1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Başkaldırma, Fransız filozof ve edebiyatçı Albert Camus'nün 1951 yılında yayımlanan L'Homme Revolte [Başkaldıran İnsan] adlı felsefî başyapıtında, ayrıntılı olarak anatomisini yaptığı ve kaynağının ne olduğunu gösterdiği, çağını anlama çabasını ifade eden temel düşüncesidir. Bu eserinde, doğru bir başkaldırının gerçekliğini oluşturmaya çalışan Camus'nün bu anlayışını, diğer anlayışlardan ayıran noktaları göstermek, insana, insanın değerini koruyan bir yolu açmak anlamına gelir.​
Camus, öncelikle insanın, dünyanın değerleri, kişisel idealleri ve doğru ve yanlışa dair yargıları için bir temel sağlamasını talep ettiğini söyler; dünyanın insana ve özlemlerine karşı kayıtsız oluşunu; mutlu olmak isteyen, mutluluk isteğini yüreğinin en derinlerinde hisseden insanın dünyanın akıldışı sessizliğiyle çarpışması durumunu saçmalık (Absurdite) olarak değerlendiren Camus'ye göre, geçmiş çağlarda benimsenmiş olan ahlâkî tavırlar, insanın mutluluk özlemi ve başkaca etik idealler, İnsanî değerlerle gerçekliğin doğası arasında belli bir uygunluk ya da ahenk bulunduğu inancına bağlıydı. Bu açıdan bakıldığında, ahlâkî ayırımları geçerli kılan dış destekler geçmişte teleolojik bir dünya görüşü, ama özellikle de din tarafından sağlanmaktaydı. Modern dönemde dinî inancın çöküşünün ardından doğan boşluk, Camus'nün "laik dinler" adını verdiği ilerlemeci tarih felsefeleri tarafından doldurulmuştur. O, Hegel'le Marx'in, İnsanî değerleri gerçekliğe bir tarihsel gelişme ve ilerleme öğretisiyle bağlamaya yönelik teşebbüsler olarak yorumladığı tarih öğretilerinin de iflâs ettiklerini söyler.​
Madem ki artık saçmayı gizleyecek hiçbir şey kalmamıştır, öyleyse yapılacak iş, saçmadan ve saçmalıktan kaçış olmadığını görmektir. Peki, ama saçma duygusu ortaya nasıl çıkar, insan saçmalığı nasıl hisseder? Ona göre, saçmalığın derinden derine farkına varıldığı dört ayrı İnsanî durum vardır. Her şeyden önce, insanlardan büyük bir çoğunluğunun modern kitle toplumunun gereklerine uygun olarak sürdürdüğü hayatın mekanikliği ve tekdüzeliği bir gün bu insanlara varoluşlarının değerini ve amacını sordurtur. Bu soru, Camus'nün gözünde saçmanın en iyi habercisidir.​
Saçmayı insana duyumsatan ikinci temel unsur ise, Camus'ye göre, zamanın geçmekte olduğunun deneyimlenmesi, zamanın tinsel anlamda öldürücü bir süreç olarak hissedilmesidir. İnsan, zamanın yavaş yavaş akışıyla birlikte, geleceği değiştiremeyeceğinin, kendisinin zamanın malı veya esiri olduğunun bilincine varır. Saçmaya yol açan, insanlara saçmalığı duyumsatan başka bir unsur da, insanlardan büyük bir çoğunluğunun farklı ölçülerde duyduğu, yabancı bir dünyada bir başına bırakılmışlık hissidir. Camus'ye göre, dünyanın yoğunluğunu ve yabancılığını derinden derine hisseden insan, bir yandan da dünyanın kendisine düşman olduğunu düşünmeye başlar, onun kendisinin ölümlü oluşuyla alay ettiğini anlar. İnsan sadece nesnelere ve dünyaya değil, fakat kendisine ve başka insanlara da yabancıdır.​
Camus'ye göre, saçma duygusunun esas kaynağı ölüm ve ölümle ilgili düşüncelerimizdir. Kendisinden başka bir alınyazısının olmadığı, biricik gerçek, ve kaderin insani götüreceği son durak olan ölüm, sadece hayatın yararsızlığını ve beyhudeliğinı gözler önüne serer. Saçmalık Camus'de, Tanrı'nın yokluğunun doğal ve doğrudan bir sonucu olmak durumundadır. O bu bakımdan, kendisi için saçmalığın dünyanın bilincin kavramsal yansıtım ya da yoksayıcı etkinliğinden önce gelen, ayrılmaz bir parçası; varlığın evrensel bir inkârı; görülen, ama kanıtlanamayan bir niteliği olduğu Sartre'dan ayrılıp, Kierkegaard, Dostoyevski ve Nietzsche'nin oluşturduğu gelenek içinde yer alır. Bu saçma görüşünden de mutlak bir nihilizmin çıkması kaçınılmazdır; daha doğrusu, Tanrı'nın yokluğunda her şeye izin vardır (tout est permis) ve insanların tıpkı Yabancı'nın Mersault'su gibi, eylemlerinin sonuçlarından sakınmak için hiçbir çaba göstermemeleri anormal sayılmaz. "Hiçbir şeye inanılmıyorsa, hiçbir şeyin anlamı yoksa, hiçbir değere 'evet' diyemiyorsak, her şey olanaklıdır, her şey önemsizdir. Ne evet kalır, ne hayır, katil ne haklıdır, ne haksız. Kişi kendini cüzzamlıların bakımına adayabileceği gibi, içinde insanlar yakılacak ateşleri de tutuşturabilir."​
Oysa, bu Camus'nün kabul edebileceği bir şey değildir; onun derdi modernliğin sonucu olan nihilizm batağında boğulmak yerine, saçma deneyiminden bir başkaldırı etiği türetmektir. Buna geçmeden önce, o saçmadan kurtulmanın, şöyle ya da böyle denenmiş olan yanlış yollarını ele alır. Ona göre, saçmanın tahammül edilmez ve hatta dehşet verici bunaltısıyla yaşayamayan insan, onun yol açtığı mahkûmiyetten kurtulabilmek için birtakım çareler arar. Saçma, bir tarafına insanı, diğer yanına ise dünyayı yerleştireceğimiz iki terim ya da kutuplu bir ilişki veya böyle bir ilişkinin sonucu olan durum ya da yaşantı olduğundan, onu ortadan kaldırabilmenin bilinen iki yolu vardır: Kutuplardan biri ya da diğerini ortadan kaldırmak, yani ya insanı ya da dünyayı yok etmek. Camus bunlardan her ikisini de, birini tinsel ya da felsefî, diğerini ise fizikî sıfatıyla niteleyerek, intihar diye tanımlar.​
Saçmadan kurtulmanın birinci yolu olan felsefî intihar, Camus'nün gözünde dünyayı reddetme veya ondan vazgeçmedir. Başka bir deyişle, insan, Tertulhanus, Pascal ve Kierkegaard vb., fideistlerin yaptığı gibi, aklı bir tarafa bırakır ve bir ahiret inancına dayanarak, bütün çabalarını tinsellik yoluna yöneltir; yani, kurtuluşu dinde veya Tanrı'da aramak suretiyle, aklın saçma olarak deneyimlediği dünyayı ortadan kaldırmayı deneyebilir. Buna göre, İnsanî özlemlere karşı kayıtsız akıldışı bir dünyada, saçma bir hayatın bilincine varan insan, kendisine bu dünyadakinden farklı olan yepyeni bir hayat aramaya başlar. Bu arayış, saçma karşısında bir umut arayışına tekabül eder. Camus'nün felsefî intiharla eşanlamlı saydığı bu tavır, bizim içkide bulunduğumuz dünyadan bir şekilde kurtulmamız veya bilincimizin akıldışı bulduğu bir dünyaya anlam yüklenmesi yönünde bir umuttan başka hiçbir şey değildir. Yani, o, saçmayı şöyle ya da böyle ortadan kaldıracak olan dine bağlanma, kurtuluşu Tanrı'da bulma, bu dünyadan sonra başka bir dünyaya özlem duymadır. Demek ki, umut veya felsefî intihar, saçmayı ortadan kaldırmaya yönelik bir teşebbüs olarak, bu dünyayı ortadan kaldırıp, onun yerine başka bir dünya koymaktır. Camus felsefece intihar ettiğini söylediği Kierkegaard'a ek olarak Husserl'i de suçlar. Kierkegaard aklı Tanrı'ya feda ederken, Husserl de, aklı yüceltmesine karşın, onu ideal özlere mahkûm etmiştir. Farklı yönelimlere sahip bu iki filozofu birleştiren şey, ikisinin de saçmadan kurtulmak istemesidir; oysa Camus'ye göre, aslolan saçmayı yaşamak ve yaşatmaktır.· Bu filozoflar kurtuluşu başka bir dünyada aramışlardır. Oysa bir kurtuluş varsa eğer, bu dünyada olmak durumundadır ve kurtuluşu bu dünyanın dışında aramak, dünyadan ya da dünyanın gerçekliğinden kaçmak anlamına gelir.​
Saçmadan güya kurtulmanın bir diğer yolu, saçmayı doğuran ilişkinin bu kez diğer kutbunu, eşdeyişle saçmayı duyumsayan insanın kendini ortadan kaldırması, yani intihardır. Camus'ye göre, saçmaya mahkûm olmuş, kötülük, mutsuzluk ve umutsuzluğa köle edilmiş insan, kendisini kuşatan kaderden öç almak ister. Öç almak istemesi, bu insanın köle olmayıp özgür olduğunu kanıtlamak istemesi anlamına gelir. Bunun yolu da, insanın kadere başkaldırması ve kadere teslim olmadığını göstermek için, kendisini öldürmesidir. Fakat Camus intiharın asla bir çözüm olmadığını savunur. İntihar saçmayı yok etmek için başvurulan bir yol olsa bile, onu çürütmenin yolu değildir. İntihar saçmaya başkaldırdığımızı ya da özgür olduğumuzu göstermez, tam tersine saçmaya boyun eğdiğimizi gösterir. İntihar, onun gözünde saçmaya boyun eğmektir, saçmanın onaylanmasıdır. Dahası, intihar kişinin yetersizliğinin, güçsüzlüğünün kabulü; saçmayı kabul edip onunla başa çıkamadığının itirafıdır.​
O, intihar gibi, öldürmenin de saçma karşısında bir çözüm olmadığı düşüncesindedir. Zaten ikisi karşılaştırılırsa, öldürmenin intihar ile aynı olduğu görülecektir. Biri benimseniyorsa, ötekinin de benimsenmesi, biri yadsınıyorsa, ötekinin de yadsınması gerekir.​
Yaşamın yaşanmaya değer olup olmadığı sorgulamasını, saçma duygusuna rağmen yaşamak gerektiği biçiminde çözen Camus için sorgulanması gereken, artık, insanın öldürülüp öldürülemeyeceğidir. "Önümüzde duran şu ötekini öldürmeye ya da öldürülmesine boyun eğmeye hakkımız olup olmadığını bilmediğimiz sürece hiçbir şey bilemeyiz. Bugün her eylem dönüp dolaşıp ya da dolaysız öldürmeye vardığına göre, öldürmemiz gerekip gerekmediğini, gerekiyorsa neden gerektiğini, gerekmiyorsa neden gerekmediğini bilmedikçe eyleme geçemeyiz" diyen Camus'ye göre, saçma duygusundan kurtulmanın tek yolu başkaldırmadır. Başkaldıran insan, "hayır" diyen biridir. Başkaldıran insan, "hayır" demekle, aynı zamanda "evet" de dediği için bir değeri kabul etmektedir. Başkaldırma eylemi, haklı olma durumuna dayanmaktadır.​
Her başkaldırı, haksızlığa karşı başkaldırmadır. Kişi, başkası tarafından kendisine eşit davranılmasını istemektedir. Başkaldırmanın bireyi aşan bir tarafı vardır. Saçma duygusunun deneyimi nasıl bireyse, başkaldırı herkesin serüvenidir. Başkaldırı, "ilk kesinlik"tir. Bu kesinlik, bireyi, yalnızlığından çekip alır. İlk değeri bütün insanlar üzerine kuran bir ortak noktadır. Bu ilk kesinlik, "başkaldırıyorum, öyleyse varız" şeklinde ifadesini bulmaktadır.​
Camus, başkaldırmayı, "metafizik başkaldırma" ve "tarihsel başkaldırma" olarak ikiye ayırır. Bu iki başkaldırmanın da kaynağında, sınır çizme ve ölçü isteği vardır. "Metafizik başkaldırma", insanın kendi koşulunun ve bütün evrenin karşısına dikilmesidir. İnsanın koşulundan anlaşılan insanın ölümlü bir varlık olmasıdır. Başkaldırmış kişi bir yandan ölümlü koşulunu yadsımakta bir yandan da, kendisini bu koşul içinde yaşatan gücü yadsımaktadır. Bunun için, metafizik başkaldıran ille de Tanrısız değildir. Başkaldıran kişi, Tanrı'yı yoksamaktan çok ona meydan okumaktadır. İnsan, başlangıçta, Tanrı'yı silmez, onunla eşit konuşur.​
Camus, metafizik başkaldırmanın tarihinden söz ederken İlkçağdan örnekler verse de bu tarihi esas 18. yüzyıldan başlatır. Sade, Dostoyevski ve Nietzsche, bu tarihte adları geçen üç insandır. Yadsımayı en aşırı düzeye kadar ortaya koyan Sade, yaratmak için yok etmek gerektiğine inanarak çağının karşısında olmuştur. İlkelerin özgürlüğünü değil,, içgüdülerin özgürlüğünü istemiştir. İdam cezasında bir tutarlılık bulduğu için, Camus'nün başkaldırma düşüncesinden ayrılır.​
Camus, Dostoyevski ile, başkaldırının betimlenmesinde bir adım daha atıldığı düşüncesindedir. Romantik başkaldırmışlar, Tanrı'yı bir kin ilkesi olarak saymışlar ve onunla bağlarını koparmışlardır. Dostoyevski'nin kahramanı İvan ise, Tanrı'yı bir aşk ilkesi olarak yadsımaktadır. İvan'a göre, ölümsüzlük yoktur. Ölümsüzlüğün olmadığı yerde erdem, erdemin olmadığı yerde de yasa olmayacaktır. Bu düşünce "her şeye izin vardır" ilkesine kapı açmaktadır. Bu ilke, cinayet yüzyıllarını hazırlayan sonuçlara yol açmıştır.​
Nietzsche, Tanrı'yı ve Tanrı'nın sorumluluğunu yadsımaktadır. O, kendinde ve başkalarında yaşam inancının silindiğini görmüştür. "Başkaldırmış olarak yaşanabilir mi?" sorusu, Nietzsche ile birlikte, "hiçbir şeye inanmadan yaşanabilir mi?" şeklini alır. Nietzsche, yöntemli kuşku yerine, yöntemli yadsımayı hareket noktası olarak görmüştür. Yeniden oluşturmak için yıkmanın gerekli olduğuna inanan Nietzsche'ye göre, iyilikte ve kötülükte yaratıcı olmak isteyen kişinin her şeyden önce yıkıcı olması, değerleri parçalaması gerekir. Nietzsche, "Tanrı öldü" den yola çıkarak başkaldırma üzerine bir felsefe kurmuştur. Öğretisinin özü, tüm boyun eğişle, kötülük karşısında dirençsizlikle özetlenir. Öldürmeyi önlemek için de olsa öldürmemelidir. Dünyayı olduğu gibi benimsemeli, mutsuzluğunu arttırmaya yanaşmamak, ama kötülüğüne kişi olarak katlanmalıdır. Tanrı'nın ölümü hiçbir şeyi bitirmez, bir dirilişin hazırlanması gereklidir. İnsanın, kendi değerlerini yeniden kendi yaratması gerekir. Dünyaya evet demek, aynı zamanda hem kendi kendini, hem de dünyayı yeniden yaratmaktır, yaratıcı olmaktır, büyük sanatçı olmaktır.​
Camus, romantizmin başkaldırma anlayışını da eleştirir. Romantizm de, kötülüğü ve bireyi yeğ tutuşuyla, İlkçağın başkaldırmasından ayrılmaktadır. Romantizm, olanaksız bir iyiliğin özlemi ile kötülük etmek zorunda olduğunu düşünmektedir. Bu anlayış, öldürmeye izin veren bir anlayıştır.​
Metafizik başkaldırma ile Tanrı ölür. Tanrı ölünce de geriye tarih kalır. Bu durum, Tanrı'nın iyiliğinin karşıtı olan tek krallığı, adaletin krallığını kurmayı, İlâhî cemaatin yıkıntıları üzerine insan topluluğunu kurmayı getirecektir. Camus, "tarihsel başkaldırmaca siyasal devrimleri, bireysel ve devlet terörünü ele alır. Bu devrimler, özgürlüklerini öldürmeden almaktadır. Bütün devrimler ya da hemen hemen hepsi insan öldürücü olmuştur. Fransız Devrimi, kralı ortadan kaldırmıştır. Camus, devlet terörü ve rasyonel terörden Marksizmı anlar. Camus'ye göre, Marx, hem bir burjuva, hem de bir devrimci peygamberdir. Onun bilimsel mesihçiliği burjuva kaynaklıdır. İlerleme, bilimin geleceği, teknik ve üretim aşkı on dokuzuncu yüzyılda birer inanç olarak oluşmuş burjuva söylenceleridir. Gerçeğin hem diyalektik hem ekonomik olduğunu belirleyen Marx'in özgünlüğü, tarihin diyalektik olmakla birlikte ekonomi de olduğunu belirlemesidir. Ana eseri olan Kapital'de, Marx, efendi ve köle diyalektiğini yeniden ele alır. Ancak bu eserde, benlik bilinci yerini, ekonomik özerkliğe ve komünizme bırakmaktadır.​
Camus, her türlü sosyalizmi, başta da bilimsel sosyalizmi özünde, ütopya olduğunu söyleyerek eleştirir. Ütopya, Tanrı'nın yerini geleceğe vermektedir. Böyle olunca da, biricik değer, bu geleceğe hizmet eden şey olmaktadır. Marksistler, tarihin fazla ağır gittiğini, onu hızlandırmak için proleteryanın görevini bir avuç kuramcıya bırakmak gerektiğini düşünmüşlerdir. Böylece bu görev, kendileri tarafından yadsınmış oluyordu. Oysa, sonuçta, proleteryanın ihanete uğramaktan başka bir görevi olmamıştır. Proleterler, iktidarı, askerlere ya da aydınlara, yani kendilerini köleleştirmekten geri durmayacak olan geleceğin askerlerine vermek için dövüşmüşler ve ölmüşlerdir.​
Bireysel terörden ise Rus nihilistlerin terörünü anlayan Camus bu konuda Doğrular adlı bir tiyatro eseri kaleme almıştır. 1905 yılının Şubat ayında, devrimci sosyalist partiden bir grup genç, büyük dük Sergey'i bombayla öldürmek için plan yapar. "Bir ülkü uğruna ölmeyi" göze alan Kahayev, büyük düke yapılacak suikastte bombayı atmakla görevlendirilir. Ancak arabanın içinde dükün çocukları da olduğu için bombayı atamaz. îkinci denemede bombayı atar ve dükü öldürür. Kahayev, ölümü ve öldürmeyi "katillik başarıya ulaşmasın" diye seçmiştir.​
O, devlet terörüyle akıldışı terörden ise, faşizmi anlar. Mussolini ve Hitler 20. yüzyıl faşizminin iki ismidir. Yirminci yüzyılın, faşist devrimlerin öncüleri olan Hitler ve Mussolini, nihilist mirasta, aklı tanrılaştıracak yerde, akıldışını tanrılaştırmışlardır. Bu faşist devrimleri, Camus, devrim olarak adlandırmaya değmeyeceğini düşünür. Akıldışı terör, insanları birer nesne, Hitler'in deyimiyle birer "gezegen basili" durumuna getirmiştir. Yalnız kişiyi değil, kişinin evrensel olanaklarını, düşünceyi, yardımlaşmayı ortadan kaldırmıştır.​
Bütün bu yanlışların ardından, saçma deneyimi karşısında kendi başkaldırma önerisinin doğruluğunu ortaya koymaya geçen Camus, başkaldırma ile en yakın ilginin, sanat yoluyla kurulduğunu öne sürer. Başkaldırma gerekliliği, sanatsal bir gerekliliktir. Roman, başkaldırmış bir duyarlılığın buyruğuna girmiş aklın bir çabasıdır. Bütün başkaldırmış düşünceler, bir söz sanatı içinde belirlenmektedir. Başkaldırma, anlamını, en iyi sanatta bulmaktadır. Sanat da başkaldırma gibi, "Varız"ı ortaya koyduğu için yalnız bir kişinin değildir. Fetihçiler öldürür ama yaratmazlar, sanatçılar ise yarahrlar ve öldürmezler. Sanatsal yaratıcılık sayesinde dünya yeniden kurulur.​
Camus'nün başkaldırma felsefesi, yaşadığı çağın olaylarına bakmakta ve sorununu saptamaktadır. Onun çağında gördüğü sorun "mantık cinayetleri"dir. Felsefî eseri Başkaldıran İnsan’ı yazmaya götüren neden de "mantık cinayetlerinin" açıklanmasıdır. Bu, çağını anlama yolunda bir çabadır. Camus, mantık sorunu olarak belirlediği öldürme sorununa, yadsınamayacak ilk şeyin başkasının yaşaması olduğu kabulü ile yaklaşmaktadır. O, bir değeri korumak adına bir değerin harcanmasını istemez. Gelişlirdiği başkaldırma anlayışını, diğer olumsuz başkaldırılardan ayıran da budur. Camus, öldürmenin mantığının çağımızda yasaya uydurulmuş öldürmeye dek götürüldüğünü, ortaklaşa intiharda en yüksek noktasına ulaştığını, bunun da en göz kamaştırıcı kanıtının Hitler yıkımı olduğunu belirtir.​
Camus, başkaldırmanın ilkesinin, şiddetten vazgeçmek olduğunu düşünmektedir. Onun başkaldırıdan anladığı, insanın, adalet ile özgürlüğü bağdaştırmayı başarabilmesinde yatmaktadır. Başkaldırmayı sevgi ile olan ilgisinden ayırmanın olumsuz sonuçlar doğuracağını söyleyen Camus'nün başkaldırma anlayışı ile, her şeyin anlam ve değerden yoksun olduğu düşüncesi geçerliliğini kaybetmekte ve kişiye yeniden kendi olanaklarını görme yolu açılabilmektedir. Bu imkânı daha iyi görebilmek için, Camus'nün başkaldırmadan anladığını, diğer telakkilerin anladıklarından ayırt etmek gerekir.​
Başkaldırmanın özellikleri
1. Başkaldırı, bireyin temel bir insan hakkı olan, yaşama hakkını savunur. Dolayısıyla, işkencenin her türüne ve idama karşıdır. Camus, "Giyotin Üzerine" başlıklı yazısında, idama karşı çıkar. Ona göre, ölüm cezası savunucuları, görüşlerini mantıkla savunamamaktadır. "Mantık cinayeti"ni işleyenler, insanı yerinden edip onu tutsak düşürenler, "özgürlük bayrağı altında tutsak kampları", toplu öldürmeler, başkasının yaşamasını düşüncelerde yadsıyanlar, doğru başkaldırmadan ayrılırlar. Bu anlamda, başkaldırma ve devrim birbirlerinden farklı iki kavramdır. Devrim, düşünceden yola çıkar, başkaldırı ise, yalnızca bireysel deneyimden düşünceye götüren bir devinimdir. Devrim, bir eylemi düşünceye göre biçimlendirme, dünyayı kuramsal bir çerçeveye uydurma çabasıdır.​
2. Başkaldırı sınır ve ölçü tanımaz. Sınır tanımayan devrimler, "sınırsız kölelik" doğurmuştur. Böylelikle, başkaldırının kaynağı olan sınır tanıyıştan uzaklaşmışlardır. İnsan özgürlüğü görecelidir. İnsan kendi özgürlüğünün göreceli ve sınırlı olduğunu onaylarken, başkasının özgürlüğünün de göreceli ve sınırlı olduğunu onaylar. Mutlak özgürlük, insan öldürmeye kadar varmaktadır. Tiyatro eserinin baş kahramanı olan Caligula sınır ve ölçü tanımayan bir karakterdir. Camus, eserinde Caligula'ya şunları söyletir: "Çektiğimiz acıları azaltamıyor, varlıktan ölümsüz kılamıyor, güneşin doğudan batmasını sağlayamıyor, olayların düzenini değiştiremiyorsam; ne denli sıkı davranırsam davranayım neye yarar bu şaşırtıcı erk? Hayır Caesoma, uyumak ya da uyanık kalmak... Önemsiz... Bu dünyanın düzenine etki edemiyorsam."​
3. Başkaldıran kişi, elik olarak eyleyen kişidir. Güven, dürüstlük, yalan söylememe, kişinin yapması gerekeni zamanında yapması, adil olma, kişiye olan saygı, başkaldıran insanm etik değerleridir. Camus'nün Veba adlı romanının kahramanı olan Dr. Rieux, buna en iyi örnektir. Dr. Rieux, yapması gerekeni yapmış, hastadan hastaya koşmuş, resmî makamları, Oran şehrindeki hastalığın veba olduğunu inandırmaya çalışmıştır. Çevresindekiler de bir süre sonra bu savaşa katılır.​
4. Başkaldırma, sanatın gerekliliğini kabul eder. Çünkü, başkaldırma, gerçek yaratımda sürüp gider ve tamamlanır. Oysa, bütün devrimciler sanata düşmanca davranmışlardır. Devrim ahlâkı, güzelliği sürgün etmiştir. Rousseau, sanatta, toplumun doğaya eklediği bir bozulma görmektedir. Saint-Just tiyatrolara ateş püskürmektedir. Fransız Devrimi, hiçbir büyük sanatçı yetiştirmemiştir. Alman ideolojisi, sanatı suçlamıştır. Marx, sanatın bütün zamanlar için geçerli olmayacağını düşünmüştür. Sanat sadece kendi çağı ile sınırlıdır. Sanat, devrimin buyruğuna giren sanat olmalıdır. Oysa, başkaldırının özü konusunda en doğru değerlendirmeyi yapmamıza olanak sağlayan sanat, doğruluk ve özgürlük getirecek bir direniş biçimi yaratabilmektedir.​
5. Başkaldırma adalet ve özgürlüğü birleştirir. Notlarında, kaleme aldığı şu diyalog bu birleştirmenin en iyi örneğini oluşturur: "C.Özgürlüğe inanmıyorum. Bu benim insan olarak duyduğum acı. Bugün özgürlük beni rahatsız ediyor. L.Neden? Özgürlük beni adaleti sağlamaktan alıkoyuyor. C.Benim inancım ikisinin birbiriyle uyuşabilmesi." Başkaldırmanın mantığı, adalete yardımcı olmayı istemektir. Başkaldırma işte bu noktada, nihilizmden ayrılır. Çünkü nihilist tutku, adaletsizliğe ve yalana katkıda bulunmaktadır.​
6. Başkaldırma, herkes için özgürlük talebiyle ortaya çıktığından, yalnızca bir kişi için söz konusu olamaz. Başkaldırma, ilk değeri, bütün insanlar üzerine kuran bir ortak noktadır. Bundan dolayı, onun başkaldırı anlayışında, insanın başkalarına başkalarının da insana gereksinimi vardır.​
7. Başkaldırmada umut, dayanışma ve yaşamı sevme vardır. Zira bütün bunlar, insana inanmak için gereklidir. Ama, günümüzde, insanlar kendilerinden, mutlu olmaktan ve sevmekten utanır olmuşlardır. İnsanlar, yaşamı, gelişme ve iyileşme umudu olmayan bir geleceksizlik olarak algılamaktadırlar.​
8. Başkaldırma iletişimsel olup, polemiğin yerini diyalogun almasını ister. Çağımızda olup bitene bakılırsa, başkaldırıdan bir hayli uzaklaşıldığı görülür. Taşlamalar, savunmalar, bağrışmalar karşılıklı konuşmanın yerini almıştır. 20. yüzyıl, tek yanlı çatma ve kötüleme çağıdır. Polemik yüzünden, insanların çoğunun gözlerini perdeler bürümüş, insanlar arasında yaşamak yerine, gölgeler dünyasında yaşanır olmuştur. Başkaldırı, bir ideoloji ve dogmatik bir öğretinin buyruğuna giren insan için, bir düşünme olanağı sağlar.​
A. CAMUS, Başkaldıran lnsan(çev. T. Yücel), İstanbul 2000; A. CAMUS, Doğrulat(çev. F. Edgü), İstanbul 1964; A CAMUS, Giyotin Ûzerine(çev. A. Sirmen), İstanbul, 1972; A. CAMUS, Caligula(çev. A. R. Ergüven), İstanbul 1997; A. CAMUS, Veba(çev. N. Önol), İstanbul 1985; A. CAMUS, Denemeler(çev. S. Eyuboğlu V. Günyol), İstanbul 1997; A. CAMUS, Defterler 2(çev. Ü. M. Altan), İstanbul, 2003; A. CAMUS, Sisifos Söyleni(çev. T. Yücel), İstanbul, 1998; A. CAMUS, Yabancı(çev. S. Tiryakioğlu), İstanbul, 1994; A. O. GÜNDOĞAN, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, Erzurum, 1995; C. C. O’BRIEN, Camus(çev. F. Özgüven), Istanbul, 1984.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
Ayrıca bkz., AMOR FATİ, BAĞLANMA, CAMUS, DOSTOYEVSKİ, ETİK, ETİĞİN TARİHİ, KIERKEGAARD, SAÇMA, SADE, VAROLUŞÇULUK.​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst