1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Bağdaşımcılık, çağdaş epistemoloji kavramları ve akımları arasında en kritik ve en tartışmalı olanlardan biridir. En genel şekliyle ifade edildiğinde bağdaşımcılığın tezi şudur: Tümcelerin, önermelerin veya inançların belli bir semantik ya da bilgisel statüyü (örneğin, "doğru" veya "iyi gerekçelendirilmiş") kazanmalarının en temel veya birincil gerek koşulu, bunların türdeşleriyle (yani diğer tümce, önerme veya inançlarla) bağdaşım ilişkisi içinde olmalarıdır. Biz burada en önemli bağdaşımcılık türleri olan bağdaşımcı haklılaştırma kuramı ve bağdaşımcı doğruluk kuramını irdeleyeceğiz.​
Ancak, ilk olarak, sıkça ortaya çıkan bir kavramsal karışıklığa dikkat çekmekte yarar var. Bağdaşımcılık (coherence) kavramı, mantıksal tutarlılıktan (logical consistency) önemli bir anlamda farklıdır. Aralarında tutarlılık gösteren bir küme elemanları, bağdaşım sergilemekten uzak olabilirler. Örneğin, P1: "Çimen yeşil renklidir", P2: "Ankara Türkiye'nin başkentidir", P3: "Masamın üstünde şu anda beş tane kitap var" önermelerini içinde barındıran bir kümeyi alalım. (P1, P2, P3) kümesi çelişki içermemesi nedeniyle mantıksal olarak tutarlı bir kümedir. Fakat P1, P2 ve P3'ten hiçbirinin doğruluk olasılığı, kümenin diğer elemanları tarafından artırılmadığı için, (P1, P2, P3) bağdaşımı zayıf bir küme olarak görülmelidir. Şimdi bağdaşımcılık kuramlarının incelenmesine geçebiliriz.​
(1) Bağdaşımcı Haklılaştırma Kuramı: Belli bir öznenin sahip olduğu inanç dizgesine veya inançsal altyapıya D adını verelim. D'nin kapsamı içinde bulunan inançlardan biri İ olsun. İ'yi haklılaştıran durum ya da olgu nedir? Bağdaşımcı haklılaştırma kuramına göre, bunun yanıtı, İ inancının D dizgesinde yer alan (İ dışındaki) inançlarla bağdaşım ilişkisi içinde olmasıdır. Bağdaşımcılık esas olarak geriye gitme sorununu çözmeye yönelik bir kuramdır. Bu kurama veya görüşe dayanak sağlayan en önemli gerekçelerden biri, haklılaştırma zincirinde gelip dayanıldığı iddia edilen temel inançların, kendilerinin haklılaştırılmalarına ilişkin büyük bir sorunun olmasıdır.​
Diyelim ki, haklılaştırma süreci temelcilik görüşünü savunanların da dediği gibi, "temel inançlara" dayanmaktadır. Bu durumda, sorulması gereken soru şudur: Temel inançların haklılaştırılması nasıl gerçekleşecektir? Epistemoloji literatüründe buna verilen yanıt, genellikle, "doğrudan ve dolaysız kavrama yoluyla" olmuştur. Ama burada kastedilen doğrudan kavramalar (veya algı parçaları, henüz bilgiye dönüştürülmemiş zihinsel veriler, vb.) şöyle bir ikilem doğurur:​
(a) Eğer bu algısal verilerin bilişsel veya önermesel bir içerik taşıdıkları -yani anlamlandırılmamış fizyolojik süreçlerden ibaret olmadıkları kabul edilirse, o zaman bunların gerçekten de diğer (temel olmayan) inançlara haklılaştırma sağlamaları mantıksal olarak olanaklı görünmektedir. Fakat bu durumda, söz konusu algıların -aynı inançlar gibibilişsel içerik taşımaları nedeniyle, kendilerinin de haklılaştırmaya gereksinimi olacaktır. Bu durum, önermesel bir içerik barındırmanın doğal bir sonucudur. Şüphesiz bunun sonucu olarak da, haklılaştırma süreci yukarıda betimlenen "algısal verilerde" bitmeyecek ve geriye gidiş tekrar başlayacaktır, (b) Şimdi de, temel algısal verilerin bilişsel veya önermesel bir içerik taşımadıklarını varsayalım. O halde bu verilerin haklılaştırılması sorunu ortadan kalkmaktadır; çünkü bilişsel ya da önermesel olmayan bir şeyin, o türden bir gerekçelendirmeye gereksinimi olması pek akılcı bir düşünce değildir. Ancak bu sefer de algı verilerinin diğer (temel olmayan) inançları haklılaştırmaları veya gerekçelendirmeleri olanaksızlaşmaktadır. Bilişsel içerikten yoksun -ve henüz özne tarafından anlamlandırılmamış olguların ya da unsurların, inanç gibi önermesel içerik taşıyan zihinsel durumlara dayanak sağlayabileceği son derece şüpheli bir savdır. Yani bu seçenek de bağdaşımcılık açısından savunulabilir olmaktan uzaktır.​
Yukarıda kısaca açıklanan ikilemin sonucu şudur: Algı verileri, temellendirmeci okulun onlara atfettiği işlevi yerine getirmeye uygun birimler değildir. Temelci görüşe itiraz eden felsefecilerin çoğunlukla üzerinde uzlaştıkları nokta, bilgisel haklılaştırma söz konusu olduğu sürece öznelerin, bilişsel veya önermesel alanın dışına sıçramalarının ve benzeştirmeyle dersekhaklılaştırma gemisini fizyolojik bir halatla karaya bağlamalarının olanaksız olduğu yönündedir. Donald Davidson'un da dediği gibi, dış dünya özneler (ya da zihinler) üzerinde yalnızca nedensel etkilerde bulunur, ama haklılaştırmaya karışmaz. Algı verilerinin (nedensel zincirin içinde olsalar da) bilişsellik düzleminin dışında kaldıkları teslim edildiği sürece, bu verilerin "temel" işlevi göremeyecekleri de kesinlik kazanmaktadır. Öyleyse, inançların veya önermelerin haklılaştırılması konusuna ışık tutabilecek tek olgu, bir inancın belli bir inanç dizgesiyle bağdaşım içinde olmasıdır. Algı veya sinir sistemizde oluşan bilgi-öncesi devinimler ve olgular, gerekçelendirme açısından tamamen ilgisiz konulardır. Başka bir deyişle; hakldaştırmanın, çıkarımsal olmayan, önermesel içerik barındırmayan ve bir noktadan sonra, inançları dışarda bırakıp, sorunu, fizyoloji veya ontoloji aracılığıyla çözen bir yönünün olması olanaklı değildir. Keith Lehrer'ın deyimiyle, gerekçelendirme ve haklılaştırma konularında bir insanın inanç dizgesinin dışına çıkıp bakması tümüyle olanaksızdır.​
Bu irdelemelerin bağdaşımcılığı temelcilik karşısında cazip kıldığı düşünülebilir. Ancak burada betimlendiği şekliyle bağdaşımcı haklılaştırma kuramının iki büyük sorunu bulunmaktadır:​
(i) Bağdaşım haklılaştırma için yeterli değildir. "Alternatif dizgeler itirazı" olarak da bilinen bu düşünceye göre, inançlar arasında oluşan bağdaşım tek başına haklılaştırma için yeterli olamaz; çünkü biz, pek çok durumda, bu özelliği sergileyen alternatif inanç dizgelerinin olacağını düşünebiliriz. Burada, örneğin, insanların hayal gücünün ürettiği pek çok dizgenin ya da açıklamanın yüksek oranda tutarlılık ve bağdaşım gösterdiğini anımsamak gerekir. Elbette bu dizge ve açıklamaların tümünün (veya çoğunun) doğru olduğunu ve gerçeği yansıttığını düşünmemiz için hiç bir sebep yoktur. Bu durum, son derece sorunlu bir görünüme yol açar: Bağdaşım kıstası -tek başına alındığında iyi inanç dizgelerini kötülerden ayırmak konusunda açıkça yetersizdir.​
(ii) Bağdaşım haklılaştırma için gerekli değildir. "Dış dünyadan kopukluk itirazı" olarak da bilinen bu karşı çıkış, özsel olarak (i) ile aynı soruna dayanmaktadır. Buna göre, bağdaşımcılığın bize sunduğu haklılaştırma tablosu, bizim olağan sezgilerimizle ciddî bir oranda çatışmaktadır. Bağdaşımcılığın kuramsal tanımı içinde, haklılaştırmayı dünyada olup bitenlerle ilişkilendirmeye yönelik herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak, bağdaşımsal koşulları başarıyla yerine getirmiş bir inanç sisteminin, açıklamaya ya da temsil etmeye çalıştığı olaylardan kopması aslında son derece olası görünmektedir. Ayrıca, sağduyu açısından bakıldığında, bizim haklılaştırma için başvurduğumuz yerin çoğunlukla, diğer inançlar değil olguların kendisi olduğu açıkça görülür. Gözlemsel inançlarımız bunun en iyi örneğidir. "Elimde tuttuğum kitabın kapağı siyahtır" inancımı desteklemem veya doğrulamam için yapmam gereken şey, kafamdaki diğer inançların bu önermeyle ne kadar uyuştuğunu kontrol etmek değil, sadece elimdeki kitaba bakmaktır. Bu anlamda, inançlar-arası bağdaşımın haklılaştırma için gerekli olmadığı durumlar bulunmaktadır. Bağdaşımcılığın bu sorunu çözemediği sürece akılcı bir seçenek olarak karşımıza çıkması olanaksız görünmektedir.​
Bu itirazlara verilen bir yanıta aşağıda kısaca değineceğiz. Ancak bu noktada, bir parantez açıp, bağdaşımcılığın aslında neden pek çok okura vereceği ilk izlenimin tersine tamamen savunulamaz veya akla aykırı bir kuram olmadığını ve ne anlamda belli incelikler içerdiğini belirtmemiz gerekiyor. "Elimde tuttuğum kitabın kapağı siyahtır" inancına ve bunun gerekçelendirilmesi konusuna dönelim. Her ne kadar bu durum, son derece yalın ve sorunsuz bir haklılaştırma örneği gibi görünse bile, bu noktada dikkatli olmamız gerekiyor. Söz konusu kitabın rengine ilişkin bir yargıda bulunurken varsaydığım şeylerden biri, çevremdeki aydınlatmanın beni yanıltmayacak durumda olmasıdır. Örneğin, eğer odamın aydınlatması yetersizse, kitabın kapağının rengi konusunda lâcivert, koyu kahverengi ve siyah arasında kararsız kalabilirim. Aydınlatmanın yetersizliğinin farkındaysam, o koşullarda oluşturacağım inancı tam olarak haklılaştıramayacağımı da kabul etmem gerekiyor. Başka bir deyişle, yalın gözlemsel bir önerme için bile, inanç dizgemde yer alan diğer inançlara başvurmak durumundayım. Haklılaştırmanın olabilmesi için, benim görsel algı açısından güvenilir olmam, o anda sarhoş veya narkoz altında olmamam ve bu tür koşullara ek olarak, renk konusunda bir yargıda bulunduğum anda kendi bilişsel yeterliliğimin bilincinde olmanı gerekmektedir. Wilfrid Sellars'ın da öne sürdüğü gibi, bu, bizim en basit türde inançlarımızın bile haklılaştırılmasının temel koşuludur. Elbette bu yanıt, bağdaşımcılığın karşılaştığı büyük sorunları çözmek konusunda yeterli değildir. Ancak, bazı durumlarda haklılaştırmanın inanç dizgemizin kalanından tümüyle bağımsız olarak yapılabileceği ve inançlar-arası ilişkilerin böylesi durumlarda önem taşımadığı tarzı bir düşüncenin de kabul edilemez olduğunu göstermektedir. Yani, sorunları veya eksikleri ne olursa olsun, bağdaşımcılığın haklılaştırma konusunda göz ardı edilemeyecek bir doğruluk içerdiğini ortaya koymaktadır.​
Yukarıda anılan iki temel itiraza dönersek; her ne kadar bağdaşımcı okul, temel inançlara ilişkin önemli bir soruna parmak basıyor olsa da, inanç dizgelerinin dünyada olup bitenlere bağlanması konusunda doyurucu bir görüş sunamamaktadır. Sorunun ana kaynağı, yukarıda da açıklandığı gibi, inanç dizgesine dışarıdan gelen algısal "girdi"lerin dizgeyle olan ilişkisinin ve bu girdilerin haklılaştırma kavramı ile nasıl ilintilendirileceği konusunun karanlıkta kalmasıdır. Doğal olarak, bağdaşımcılığı savunan düşünürlerin çoğu bu sorunun farkında olup, onu çözmeye yönelik girişimde bulunmuşlardır. Bunlar arasında en iyi bilinenlerden birini Lawrence Bonjour önermiştir. Bonjour'a göre, haklılaştırma söz konusu olduğunda, bir inanç dizgesinin iç tutarlılığı tek başına yeterli değildir. Buna ek olarak, dizge, öznenin çevresi ile etkileşimi sonucu oluşacak gözlemsel inançlara kapalı olmamalıdır. Bonjour bu ek koşula "gözlem şartı" adını verir. Her ne kadar gözlem şartı, bağdaşımcılığın en kritik sorunlarından birini ortadan kaldırıyor gibi görünse de, bunun bir bedeli bulunmaktadır: Gözlem şartı, en azından görünüş itibariyle, belli birtakım inançlara ayrıcalıklı statü tanıyarak temelciliğin en merkezcil tezine katılır görünmektedir. Ancak bu itiraz, döngüsel (veya tek boyutlu) haklılaştırma ile bütüncül haklılaştırmayı ayırarak karşılanabilir. Gözlemsel inançlarımız gerekçelendirme süreçlerinde muaf tutulma durumunda değillerdir. Bu tür inançlar, kendi kendilerine haklılık kazanmazlar; bütüncül bir dizgede, içindeki çok boyutlu ve karşılıklı haklılaştırma bağıntıları sayesinde bu konuma gelirler. Sonuç olarak, gözlemsel inançlar bağdaşımcı haklılaştırma kuramı için ciddî bir sorun olmaktan çıkarlar. Bu savunmanın ne kadar kabul edilir olduğu tartışmaya açıktır. Ancak kazananı kim olursa olsun, bu tartışmanın varlığı -ve kuramsal ağırlığı bağdaşımcılığın "katkısız haliyle" son derece hassas sorunlar içerdiğini göstermektedir. (Burada kısaca belirtmemiz gereken bir nokta, özellikle geçen yüzyılın son çeyreğinde haklılaştırma kuramının en önde gelen isimlerinden biri olarak görülen L. Bonjour'un, yakın geçmişte bu görüşü terk edip temelciliği benimsemiş olduğudur.)​
(2) Bağdaşımcı Doğruluk Kuramı: Genel bir tarzda dersek; bu kurama göre, belli bir inanç dizgesinde yer alan bir inancın doğru olması, onun dizgedeki diğer inançlarla bağdaşmasına (veya onlara "uymasına") bağlıdır. bağdaşımcı doğruluk kuramı, bu anlamda, tümcelerin veya inançların doğru değeri kazanmasının, zihinden bağımsız bir gerçekliğe karşılık gelmekten geçtiğini savlayan geleneksel doğruluk görüşünü reddeder. Bağdaşımcılığa göre, bu, savunulması (veya anlaşılması) olanaksız bir düşüncedir.​
Çağdaş analitik felsefe açısından, "doğru", ontolojik değil fakat semantik bir kavram olarak alınır. Ancak tarihsel olarak bakıldığında, bağdaşımcı doğruluk kuramının metafizik bir tez olan idealizm görüşü ile belli bir oranda iç-içe girdiğini görüyoruz. Maddenin bir töz olduğu düşüncesini reddeden öznel idealist bir düşünür olarak George Berkeley, gerçek doğrular ile düşsel veya yanılsamaya ait düşünceleri nasıl ayırt edebileceğimiz sorusunu yanıtlarken, ikinci tür kapsamına giren düşüncelerin, dünyaya dair bilgimizin büyük bir kısmıyla -yani diğer "idea'larımızın çoğuyla çeliştiğini ve bu yüzden onları gerçek doğrulardan ayırabileceğimizi söyler. Aşkıncı İdeacılık görüşünü savunan Immanuel Kant'ın da, bir bağdaşımcı olduğu öne sürülmüşse de, bu fikir önemli itirazlarla karşılaşmıştır. Öte yandan, Nesnel İdeacılık adı verilen bir görüşe imza atmış olan G. W. F. Hegel'in görüşleri belli bağdaşımcı öğeler taşısa da, onun nihayetinde ontoloji / epistemoloji ve nesne/ özne ayırımlarını zayıflatan felsefesine -sık sık yapıldığı gibi"bağdaşımcılık" etiketini yapıştırmak, biraz basitleştirici bir yorum gibi görünmektedir. bağdaşımcı doğruluk kuramının günümüzdeki haliyle savunulduğu eserler arasında özellikle Brand Blanshard'ın Düşüncenin Doğası (1941) kitabındaki fikirler bağdaşımcılığın "klâsik" ifadesi olarak literatürde yer almıştır.​
Haklılaştırma konusunu işlerken de belirttiğimiz gibi, bağdaşımcı kuramı salt tutarlılık kavramından ayrı tutmamız gerekiyor. Ayrıca, bağdaşımcılığa sempati ile bakan felsefecilerin, "bağdaşım özelliği gösteren her inanç doğrudur" gibi basit bir düşünceye sahip olduklarını varsaymak hata olur. Bağdaşım ve dolayısıyla doğruluk, dereceleri olan kavramlardır. Blanshard'a göre, en arı doğruluk ancak dizgedeki olası her yargının diğerleri tarafından içerildiği (ya da onların bir sonucu olarak ortaya çıktığı) durumlarda vardır. Böyle bir dizge mantıksal tutarlılık sergilemekle kalmaz, aynı zamanda dünyanın tümden ve eksiksiz bir resmini sunar. Sıradan bir inancın ya da yargının doğruluğu, içinde bulunduğu dizgenin bağdaşıklık ve tamamlanmışlık derecesiyle orantılıdır.​
bağdaşımcı doğruluk kuramına getirilebilecek en önemli eleştiri, özü itibariyle, bağdaşımcı haklılaştırma kuramına yapılan en temel eleştiriden çok farklı değildir. Buna göre; bağdaşımcılık, bu kıstasa uyan alternatif dizgeler içinde seçim yapmamızı olanaksız kılmaktadır. Tam bir bağdaşım sergileyen bir inanç dizgesinin, dış dünyada olup biteni yansıtma konusunda başarılı olacağının bir garantisi yoktur. Ancak bu itiraza karşı çıkmak zor değildir. bağdaşımcı doğruluk kuramına göre, "nihaî doğruluk" yalnızca bağdaşımı değil, aynı zamanda "tümden bir kapsamayı" gerekli kılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, ideal bir dizgenin dış dünyada olup biteni yansıtma konusunda bir sorunu olmayacağı görülür. Fakat bu yanıt, farklı dizgeler olasılığını ortadan tam olarak kaldırmamaktadır. Kavramsal çerçeveleri çok farklı belitlere (axioms) dayanan iki dizgenin, ikisinin birden hem bağdaşımlı hem de tümü-kapsayan özelliklerde olamayacağını varsaymamız için bir gerekçe bulunmamaktadır.​
Bu güçlüklere rağmen, doğruluğu, "inançların zihinden bağımsız bir gerçeklikle çakışması" olarak tanımlayan kuramların zorlukları göz önüne alındığında, bağdaşımcı doğruluk kuramı halâ bir alternatif olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse, "dış dünyanın olgularıyla çakışma (veya örtüşme)" kuramlarının tersine, bağdaşımcılık şüpheciliğin sunduğu tehdit karşısında daha korunaklı ve bilginin olanaklılığını güvence altına alan bir çözüm üretebilmektedir. Ancak bu çözümün gerçekten geçerli olup olmadığı tartışmalıdır. bağdaşımcı doğruluk kuramına karşı çıkanlara göre; bu kuramın şüpheciliğe yönelik çözümünün kabul edilemez olmasının nedeni, söz konusu çözümün belli ontolojik ve epistemolojik kavramları, sağduyumuzun bize ifade ettiğinden oldukça farklı ve "olduğundan daha az" bir şeye (örneğin, nesnel değil de bağdaşımsal olana) indirgeyerek sorundan kurtulmaya çalışmasıdır.​
Bağdaşımcı doğruluk ile bağdaşımcı haklılaştırma birbirinden ayrı kavramlar olsalar da, Jonathan Dancy gibi bazı felsefeciler, doğruluğu bağdaşımcı yollardan tanımlamayı reddeden Bonjour'dan farklı olarak, bu iki düşünceyi birlikte ele almanın ve benimsemenin daha akla uygun olacağını öne sürmüşlerdir. Dancy'ye (1985) göre, bağdaşımcı kuram haklılaştırma konusunda öne sürdüğü fikirlerle doğruluğun bilgisel ölçütünü (yani doğruluğun testini) belirlerken, bağdaşımcı doğruluk kuramıyla da, "doğru" kavramının anlambilimsel ya da varlıkbilimsel yönünü ortaya koymaktadır. Bağdaşımcılığın bu iki yönünün ayıranlar, Dancy'nin görüşüne göre, haklılaştırma ve doğruluk arasında olması gereken köprüyü gizemlileştirerek sorunlu bir tablo yaratmaktadırlar. Bu anlamda, birleşik bir bağdaşımcılık kuramının daha akılcı olacağı düşünülebilir. Her ne kadar bu görüş görünürde akılcı yönler içeren ilginç bir iddia olsa da, epistemoloji literatüründe pek destek bulamamıştır.​
G. BERKELEY, A Treatise Concerning the Principles of Human Knowledge, Indianapolis, Hackett, 1982 (1713); B. BLANSHARD, The Nature of Thought, vol. 2, New York. Macmillan Publ., 1941; L. BONJOUR, The Structure of Empirical Knowledge, Harvard, Harvard University Press, 1985; L. BONJOUR, "Towards a Defence of Foundationalism", Resurrecting Old-Fashioned Foundationalism(ed. M. R. DePaul) adlı kitapta, Oxford, Rowman and Littlefield, 2001;​
F. H. BRADLEY, Essays on Truth and Reality, Oxford, Clarendon Press, 1914; J. DANCY, Introduction to Contemporary Epistemology, Oxford, Basic Blackwell, 1985; D. DAVIDSON, "The Structure and Content of Truth", Journal of Philosophy 87, 279-328, 1990; W. SELLARS, Empiricism and the Philosophy of Mind, London, Harvard University Press, 1997.​
Ayrıca bkz. BERKELEY, BİLGİ, DOĞRULUK, EPİSTEMOLOJİ, GERİYE GİTME SORUNU, HAKLILAŞTIRMA, HEGEL, TEMELCİLİK.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst