1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Bakhtin Çevresi, büyük Rus dilcisi ve filozofu Bakhtin'in temel düşüncelerinden yola çıkarak, bir yanda Rus Devrimi'nin öbür yanda Stalin rejiminin yol açtığı kültürel ve toplumsal sorunları felsefî bir gözle irdelemek amacıyla bir araya gelmiş önemli Rus düşünürlerince oluşturulmuş yakın dönem çağdaş Rus felsefesinin en önemli düşünce okulunu tanımlar.​
Bakhtin, tarihte bilinen en büyük yazınsal ya da düşünsel buluşların öncelikle roman yazarlarınca yapıldığını, ancak bunların daha sonraları çoğunlukla da gerçek özlerinden çok şeyler yitirerek soyut felsefe diliyle yeniden dillendirilerek "kayıtlara geçtiğini" ileri sürüp, yazın türlerini, en genel anlamda yaşanan belli bir deneyimin duyumunun somut dışavurumlarının dile getirildiği örtük dünya görüşleri olarak değerlendirmekteydi. Filozofların öteden beri canla başla peşinde oldukları bilgeliğin, ancak yazın yapıtlarının hem biçimlerinin hem de içeriklerinin derinlemesine araştırılmasıyla edinilebilir olduğunu, romanların her durumda Batı düşüncesinin dil duyumunun, psikolojik kaynaklarının, zaman tasarımınının, bundan da önemlisi etik yönelim ve bağlanımlarının en iyi görüleceği yerler olduğunu düşünen Bakhtin'e göre, gerçekçi romanlar, hiçbir başka düşünce biçiminin dile getiremeyeceği bir yetkinlikte yaşamın sıradan anlamını yakalayarak ortaya koydukları için en büyük yazın yapıtlarıdırlar.​
Dilin gerçek işleyişinin anlaşılmasının, ne sözcüklere ne de tümcelere odaklanarak başarılmayacağım ileri süren Bakhtin, tümcelerin ya da sözcüklerin her durumda yinelenebilir olduklarını, buna karşı söylemelerinse, ancak, belli bir bağlam için meydana geldiklerini savunmaktaydı. Bundan daha da önemlisi, söylemelerin, söyleşisel bir etkileşimin değişmez parçası olarak dile getirildiklerini, bir anlamda hem konuşmacıya hem de dinleyiciye ait olduklarını bildiren Bakhtin, kilit değerde bir önemi bulunan "söyleşi" terimini, sırasıyla (1) bir hakikate ilişkin bir dünya görüşü ya da doğruluk duyumu olarak, (2) özel bir dil kullanışı olarak ve nihayet, (3) dilin kendisini tanımlayan tanımlayıcı bir nitelik olarak, üç ayrı anlamda kullanmıştı.​
Yine aynı dile yönelik görüşlerinde Bakhtin, kişinin bir dil edindiğinde bir bilinç, bir yaşam görüşü, en önemlisi de, bir ben edindiğini, dolayısıyla bütün öğeleriyle birlikte benin yapımının özünde dilsel bir doğa sergilediğini ileri sürmüştü. Sanıldığının tersine ben duyumunun dile getirilmemiş değişik duygular, görüler, sezi ya da önsezilerle belirlenmediğini savunan Bakhtin, kişinin kendini anlamasının ya da kendi benini tanımasının, her durumda söyleşiye dayalı bir dilsellikle gerçekleştirildiğini bildirir. Buna göre dili, bütünüyle söyleşilerde gerçekleştirilen dilsel etkileşimlerle öğrenmekte, aynı türden söyleşileri tek başınayken çoğunluk kısaltılmış biçimleriyle içimizde ya da kafamızda dillendirmekteyizdir. O bu bağlamda yaşamımızda önemli bir yer tutan insanların, kendi iç konuşmalarımızdaki söyleşilerde sıklıkla kendilerine seslendiğimiz kişiler olduklarını belirterek, ben denilenin de, son çözümlemede, kendi içinde seslendiği kişilerle girdiği söyleşilerin toplamından öte bir anlamı olduğunu ileri sürer.​
Bakhtin, düzenin her zaman için gerçekleştirilmesi gereken bir ödev olduğu gerçeğine bağlı olarak, kendi içinde bütünlüklü bir dilin birlikli düzeninin, verili birşey olmayıp, özce kurulması gereken birşey olduğunu savunmaktadır. Dil, tıpkı kültürün geride kalan bölümleri gibi, "merkezkaçlı güçler"in zorlamasıyla dizgesel olmayan çeşitli biçimlerde parçalanıp darmadağın edilmektedir. Kültür, merkezkaççı güçlerin yol açtığı bu ciddî sorunun üstesinden gelmek adına hiç değilse belli ölçülerde dilin birliğini ve bütünlüğünü koruyabilmek, değişik sözlükler ile dilbilgisi kitapları yazma yoluna gitrtıektedir. Bu anlamda Bakhtin'e göre, hangi dil olursa olsun ister Rusça ya da ister Türkçe, dil önemli ölçülerde dilsel olmayan dildışı basınçların bir uzantısıdır. Ne var ki, birlikli ya da bütünlüklü dil ülküsü adına sözlükler ile dilbilgisi kitaplarında konulan dile karşı işlemeyi sürdüren başka konuşma biçimleri de bulunmaktadır. Bakhtin, farklı konuşma biçimleriyle konuşanların başlarından geçen deneyimleri farklı biçimlerde kavradıklarını belirterek, her mesleğin, her kuşağın, değişik yöresel ya da etnik grupların kendilerine özgü ağızları ile sözdağarları olduğunu, birbirlerine bambaşka biçimlerde seslendiklerini, biçemleri ile vurgulamalarının birbirinden kesin çizgilerle ayrı olduğunu, dolayısıyla da her dil topluluğunun kendince düşünüp dünyayı kendi diliyle gördüğünü dile getirmektedir. Nitekim bu anlamda dil, her durumda tek bir dilden değil dillerden oluşmakta, onun deyişiyle bir heteroglossia, yani ayrışık konuşma ve söyleme dünyalarından meydana gelmektedir. Bir dilin içinde yer alan bütün bu birbirinden değişik "diller"i tanımlamaya olanak tanıyacak tek bir ilke ya da dayanak yoktur, çünkü bu dilleri birbirinden ayrı kılan, hep belli bir toplumsal etkinlik doğrultusunda sayısız biçimde dile getirilmeleri, farklı farklı deney imlenen dünyaların kavramsallaştırılmalarıdır. Bakhtin, bu açıdan bakıldığında bütün herkesin değişik yaşam çevrelerine girip çıktığından ötürü tek bir dilin heteroglossia'sına konu olduğunu, yani bir dilin içinde birden fazla dil bildiğini düşünmektedir. Bir başka deyişle, belli bir dil için geçerli olan belli bir deneyim alanına çoğunluk öteki dillerin deneyim tutumlarıyla yaklaşmamız kaçınılmaz olduğundan, dillerin heteroglosSia'slnln kendi aralarında söyleşiye girmelerinden daha doğal birşey yoktur. Bu durum insanın deneyim duyumunu değiştirdiği gibi, pek çok insan tarafından aynı anda yeterince yinelenir olduğunda, dilin de gelişme göstermesine olanak tanımaktadır. Bakhtin bu düşünceleriyle, dili soyut ve dizgesi bir yapı sergileyen birtakım ilkeler aracılığıyla gelişen, her durumda soyut bir dizge olarak gören "Rus Biçimcileri"nin görüşlerinde dizgesel olmayan önemli gedikler açmıştır. Nitekim bu gediklerden en önemlisi, önde gelen iki Rus Biçimcisi Roman Jakobson ile Iurii Tymanov'un ortaya attıkları, "bir dizgenin tarihinin kendisi de bir dizgedir" düşüncesinde meydana gelmiştir.​
Bakhtin, hemen bütün yaşamı boyunca, başlarda "kuramcılık" diye adlandırdığı, daha sonraysa dil üzerine yaptığı çalışmaların ışığı altında dünyanın temelde düzenli olduğu, deneyiminde ilkece soyut terimlerle kavranabilir olduğu düşüncesi üstüne kurulu "teksözlülük" diye tanımladığı tutumla savaş içinde olmuştu. Bu bağlamda en başından beri Bakhtin, kuramların rasyonel bilgi sunmak adına, deneyimin bütün canlılığını boğazlayarak, onu kansız cansız olay kayıtları haline getirdiklerini ileri sürmektedir. Söz gelimi, rasyonalizm geleneğinin her durumda olayların ya da olay örgülerinin temel yasalarla açıklanabilir olduğu yönündeki temel savunusuna dikkat çeken Bakhtin, bu türden her yaklaşımın ister istemez olayların "olay olmaktalıkları" üstüne odaklanmak durumunda olduğundan, olayları ancak anlık kesitler olarak canlandırabildiğini, buna karşın olayların gelecekte konu oldukları sayısız olanağı ise, bütünüyle göz ardı ettiklerini belirtmekteydi. Bu durumun, doğrudan dile uygulandığında, kuramcılık ya da teksözlülüğün soyut dil dizgesi olarak langue ile tek tek konuşma edimleri kurallarının yalnızca örneklenmesi olarak parole arasında yapılan Saussurecu ayırımın doğmasına neden olduğu açıklıkla görülmektedir. Öte yanda, o, insanlara uygulandığındaysa, insanların bütün ayrışıklıklarını tektipliliğe indirgediği, ortaya konan belli bir nitelikler dizgesi temelinde bütün insanları olmuş bitmiş soyut kendilikler olarak sonlandırdığı görülmektedir. Nitekim Bakhtin'in etiğe yönelik genel duruşu da, çok büyük ölçüde insana, olmuş bitmişlik bildiren bir gözle yaklaşmaya karşı verilen mücadelenin doğal bir ürünü olmuştur. Bakhtin, etik bakımdan en önemli eylemlerin, önceden verili kategorilere dayalı olarak kestirilmesi olanaklı olamayan olgularca çevrili, öndeyilenemez eylemler olduğunu savunmaktadır. Buna bağlı olarak, etik seçimin özünü neyin oluşturduğu sorusuna yönelen Bakhtin, belli bir etik eylem için öne sürülen "yapmam gerekiyor" koşullu buyruğunun, doğrudan doğruya "olayların olay olmaktalıkları" düşüncesine dayandırıldığından, eylemlerin etik özlerinin, bütünüyle ahlaksal akılyürütme sürecinde yitirildiğini ileri sürmektedir. Etik bu nedenle, genelleştirilmiş hiçbir insan, değer ya da eylem kategorisine gitmeden, her insanı kendi tekilliğiyle ele almak, aynı biçimde her eyleme de kendi özel bağlamı içinde yaklaşmak zorundadır. Bakhtin'in etiğe yönelik bu yaklaşımının en iyi anlatımı, "benim tarafımdan başarılabilir olan birşey bir başkası tarafından asla başarılabilir değildir" tümcesinde bulunmaktadır. En yüksek değer yine insanın kendisidir; dolayısıyla insanın yerine getirmesi gereken birtakım ödevlere ya da eylemlere gönderimlerde bulunarak, çeşitli değer temellendirmelerinden bulunmak son derece büyük bir etik yanılgıdır. Nitekim Sovyetler Birliğindeki komünist rejime karşı Bakhtin, bütün sorumluluğu soyut bir otoriteye bağlayan, kurallara mekanik bir biçimde uyulmasını empoze eden ideolojik düşünme biçimini kıyasıya eleştirmişti. Kurallar ile psikolojik mekanizmaların, çoğu durumda insanlar için yaşamı daha kolaylaştırdığına dikkat çeken Bakhtin, oysa bunun sorumluluk almaktan kaçınılmasına yol açtığı, kişinin kendisini kandırmasına olanak tanıdığı için hiç de, kabul edilebilir olmadığını düşünmekteydi.​
Bakhtin'in işte bütün bu araştırma ve görüşlerinden yola çıkan Bakhtin Çevresi'nin düşünceleri, en genel anlamda, kültür felsefesi diye adlandırılabilir. Nitekim Bakhtin çevresinin üyeleri, çalışmalarının büyük bölümünde genelde toplumsal yaşamda, daha özeldeyse sanat yapıtlarında karşılaşılan "anlamlandırma" başta olmak üzere, değişik göstergebilim sorunlarıyla ilgilenmişlerdir. Bu bağlamda, Bakhtin çevresine bağlı düşünürlerin kalkış noktasını, Bakhtin'in kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkta tanıtladığı dilsel üretimin her durumda söyleşisel bir doğası bulunduğuna dayalı temel düşünce oluşturmaktadır. Özellikle değişik halk katmanlarında geçerli olan söyleşi biçimlerine odaklanan Bakhtin çevresi düşünürleri, yönetici katmanın dilini, söyleşi olanağını baştan olumsuzlayan tek bir totaliter söylem biçimi olarak tanımlarken, buna karşın, alt tabakaların dillerinin, söyleyişi gerçekleştiremeyerek kendi iç konuşmalanna (monologlarına) kapanmak durumunda bırakıldıkları saptamasında bulunmaktadırlar. Yine Bakthtin'in düşünsel çizgisinden yürüyerek, başta roman olmak üzere değişik yazın alanlarında yaptıkları çalışmalarıyla dikkat çeken bu düşünürler, öteki yazın türleri arasında romanın ideologiekritik yapmaya en uygun alan olduğunu ileri sürerler. Özellikle Batılı kaynaklarda daha çok "Bakhtin Okulu" diye anılan çevrenin en önemli üyeleri arasında Matvei Isavich Kagan (18891937), Pavel Nikolevich Medvedev (18911938), Lev Vasilievich Pumpianskii (18911940), Ivan Ivanovich Sollertinskii (19021944), Valentin Nikolaevich Voloshinov adları daha bir öne çıkmaktadır.​
Bakhtin Çevresi'nin göstergebilime yönelik düşüncelerinin en iyi anlatımını, Voloshinov'un daha önce değişik yerlerde yayımladığı bir dizi yazısını kitap haline getirdiği en önemli yapıtı olan Marksçılık ile Dil Felsefesi'nde bulmak olanaklıdır. Söz konusu kitapta Voloshinov Çağdaş Felsefe'nin iki egemen dil anlayışına karşılık geldiğini düşündüğü, iki ayrı dil tasarımını, dil ile ideoloji ilişkisi doğrultusunda çözümlemektedir. Voloshinov, Saussure'un ölümünden sonra yayımlanan ders notlarından hareketle çeşitli düşünürlerin elbirliğiyle temellendirilen dil anlayışını, "soyut nesnelcilik" diye adlandırırken, Wihelm von Humboldt'un düşüncelerinden hareketle, başta Croce ile Vossler olmak üzere, romantik idealist düşünürler tarafından geliştirilen dil anlayışını ise, "bireyselci öznecilik" diye tanımlamaktadır. Bu iki akımın da akılcılık ile romantizm akımlarından türetildiklerini, dolayısıyla da, ister istemez her iki akımda içerilen güçlü ve zayıf yanları aynen yansıttıklarına dikkat çeken Voloshinov, soyut nesnelciliğin, dilin dizgesel ile toplumsal niteliklerini özdeşleştirmekle, toplumdaki dil kullanışlarının ana kaynağı olarak "kendisiyle özdeş biçimler dizgesi"ni görmekle büyük bir yanlışa düştüğünü, buna bağlı olarak da dilin canlı gerçekliğini kullanışlarının tarihsel bağlamından soyutladığını dile getirmektedir. Açıklıkla görüleceği üzere, Voloshinov'un soyut nesnelcilik yönelimli dil anlayışına karşı getirdiği bu eleştiri, Bakhtin'in "kuramcılık" eleştrisinin doğal bir uzantısıdır. Buna karşın, Voloshinov'un bireyselci öznelcilik diye adlandırdığı ikinci yaklaşım, dilin, özünde, sürekli yeni olanaklara açık kesintisiz bir yaratım süreciyle evrildiğini, bu sürecin de son derece anlamlı olduğunu ileri sürerken, doğru bir saptamada bulunuyor olmasına karşın, söz konusu yaratımın yasalarını bireysel ruhbilim yasalarıyla tanımlar ve farklı gösterge dizgesi yapılarına konu olmalarına karşın, sanatsal yaratım ile dilsel yaratımı aynı kefeye koyarken bütünüyle yanlış yola sapmaktadır. Voloshinov, yaptığı bu eleştirilerin sunduğu içgörüler doğrultusunda, değişmez bir dilsel göstergeler dizgesi tasarlamanın ilkece daha baştan olanaksız olduğunu, bunun bilimsel bir soyutlama olmaktan daha öte bir değeri bulunmadığını ileri sürmektedir. Voloshinov'un gözünde, dilsel yaratım süreci konuşmacıların hem toplumsal hem de sözsel etkileşimlerine yer etmiş olduğundan, dilsel yaratım sürecinin yasalarının her durumda toplumsal yasalar olmalarının zorunlu olduğunu belirtmektedir. Nitekim Voloshinov, dilsel ile sanatsal yaratıcılık her bakımdan örtüşmeseler bile, her türden yaratıcılığın son çözümlemede kaçınılmaz olarak hem dil deneyimini hem de dilin yapısını doyuma kavuşturan ideolojik anlamlar ile değerlere odaklanması gerektiğinin altını özellikle çizmektedir. Günümüzde pek çok yorumcu, özellikle Voloshinov'un bu düşüncelerinden yola çıkarak, "Bakhtin Çevresi"nin başta post-yapısalcılık olmak üzere, dilsel dönemeçten geçmiş felsefe anlayışlarınca dillendirilen eleştirilerin pek çoğunu öncelediği konusunda görüş birliği içindedirler. Hatta kimi araştırmacılara göre, Bakhtin Çevresinin esin kaynağı olan Bakhtin, çağdaş felsefenin gündemine pek çok bakımdan Derrida ile karşılaştırılabilir katkılarda bulunmuştur.​
C. BRANDIST, “Bakhtin Circle", The Internet Encyclopedia of Philosophy, M. GARDINER, The Dialogics of Critique, Routledge, 1992.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
Aynca bkz., BAKHTIN, DİYALOJİ, DOSTOYOVESKİ, DİL FELSEFESİ, EDEBİYAT VE FELSEFE, SOVYETLERDE FELSEFE.​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst