sonu olmadan bir amaca yönelmeden ele alınmasıdır. Bu yüzden, Bataille aynı dönemde Sartre'ın geliştirdiği angaje edebiyat, yani kendisini sosyal konularda belirli bir iyi tarafın yanına koyarak, onu savunma ya da bilinç uyandırma çabası olarak edebiyat görüşüne karşı çıkar. Belirli bir hedefi, yöneldiği bir iyilik düşüncesi, belirli bir toplumsallığı olmayan, yönelişlerinde sadece dil kullanımdaki sapmalara ve dolayısıyla gerçeksizleşmelere yönelen edebiyat, bu derin kötülük duygusuyla ilişkilidir.​
Tanrısızlık arayışı: Bu durumu daha da açmak için bu alanda yazdıklarına Bataille Tanrısız külliyat adını verir. Külliyat diye Türkçeye çeviriyoruz. Çünkü Bataille Ortaçağ Batı edebiyatında büyük dinî düşünürlerin en çok da Katolik kilisesinin kurucusu olan Aquinah Thomas'ın Toplu Yapıtlarina verilen külliyat sözcüğünü alaycı bir biçimde de olsa yeniden ele almaktadır. 50'li yıllara kadar Türkiye'de de böyle külliyatlar vardı.​
Bataille'ın külliyatı elbette bir bütünlüğü hedeflemez, bir vücut ve düşünce harcamasını sergiler. İki bölümlük bu külliyatın başlıkları şöyledir:​
İç deneyim - Meditation yöntemi - Suçlu - Alleluya.
Nietzsche üzerine - Memorandum - ekler.
Kopuk anlatı ve bunun ardında yatan gerçek - Ensest arzusu: Bu, bütün türlerin biribirine girdiği yazı türünden başka, en azından biçim açısından roman türüne yakın yapıtlarında Bataille, aynı yolu başka bir açıdan kateder. Göziiıt öyküsü, Madame Edwarda, Küçük, Göğün Mavisi, C papazı, Annem, Ölü, julie, Yanık Ev gibi anlatıların kahramanları, cinsel açıdan aşırılıklar peşinde koşan, bu yüzden çevrelerindeki kişilere işkenceler eden, kendilerini harcarken, kendilerini yok etme sürecine giren kahramanlarla doludur. Bizde Peyami Safa'nın, Tanpınar'ın, Sabahattin Ali'nin romanlarında rastladığımız hummalı kişilerin birer benzeridirler; onlar gibi hem mutlağı hem arzuyu izlerler ya da hem mutlakla hem arzuyla hesaplaşırlar. Ama onlardaki edepli dil de Bataille'da ortadan kalkmıştır. Açık saçıklık, küfürler, cinsel organların adları, cinsellik sahneleri, edebiyatı da sonuna kadar zorlayıp, edep dışı edebin itiraflarla, benimsemelerle içten patlahldığı, edebiyatın tersine döndürülerek edepsizlikle karşılaştığı anlar toplamıdır. Oğluna daha küçükken sınırsız haklar tanıyan anne, sonunda Cezayir'de beyaz kadınların satıldığı bir genelevde oğluyla bir ensest yaşayacak ve bu anlatıların temel saplantısını ortaya çıkaracaktır: Yasağı delmek.​
Bu önemli konu da, Erotizm adlı yapıtta incelenecektir. Çalışma ve yasaya bağlı uysal yaşamla, çalışmanın birikime dayalı kapalılığını kıran ve harcamayla birlikte giden yasayı delme.​
Bu açıdan bu kurgularda deneyim, bastırılmanın kaldırıldığı anla hesaplaşmadır. Şu cümle bu durumu açıklar: "Bir cümle değişik bir duygu getirdi. Cümleyi unuttum: Bağlantıları koparan bir tetik gibi hissedilir bir değişiklikti bu."​
Dil, yazıldıkça silinir Bataille'da: "Zihin söylemden kurtulmadan önce iç anlarını elde bulundurmadığı bir sırada Hıristiyanlık noktayı projele eder. Söyleme dayanmayan bir deneyimi burada gündeme getireceğiz."​
İç deneyde şu aşamalar bulunur: Operasyon, otorite, otoritenin kefareti. Dinler en çok da Hıristiyanlık, deneyimle söylemi aynı şey zannederek birbirine karıştırmışlardır. Erotizm adlı kitabında Bataille şöyle yazar: "Erotizm ölümde bile yaşantının onaylanmasıdır."​
Sonuç olarak, Bataille'ın da kendine özgü bir üslûpla çelişkileri onayladığını, ama bunu Hegel'in yaptığı gibi düşünce alanında değil de, gerçekte neredeyse etinde gerçekleştirmeye çalıştığını ve bunun bütün sonuçlarına katlandığını söylebiliriz.​
Belli başlı Bataille Yorumlan
Blanchot, Dostluk adlı kitabının son bölümünü Bataille'a ayırmıştır. Bu arada Sonsuz Söyleşi'de de Bataille'ı gündeme getirir. Ona göre, Sokrates tarzı söyleşiyle Bataille'ın konuşması arasında önemli bir ayırım vardır: Sokrates bir bilgedir. Diyalogun sonucunda bir bilgelik dersine ulaşma çabasındadır. Oysa Bataille diyalogu bir yerde oluruna bırakır: Kendiliğinden, şans eseri gelişir onda konuşma ve böylece konuşanların kendilerini tehlikeli alanlarda, bilinmediğe doğru açılarak harcamalarını sağlar bu tutum. Dahası Blanchot daha da ileri giderek, Bataille ile ilişkileri konusunda şöyle yazar: "Sunî birtakım akdyürütmelere başvurarak sanki bir diyalog peşindeymişiz gibi yapmamalıyız. Düşünce unutma gerektirir. Korkunç bir ölüm deneyimi sonucunda, Bataille da unutulacaktır çünkü unutulmanın gerekliliğini düşünmüştür."​
Julia Kristeva Polylogue adlı denemeler toplamında, Bataille üzerine yazdığı incelemede onu, genel olarak diyalektiğe karşı gelen Fransız kültüründe, bu açıdan sıradışı bir yazar olarak görür: O diyalektiği bir metin içerisinde sunmayı denemiş, ve bu konuda yalnız kalmaktan korkmamış ve deneyimine diyalektiğin maddeci yönünü ekleyerek, tarihi, vücudu, dili kazımıştır.​
Philippe Sollers, Mantıklar adlı çalışmasında Bataille'ın Hegel'i ciddiye alma sürecinin sonucunda Marksizme ulaştığının, her türlü burjuva felsefesine karşı gelerek, düşüncede ve edebiyatta devrim yaptığının altını çizer. Sade'ın, Mallarme'nin yaptığı gibi, o da dilde düzensizliği, yasa delmede imkânsızlığı, düşüncede dağılmayı denemiştir ve onun bu uğraşı sürdürülmelidir.​
Jacques Derrida, Hegel'in Bataille tarafından benimsenmesinin anlamı üzerinde durur. "Her metnimde Bataille'ın bir yorumunu öneriyorum" diye yazar Derrida. Birçok kişinin omuz silktiği Hegel felsefesinin bütün aşamalarının Bataille tarafından ciddiye almarak, bütün özellikleriyle derinlemesine irdelendiğini, bu aşamadan sonra Bataille'ın birtaknn anlam kaymaları gerçekleştirerek Hegel'i köktenleştirdiğini ve aynı zamanda sorguladığını belirtmektedir. Bu tutum, aslında tam da Derrida'nın Batı felsefesinin karşısında takındığı tutumdur. Sözgelişi ustalık yerine, Bataille'ın önerdiği "egemenlik" kavramı, ustalığı kökten almakta ve aynı zamanda daha geniş bir alana gönderme yaptığından, ustalığı sınırlamaktadır.​
Şiir
Bataille "şiirden nefret"ten söz etmiştir. Şiir derken, o belirli bir şiiri, uysal, yasa doğrultusundaki şiiri kastediyordu. Felsefenin başarısızlığını oluşturan şiirin peşinde de koştuğu için, böyle bir şiirle onun tükenmez özellikleri üzerine makalemize son noktayı geçici olarak kayabiliriz: GLORIA İN EXCELSİS MİHİ.
Göklerin en üst kısmındaki​
Melekleri duyuyorum, kutsuyorlar beni.​
Güneş altında karıncayım oradan oraya giden,​
Küçük ve kara, atılan bir taş​
bana geliyor,​
eziyor beni,​
ölüyüm, gökte,​
güneş kuduruyor,​
köreltiyor,​
haykırıyorum:​
"cesaret etmez"​
ediyor bal gibi de.​
G. BATAILLE, Oeuvres completes, Paris, Gallimard, 1983; G. BATAİLLE, İç Deney(çev. M. M. Yakupoğlu), İstanbul, 1997; G. BATAİLLE, Edebiyat ve Kötülük (çev. A. Sönmezay), İstanbul, 1997; G. BATAİLLE, Nietzsche Üzerine, İstanbul, 1998; J. KRİSTEVA, Polylogue, Paris, 1985; J. DERRIDA, Ecriture et Difference, Paris, 1969; P. Sollers, Logiques, Paris, 1991.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
Ayrıca bkz., BLANCHOT, ÇAĞDAŞ FRANSIZ DÜŞÜNCESİ, FOUCAULT, HEGEL, KRİSTEVA, MARX, SADE.​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst