1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Batılılaşma, Türk toplumunun yaklaşık üçyüz yıldır geçirdiği siyasal ve toplumsal süreci açıklamak üzere kullanılan bir kavramdır. aynı süreci ifade eden "asrîleşme", "muassırlaşma", "çağdaşlaşma", "modernleşme" gibi tanım ve kavramlar da söz konusudur. Ancak bu farklı adlandırmalar zaman zaman birbiri ile çatışan özellikler gösterir. Bu da bize, Batıya farklı bakma biçimleri olduğunu göstermekte ve kavramın siyasî içeriğine çağrışım yapmaktadır. Tercih edilen sözcükler ve kavramlar farklı siyasî duruşlara olduğu kadar, kavramların içinin farklı şekillerde doldurulduğuna da işaret ediyor. Bu durum kavramı karmaşıklaştırmakta ve kavrama yönelik farklı adlandırmaların anlaşılması için dönemsel açıklamaları gerekli kılmaktadır.​
Batılılaşma sürecinin başlangıç noktası olarak genellikle Osmanlının Batı karşısında gerilemeye başladığı 18. yüzyıl başları gösterilmektedir. Bu süreç, ilk olarak askerî, İdarî, kurumsal anlamdaki değişikliklerle somutlaşır. Osmanlı bu değişikliklerin -ya da o günkü deyimi ile ıslahatların dinamiklerinin yanı sıra düşünsel anlamda da Batının üstünlüğünün ve Batı karşısında gerilemesinin nedenlerini de anlamaya çalışmaktadır. Batının üstünlüğü çoğunlukla bilim ve teknolojide​
elde ettiği başarılara bağlanırken, Osmanlının içinde bulunduğu durumdan çıkabilmesi için iki yol önerilir. Bunlardan ilki, eski ihtişamlı günlere geri dönebilmek için bozulduğu iddia edilen kurumsal ve İdarî yapıların yeniden düzenlenmesi talebi, diğeri ise Batıdaki mevcut bilim ve teknolojiyi ülkeye aktarma önerisidir. Fakat Batılılaşma sürecinin bu şekilde tanımlanması bu sürecin siyasî boyutunu gözardı etmektedir. Yeniçeriliğin kaldırılması, Batı tarzında teknik girdilere dayalı olarak çeşitli eğitim kurumlarının açılması gibi yenilikler askerî ve kurumsal anlamdaki değişime işaret eder. Ancak Osmanlının Batıya nasıl yöneldiğini açıklamaz. Modem Batının kurulmaya başladığı dönem Osmanlının bir imparatorluk haline dönüştüğü la. yüzyıla denk gelir. Osmanlı gelişmesini Batıya rağmen uzun yıllar boyunca sürdürmüştür. Fakat Batıdaki gelişmeler Osmanlının dışında kalmış ve Osmanlı bu gelişmeleri denetleyemez hale gelince kendi varlığını devam ettirmek ve önemini koruyabilmek için bu kez Batıya farklı bir biçimde yönelmiştir. 15. yüzyıldan itibaren Batıda başlayan sömürgecilik ve yeni dünyanın keşfi, ardından geleneksel Doğu ile ilişkilerin yeni bir biçim almaya başlaması ile Osmanlı Batı karşısında bir açmaza düşmüştür. Bu açmazı çözebilmek için OsmanlI ilk kez Batılı ülkeler ile ittifak yapmak durumunda kalmıştır. Kırım Savaşında İngiltere ve Fransa ile birlikte Rusya'ya karşı savaşılması ve Batılı bir ülkeden borç para alınması, yeni yönelimin en açık göstergeleridir. Bu yönelimi açıklamak üzere kullanılan temel kavram ise "Batıcılaşmadır." Bir siyaset biçimi olarak Batıcılaşma dış ilişkiler bakımından Batının tanınması anlamına gelmektedir. 19. yüzyılda Batının dünya egemenliğini elde etme ve sömürgeleri paylaşma yönündeki iç çekişmeleri, Osmanlının Avrupa'da izlediği politikanın yönlendiricisi olmuştur. Buna dayalı olarak Osmanlı önce Fransa, ardından İngiltere, Rusya ve Almanya ile askeri, siyasî ve ekonomik ilişkiler yürütmüştür. Batı açısından ise Osmanlı ile ittifakın anlamı kendi dünya egemenliğini biçimlendirme çabasına yönelik olmuştur. Örneğin, Fransa ve Almanya Doğu'ya yayılma ve sömürge elde etme amacı ile Osmanlı ile işbirliğini tercih ederken, Ingiltere Osmanlı'nın tasfiyesini hedeflemiş, Rusya ise Balkanları Slavlaştırma ve sıcak denizlere inme hedefi için Osmanlı ile çoğunlukla çekişmeye girmiştir.​
Bir dış siyaset biçimi olarak Batılılaşma Batının ülke içi sorunlara da çözüm olabileceği inancına dayalı olarak Batı modelinin örnek alınması ve Batı kurumlarının oldukları gibi ülkeye aktarılması olarak yorumlanmıştır. Batılılaşma ile ilgili uygulama ve yorumlar bunlarla sınırlı kalmamış, Batı yanlısı bir siyaset izleyen kadroların yetiştirilmesine bağlı olarak Batıyı temsil ettiğine inanılan başka özelliklerin de Osmanlıya aktarılması devam etmiştir. Fakat bu kez bilim ve teknik gibi araçların ve eğitim kurumlan gibi kurumsal, Tanzimat gibi idari değişikliklerin yanısıra zihniyet sorunu gündeme gelmiştir. Sorunların sadece Batıdan aktarılan bilim ve teknoloji ile çözülemeyeceği, bilim ve teknolojinin arkasındaki zihniyetin de anlaşılması gerektiği düşüncesi de hızlı bir tercüme hareketinin başlamasına sebep olmuştur. Nitekim, bu tercüme hareketiyle 19. yüzyıl Bahsini temsil eden düşünce sistemleri takip edilir ve tartışılmaya başlanır. Devletin bazı kurumlan için önerilen ıslahat hareketleri de işte bu bağlamda biçimlenirken, kavramsal düzeyde tartışılan Meşrutiyet, Kanun-i Esasi, Meşveret vb. gibi konular somut siyasî taleplere dönüşür.​
Birinci Dünya Savaşı sonucu Osmanlının yıkılmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti Batı tipi bir ulus devlet modelini benimsemiş ve böylece Batılılaşmada yeni bir döneme girilmiştir. Osmanlının son yıllarında -II. Meşrutiyet sonrası ortaya çıkan Türkçülük akımı ile örtüşen Batılılaşma, Cumhuriyet Türkiye'sinin ve Türk toplumunun kimliğini oluşturmada esas belirleyici olmuştur. Yeni devlete ve topluma biçilen yeni kimlikte Batılılaşma bir uygarlık projesi olarak inşâ edilmektedir.​
Bir Uygarlık Projesi Olarak Batılılaşma
Batı karşısında açmaza düşen Osmanlının siyaset değiştirmesi ile birlikte başlayan Batılılaşma, Batıcı siyasetin dışında öncelikle bir uygarlık projesi olarak anlaşılmış ve tartışmalarda bu yön ön plana çıkmıştır. Böylelikle, Batılılaşmanın anlamı da genişlemiş ve Cumhuriyetle birlikte kesin bir devlet politikası haline gelmiştir. Günümüze kadar gelen süreç içinde, Batılılaşmaya ilişkin tartışmalar çeşitli boyutlar kazanıp farklı adlandırmalara tâbi olsa da, bu özellik değişmemektedir.​
Bu noktada uygarlık kavramı ve Batı uygarlığının 19. yüzyılda nasıl anlaşıldığını açıklamak, Batılılaşma sürecini anlamakta yardımcı olacaktır. Uygarlık Batı toplumları tarafından o dönemde kendileri dışında ya da önceki toplumlardan ya da o günkü "ilkel" toplumlardan farklı olarak sahip olduğuna inandığı şeyleri anlatmak üzere kullanılmıştır. Batılı toplumlar bu kavramla kendilerine ait özellikleri ve övündükleri şeyleri ifade etmeye çalışmaktadırlar. Bu kavram Batının tekniğini, gelişmişlik ve bilimsel bilgi düzeyini anlatır ve sürekli hareket halinde olan, daima ileriye doğru hareket eden bir şeye işaret eder. aynı zamanda uluslararası farklılıkları gözardı ederek, tüm insanlara ait olması gereken şeyleri kapsar.​
Kavramsal düzeyde bu içerikte karşımıza çıkan uygarlık, toplumsal değişme süreci içinde Batı toplumlarının geldiği son noktayı ve Batının taşıdığı özellikleri evrenselleştirme eğilimi taşır. "Uygarlığı yayma" ya da yerine göre "uygarlaştırma", sömürgeci pratiklerin zeminini oluşturmaktadır. Batının Yeni dünyanın keşfi ile kutsal kitapların bildirdiğinin dışında farklı toplumların varlığını fark etmesi bu toplumların önce Hıristiyanlaştırılması, sonra da uygarlaştırılması misyonunu da beraberinde getirmiştir. Fakat ilgi çekici bir şekilde Batıda uygarlık tartışmalarının yani sıra, kültür tartışmaları da aynı dönemde ortaya çıkmıştır. Batı kendi düzenini dünyada egemen kılmak istemektedir. Bu duruma uygarlık adını vermektedir. Ama bu düzende tüm dünya toplumlarına eşit bir yer vermesi mümkün değildir. Toplumlararası farklılıkların da bilincinde olan Batı, bu farklılıkları kültürle açıklamakta, böylelikle Batının düzeni (uygarlığı) uluslararası, kültür ise ulusal kalmaktadır. Batı dışı toplumlarda da taraftar bulan bu ayırım, kültür yoluyla kendi toplumsal kimliklerini koruyarak Batı uygarlığına dahil olunabileceği varsayımını içermektedir. Türk düşüncesi içinde kültür ve uygarlık ayırımını ilk dile getiren Ziya Gökalp olmuştur. Gökalp'in uygarlık tanımında da Batı uygarlığı evrensel kabul edilmekte ve bu uygarlık dairesine katılmamız bir gereklilik olarak görülmektedir. Ancak artık Osmanlı devleti yıkılmış ve yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Şimdi asil olan yeni devlete ve Türk toplumuna kimlik inşâ etmektir. Batı uygarlığına geçerken kimliğimizin ne olacağına dair soru, Osmanlı tarihinden geçmişinden ve kimliğinden kopuşla yanıtlanmakta, Osmanlı-Türk ayırımı yapılarak Türk kimliği ile Batı uygarlığına katılım öngörülmektedir. Türklük de kendisini kültürde göstermektedir. Uygarlık uluslararası iken, kültür ulusal olarak sunulmaktadır. Kültür unsuru olarak ise bir toplumun özelliklerini oluşturan sanat eserleri, dinî ya da felsefî düşünme biçimleri, güzellik duygusu, halk masalları, destanlar kabul edilmektedir. Bu özellikler hiçbir toplumda aynı değildir, toplumun kendine hastır. İşte sözü edilen bu özellikler korunarak Batı uygarlığına dahil olmak mümkün olacaktır.​
Bu şekilde Türkçülük ve Batılılaşma birleşme olanağı bulabilmiş ve Cumhuriyet Türkiye'sinde etkin bir akim olarak yerini almıştır. Fakat ilk adımda kültür ve uygarlığı bu biçimde ayırmanın zorluğu hissedilmektedir. Berkes bu ayırımın yapaylığına dikkat çekerek, Atatürk devrimlerini gerçekte birer "kültür devrim"i olarak tanımlar. Devrimler sırasında Atatürk'ün maddî kültür -burada uygarlığa denk gelmektedir- manevî kültür ayırımı yapmadığını, Cumhuriyet değişmelerine devrimci bir nitelik veren yanların kültürcülük (harsçılık) görüşüne aykırı eylem getirmesi olduğunu iddia etmektedir. Hukuk, eğitim, yazı, dil gibi alanlardaki devrimleri de, bu bağlamda yorumlamaktadır. Gerçekten de bu dönemde uygulanan politikalar oldukça radikaldir. Osmanlı döneminde saray çevresiyle sınırlı kalan Batılılaşmanın kültürel sembolik görüntüleri -kılık kıyafet gibi- şimdi daha geniş bir toplumsal alana yayılma olanağı bulacaktır. Kısaca, Batılılaşma bütüncül niteliği ile dikkat çekmektedir. Batılı bireylerin yetiştirilmesi amacına yönelik olarak dış görünümden zihniyete kadar çok geniş bir alana yayılmaktadır. Uygulanan politikaların radikalliğine rağmen kültür ve uygarlık ayırımı çeşitli biçimlerde varlığını sürdürmüştür. Örneğin, Türk kültürünün en saf öğelerini barındırdığı varsayılan köy ve köylüye yönelik politikalar, Batı uygarlığının köylere aydınlar aracılığıyla götürülmesi düşüncesi, halk evleri, Türk Ocakları gibi kuruluların ön plana çıkması, sözü edilen politikaların ürünüdür.​
Cumhuriyetin kuruluşunun ardından devrimler modern ulus-devlet olma yolunda tavizsiz bir biçimde uygulanmış, belli bir dönem sonra da Türk devriminin nitelikleri ve özellikleri açıklanmaya çalışılmıştır. 1929 Dünya Bunalımı ile birlikte Türkiye'de de içe dönük politikalar önem kazanmaya, bu politikalarla birlikte Türk Devriminin nitelikleri devrimlerin farklılığı üzerinden tartışılmaya başlanmıştır. Bu yönüyle Batılılaşma tek biçimli bir yapı arz etmez.​
Batıya Rağmen Batılılaşma
Batıya rağmen Batılılaşma anlayışı Batılılaşmanın belli bir biçimde yorumlanmasıdır. Bu yaklaşımda Batı, model olma özelliğini korumaktadır. Fakat ilginç bir biçimde Türk Devriminin farklılığı ilk kez bu anlayışla dile getirilmeye başlanmıştır. "Biz bize benzeriz" düşüncesiyle biçimlenen bu anlayış, Kurtuluş Savaşını ve Kemalist devrimleri özgün bir biçimde yorumlama çabası olarak karşımıza çıkar. Bu yorumlama eklektik bazı özellikler taşımaktadır. Bu da savunucularının farklı düşünsel etkiler ve dönemin özelliklerini birleştirme çabalarından kaynaklanır. I. Dünya Savaşı sonucunda ABD'nin İngiltere'den bağımsızlığını kazanmasının ardından Wilson Prensipleri'ne dayalı olarak "Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı"nı tanıdığını ilan etmesi, sömürgeciliğe karşı direnişler için bir dayanak noktası oluşturmuştur. Asya ülkelerinde geniş destek bulan bu anlayış yeni kurulan Sovyetler Birliği'nin lideri Lenin tarafından da onaylanmıştır. Bu yıllarda Sovyetler Birliği tarafından Kurtuluş Savaşı'na verilen destek, bu bağlamda anlaşılabilir. 1930'lu yıllarda Türk Devrimini yorumlama çabaları bu gelişmelerin izlerini taşımaktadır. Bu anlayış siyasî tarihimizde Kadrocular adı ile bilinen ve çıkardıkları derginin adı ile anılan bazı isimler çerçevesinde biçimlenmiştir. Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, İsmail Hüsrev Tökin ilk akla gelen isimlerdir.​
Kadrocular genel söylemleri içinde Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'ni sömürgeciliğe karşı direnen mazlum uluslara örnek gösterir. Bu söylemde devletçilik, tam bağımsızlık, anti-emperyalizm, mazlum ulusların bağımsızlık mücadeleleri, kalkınma için üçüncü yol gibi kavramlar yer almaktadır. Ancak bu söylem biçimi, dönemin şartları içinde anlaşılabilir. Örneğin Katı bir şekilde savundukları devletçilik ilkesi o dönemde yükselmeye başlayan faşizmi çağrıştırırken, diğer taraftan belli bir sınıfsal egemenliğe dayanmayan toplum anlayışları ile sosyalist düşüncenin izlerini taşırlar. İktidara dayalı belli bir aydın grubunun yorumu olarak kalan bu yaklaşımın ileri sürdüğü savların bir kısmı 1960 sonrası Türkiye'sinde döneme uygun siyasî açılımlar için zemin oluşturmuştur. İkinci Dünya Savaşının ardından pek çok Afrika, Asya ve Ortadoğu ülkesinin bağımsızlık kazanması bu süreci hızlandırır. Üç Dünya Kuramı, Afrika Sosyalizmi, Üçüncü Dünya Sosyalizmi, Kapitalist Olmayan Kalkınma Yolu gibi yaklaşımlar Kadrocuların tezlerine benzer bir şekilde ortaya koyulur. İngiliz sömürge imparatorluğunun dağılması ile antiemperyalist bir söylem yaygınlık kazanmıştır. Ancak gözden kaçırılmaması gereken nokta, aynı dönemde Batının egemenlik ilişkilerini yeniden düzenleme çabasında olmasıdır. İleri sürülen savların bir kısmı da Batı kaynaklıdır. Örneğin, Asya Tipi Üretim Tarzı, devletçilik, az gelişmişlik, modernleşme gibi kavramlar Batı dışı ülkelerin kalkınma sorunları ile ilişkilendirilmiştir. Türkiye'de ise 1960 sonrasında devletçi-seçkinlerin etkisi belirginleşmiş durumdadır. Tek Parti Döneminde etkili olan anlayış yeni dönemin özellikleri ve daha önceki eğilimlerle de örtüşen yaklaşımları yaygınlaştırma çabasındadır. Bu bağlamda aynı koşullara denk gelmese de, Yön grubunun ortaya çıkışı ve savunduğu Batılılaşma anlayışı daha öncesinin izlerini taşımaktadır. Sol Kemalizm olarak da adlandırılan bu yaklaşım millî sosyalizm, tam bağımsızlık, devletçilik, belli bir sınıf desteğine sahip olmayan ordu destekli sosyalizm, halka rağmen halk için anlayışının devamı bir Batılılaşma anlayışıdır. Yine aynı biçimde özellikle Berkes tarafından Kemalist devrimin nitelikleri siyasî bağımsızlığını kazanan diğer sömürge ülkelerine örnek gösterilir.​
Batılılaşmanın çeşitli adlandırmalarla anıldığı belirtilmişti. Bu kavramın yarattığı belli bir tedirginliğin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Cumhuriyet devrimlerinin "başkalığı" iddiası ve Batı emperyalizmine karşı bir kurtuluş savaşı verilerek elde edilmiş siyasî bağımsızlık, Batıya bağımlılık ve Batı taklitçiliği biçiminde anlaşılırsa, bunun yaratacağı sonuçlar bazı sıkıntıları da beraberinde getirir. Kavrama yüklenecek daha nötr anlamlar bu tehlikeleri belli ölçüde ortadan kaldıracaktır. "Kültür değişmeleri", "çağdaşlaşma" ve "modernleşme" de böyle kavramlardır.​
Kültür Değişmeleri / Çağdaşlaşma / Modernleşme
Kültür ve uygarlık ayırımının başından beri çeşitli açmazlar içerdiği bilinmektedir. Uygarlığı tanımlayan bilim ve teknik hem Batının toplumsal temeline vurgu yapmakta, hem de uluslararası bir nitelik olarak kabul edilmektedir. Üstelik bir toplumda hangi unsurların kültüre, hangi unsurların uygarlığa ait olduğu da kesin çizgilerle belirlenmiş durumda değildir. Örneğin, Berkes Kemalist devrimlerde böyle bir ayırımın olmadığına dikkat çeker. Batılılaşma bir uygarlık projesi olarak tanımlansa da kültürel anlamda yarattığı sorunlar göze çarpmaktadır. Bu bağlamda 1950'li yıllarla birlikte Batılılaşma, kültür değişmeleri kavramı ile ifade edilmeye başlanır. Böylelikle kavrama yüklenen olumsuz anlamdan da bir parça kaçınılmış olunmaktadır. Kavramın bu şekilde kullanılması tesadüfi değildir. Öncelikle Türk devriminin etkilerinin "salt uygarlık alanı" olarak tanımlanan unsurlarla sınırlı kalmadığını göstermekte, diğer taraftan Batılılaşmanın yarattığı bazı sorunların varlığına işaret etmektedir. Devrimlerin 1950'lerden sonra "tutan ve tutmayan" olarak ayrıldığını düşünecek olursak, Turhan'ın dile getirdiği "serbest kültür değişmeleri", "zorunlu kültür değişmeleri" kavramları da daha iyi anlaşılır. Kültür değişmeleri kavramı öncelikle Batı kaynaklıdır ve Batının sömürgecilik deneyimlerinin sonucunda ortaya çıkan bazı sorunları açıklamak üzere kullanılan bir yaklaşımdır. Uygarlıklar arası karşılıklı etkileşmeyi öngören kültür değişmeleri farklı kültürler arasında üstünlük ve aşağılık olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu kuram Batı uygarlığının üstünlüğünden yola çıkarak, bir kültürün diğer bir kültürü etkilemesini bu bağlamda açıklar. Türkiye açısından ise 1950 sonrası çok partili dönemin düşünsel çehresini yansıtması ve tek parti dönemine karşı oluşan tepkiyi görebilmek açısından önemlidir. Burada "zorunlu kültür değişmelerini" yürütmekten sorumlu tutulan kişiler ve dönem eleştirilirken, Batılılaşmanın özü değil, yolu ve yöntemi eleştirilmektedir. Çünkü sözü edilen dönemde bir yandan Demokrat Parti dış politikada hızla ABD ile bütünleşir, diğer taraftan tek parti döneminde radikal bir şekilde bastırılan dinsel simgeler, ritüeller gibi kültür öğelerine toplumsal meşruluk alanı açılır.​
Batılılaşmayı anlatan ve günümüzde daha yaygın olarak kullanılan iki kavram çağdaşlaşma ve modernleşmedir. Çağdaşlaşma "muâsır" sözcüğüne karşılık gelse de, ortaya çıktığı dönemde içeriksel açıdan farklılaşmış durumdadır. Öncelikle çağdaşlaşma herkesin sırt çeviremeyeceği idealleri kapsayan bir kavramdır ve onu Batılılaşmaya göre reddetmek daha zordur. Aksi takdirde "çağdışılıkla" suçlanmak işten bile değildir. Çağa uymak bir zorunluluktur. Bu zorunluluk kavramın özellikle laiklik içeriği taşıması ile bütünleşir. Berkes laiklik kavramını yetersiz görerek bütünüyle "gelenekten kurtulmayı" hedeflemekte ve laiklik kavramından daha geniş bir anlamda kullandığı sekülarizmi çağdaşlaşma ile eş anlamda görmektedir.​
Modernleşme kavramı da aynı dönemde yaygınlık kazanmış ve ilk olarak bir kalkınma modeli olarak düşünülmüştür. Hatta neredeyse modernleşmenin ilk belirleyicisi ekonomik kalkınma olmuştur. Ancak kavramın içeriği zaman içinde farklılaşmış ekonomik kalkınmayı da içerecek ve yaşamın diğer tüm alanlarını kapsayacak şekilde genişlemiştir. Örneğin, gündelik yaşamdan siyasete modernleşme daha geniş bir üstanlatı niteliği göstermeye başlar.​
Batı Dışı Modernlik
Batı-dışı modernlik sosyoloji literatürüne yeni girmeye ve biçimlenmeye başlayan bir kavramdır. Bu kavramın zuhuru Batıda ortaya çıkan ve birbiri ile çelişir gibi görünen iki yaklaşım ile ilişkili gözükmektedir. Bu yaklaşımlardan ilkinde F. Fukuyama, Sovyetler Birliğinin çöküşü ile birlikte "Tarihin Sonu"nun geldiğini ve tüm dünyanın çeşitli farklılıklara rağmen liberal serbest pazar ekonomisi ve demokratik Batı sistemini benimseyerek bir çatı altında toplandığını iddia etmektedir. İkinci yaklaşımı ise Amerikalı uluslararası ilişkiler uzmanı olan S. P. Huntington ileri sürmektedir. Bu yaklaşıma göre dünya yeni dönemde uygarlıklar arasında kültür temelli -özellikle de dinsel kimlikler- yeni çatışmalara gebedir. Bu sav 19. yüzyıldan itibaren Batılılaşma ile birlikte düşünülen modernleşmeyi birbirinden ayırır. Batı dışı ülkelerin "modernleşme" deneyimlerini kabul ederken, "Batılılaşamadıklarını" ifade eder. Toplumlar arası farklılıklara vurgu yapan bu yaklaşım Batı merkezci bir açılımdır. Bir taraftan Batının biricikliğini pekiştirmekte, diğer taraftan ise Batı-dışı toplumların modernleşme deneyimlerini dillendirme olanağı vermektedir.​
Batı-dışı modernlik kavramını Türkiye'de biçimlendirmeye çalışan Nilüfer Göle Fukuyama ve Huntington'un savlarını birlikte ele almaktadır. Her iki savın birbirinden farklı görünse de varolan toplumsal gerçekliğin iki ayrı yüzünü gösterdiğini ileri süren Göle'ye göre, modernlik küreselleşirken diğer taraftan yerelleşmektedir. Yani, modernlik Batıda ortaya çıkmış olsa da yeni kültürel havzalara yerleşmekte, değişik dillerde yeniden anlatılmaktadır. Batı-dışı modernlik kavramı Batı karşıtı olmayan belli bir biçimde modernleşme deneyimi yaşamış ülkeleri kapsamaktadır. Bu ülkelerin/toplumların modernleşme deneyimlerini aktarma, resmetme biçimlerini anlatmayı denemekte ve modernliği, Batının kenarından dillendirmeye çalışmakta ve Batı-dışı ülkelerin modernleşme deneyimlerinin farklılığına dikkat çekmektedir. aynı zamanda Batı-dışı modernlik, Batıdışı ülkelerin modernleşme deneyimlerinin birbirinden farklılaşmaları açısından da anlamayı hedeflemektedir. Örneğin, Hindistan bu süreci sömürgecilik deneyimi ardından yaşarken, Çin, Türkiye gibi ülkeler gönüllü modernleşme sürecini yaşamaktadır. Son dönemde sosyoloji literatüründe daha sık kullanılmaya başlanan "Türk Modernleşmesi" kavramı da Türk farklılığına vurgu yapmakta, Türk toplumunun modernleşme deneyiminin özelliklerini ortaya koymaya çalışmaktadır.​
Tüm bu tartışmalarda görüldüğü gibi, Batılılaşma süreci devam etmekte ve bu sürecin ortaya çıkardığı yeni olgu ve oluşumlar da yeni yaklaşımlarla dile gelmektedir. Öyle görülüyor ki Batılılaşma daha uzun bir dönem yaşamın her alanında etkisini sürdürmeye ve tartışılmaya devam edecektir.​
N. BERKES, Türkiye'de Çağdaşlaşma (Yayına Haz., A. Kuyaş), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002; N. BERKES, İki yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz? /-//, İstanbul, Yeni Gün Haber Ajansı, 1997; N. ELİ AS, Uygarlaşma Sûreci(çev. E. Ataman), İstanbul, İletişim Yayınları, 2002; F. FUKUYAMA, Tarihin Sonu ve Son İnsan, İstanbul, Gün Yayıncılık, 1999; Z. GÖK ALP, Türkçülüğün Esasları, İstanbul, Varlık Yayınları, 1963; N. GÖLE, “Batı Dışı Modernlik: Kavramı Üzerine", Modernleşme ve Batıcılık, 2002, İstanbul, İletişim Yayıncılık, ss. 56-67; S. P. HUNTINGTON, Medeniyetler Çatışması(der. M. Yılmaz), Ankara, Vadi Yay., 1997; Η. B. KAÇMAZOĞLU, 27 Mayıs'tan 12 Marfa Türkiye'de Siyasal Fikir Hareketleri, Erzurum, Birey Yayınları, 1995; U. ÖZCAN, "Kadro Akımı Üzerine Sosyolojik Bir Deneme", Sosyoloji Dergisi, Üçüncü Seri: Üçüncü Sayı, 1992, İ. Ü. Ed. Fak. Yay., ss, 97-120; B. SEZER, Sosyolojinin Ana Başlıkları, İstanbul, I.Ü. Ed. Fak. Yay; B. SEZER, Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları, İstanbul, Sümer Yayınları, 1988; I. TEKELİ, ‘Türkiye’de Siyasal Düşüncenin Gelişimi Konusunda Bir Üst Anlatı", Modernleşme ve Batıcılık, İstanbul, İletişim Yay., (2002), ss.19-23; M. TURHAN, Kültür Değişmeleri, İstanbul, LÛ. Ed. Fak. Yayınları, 1951; Η. Z. ÜLKEN, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul, Vakit Matbaası, 1935.​
Felsefe Ansiklopedisi / Ahmet Cevizci​
Ayrıca bkz., BATICILIK, BERKES, FUKUYAMA, GÖKALP, KÜRESELLEŞME, MEDENİYETLER ÇATIŞMASI, MODERNLEŞME, MODERNLİK.​
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
1000Fikir Felsefe 0
Benzer Konular
Batılılaşma

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst