1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Astronomi Yunanca αστρον (gök cismi) ve νομός, (yasa) kelimelerinin bileşiminden gelir. Gökcisimlerini ve evreni inceleyen bilim dalıdır. Etrafımızı çevreleyen evreni, gezegenleri, diğer gökcisimlerini (göktaşları, yıldızlar, kuyruklu yıldızlar, çift yıldızlar, kara delikler, galaksiler, vb.), bu cisimlerin oluşumlarını, evrimlerini, fiziksel yapılarını ve kimyasal bileşimlerini, birbirlerine göre konumlarını ve hareket yasalarını inceler. Aristoteles'te dört matematiksel bilimden birisidir ve amacı yıldızların görünen hareketlerini incelemekten ve geometrik yapılarının belirlenmesinden ibarettir.​
Astronominin gelişimini beş evrede incelemek mümkündür. Astronominin olgusal olarak geliştiği ilk evrede, astronomi mevsimleri belirlemek ve tarımsal faaliyetleri düzenlemek üzere sosyal bir önem taşımaktaydı. M. Ö. ikinci bin yılın ortalarında Babil astronomlarınca gezegenlerin konumları sistematik bir şekilde gözlemlendi ve yaklaşık olarak ikinci bin yılın başlarında kaydedilmeye başlandı. M. Ö. 600 yıllarında da, tutulmaları, karşılaşma konumlarını yeteri derecede kesin bir şekilde belirleyebilmek için gezegen hareketlerini tanımlayan oldukça yüksek düzeyde matematiksel yöntemler geliştirdiler. Fakat bu yöntemler Yunanlılarmki gibi, geometrik-kinematik modelleri içermemekteydi. Bu ilk dönemlerde astronomi bilimi hemen hemen tamamıyla olgusaldı ve astronomiye ilişkin problemler genellikle mitolojik olarak ele alınıyordu.​
İkinci evreyi oluşturan kuramsal astronominin gelişmesi, Eski Yunan dönemini kapsar. Eski Yunanlılar, astronomide daha karmaşık problemler üzerinde durdular ve fiziksel gerçekliği olan ya da olmayan geometrik modellerle gezegenlerin hareketlerini belirlemeye yönelik sistemler kurma girişiminde bulundular. Astronomiyi geometri ile temellendirdiler ve geometrik-kinematik modellerle gökyüzündeki hareketleri açıklamaya çalıştılar. Bu sayede gezegen hareketlerinin açıklanmasına ve anlamlandırılmasma olanak sağlayan sistem fikrine ulaştılar.​
Astronominin temeline geometrinin konması Pythagorasçılar ile matematikselleşmesi ise Eudoxus (M.Ö. 408-355 yılları) ile başlamıştır. Ancak burada amaç, gök cisimlerinin yapısı değil, konumlarının hesabını verebilmek, yani görüntüyü (yada olguyu) kurtarmaktı. Eudoxus bu amaçla Ortak Merkezli Küreler Sistemi'ni ileri sürdü. Ancak, onun kurguladığı bu sistem, fizik yapısını Aristoteles'te bulacaktır. Aristoteles, bu sistem üzerine evrenin fiziksel bir şemasını geliştirdi ve bu şema Kepler (1571-1630) ve Newton'a (16421727) kadar geçerliğini korudu.​
Astronominin gerçek anlamda matematikselleşmesi Batlamyus (M. S. 150 yılları) ile gerçekleşmiştir. Batlamyus, Yer'i evrenin merkezine alan, muntazam ve dairesel hareket ilkelerine dayanan matematiksel-geometrik bir sistemin temellerini atmış ve Yer Merkezli Sistem'i kurmuştur. Bu kuramda amaç, yine gökyüzündeki hareketlerin matematiksel olarak izahı, yani görüntüyü kurtarmaktır.
Batlamyus astronomisine yapılan itirazların yoğunlaşması ile on beş ve on altıncı yüzyıllarda yeni bir sisteme olan ihtiyacın artması ve sonunda Kopemik (1473-1543) tarafından Güneş Merkezli Kuram'ın kurulması üçüncü evreyi kapsar. Bu evrede, on altıncı yüzyılın sonlarında Tycho Brahe'nin (15461601) yaptığı sistematik gözlemler sonucunda, Aristoteles kozmolojisi de sarsılacaktır. Bu dönemde en önemli gelişme Kepler tarafından yapılan çalışmadır. Kepler, Brahe'nin sistematik gözlemlerini temele alarak Eski Yunan'dan beri kabul edilen astronomik ilkeleri ortadan kaldırdı ve gezegen yörüngelerinin? dairesel değil, elips olduğu sonucuna ulaştı.​
Yine, astronominin gelişiminde önemli bir yer tutan ve insan duyumunun alanını genişleten teleskopun gelişimi de bu evrede yer alır. Bu sayede çıplak gözle görülemeyen nesnelerin belirlenmesiyle gökyüzü daha karmaşık bir yapıya bürünmüş, ancak bu karmaşık yapı, Newton'un kanunlarıyla tam anlamıyla matematiksel bir düzene sokulabilmiştir. Böylece Güneş sisteminin karmaşık yapısı ve hareketi anlaşılmış, bunun da ötesinde, çok kısa sürede astronomların ilgisi yıldız sistemlerine kaymış ve gök mekaniği gelişmiştir. Bu evrede, on yedinci yüzyılda teleskopun keşfiyle gözlemsel astronominin ve Newton'un Evrensel Çekim Yasası'nı sunmasıyla da on sekizinci yüzyılda dinamik astronomi alanının gelişimine tanık olmaktayız. On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda gözlemsel astronominin en önemli buluşu, Güneş sisteminin Uranüs'ün keşfi, aynı yüzyıllarda dinamik astronominin en önemli başarısı ise, hiçbir gözleme dayanmaksızın gezegen konumlarının matematiksel olarak belirlenebilmesi olacaktır.​
On dokuzuncu yüzyılın ikinci çeyreğinde optik biliminin katkısıyla astronomide yeni bir alanın ortaya çıkması dördüncü dönemi kapsar. Bu alan, gökcisimlerinin ve yıldızların yapılarını, yani kimyasal ve fiziksel özelliklerini inceleyen astrofiziktir. Şimdiye kadar astronomlar yıldızların sadece çıplak gözle ya da teleskopla görünen özeliklerini inceleyebiliyorlardı. Ancak bu yüzyılda, yıldızlar çok uzakta olsalar bile, onlardan gelen ışıklar sayesinde yapılarını, yani hangi elementlerden yapıldıklarını bilebileceğimiz anlaşıldı. Yine fotoğraf plağının bu yüzyılda bulunması ve astronomiye uygulanmasıyla da, astronomi bilimi çok önemli gelişmelere sahne oldu. Fotoğraf plağının uzun süre pozlanmasıyla gök yüzünün fotoğrafı alınabiliyor ve teleskopla bile görülemeyen gök cisimleri görünebilir hale geliyordu. Böylece yepyeni gökcisimleri keşfedildi.​
Beşinci evre, yirminci yüzyılın ortalarında radyo teleskopların ve roketlerin kullanımıyla başlar. Radyo teleskoplar, sadece evrenin ışığını değil, evrendeki cisimlerden gelen seslerin de incelenmesine ve roketler ise uzaya çıkabilmemize olanak tanınmıştır. Bu sayede astronomların ilgisi, görünen dalga boylarının sınırlarının ötesine, evrenin uzak köşelerinden elde edilen bilgilere uzanmış ve astronomideki problemler değişik alanlara kaymıştır.​
Yirminci yüzyılda astronominin en önemli problemleri Güneş sisteminin oluşumu ve mekaniği, evrenin yapısı ve yıldızların evrimsel gelişimleridir. Diğer önemli bir problemde, sık sık UFO söylencelerine dönüşen evrende yalnız olup olmadığımıza ilişkin problemdir. Yirmi birinci yüzyıla girdiğimizde bu problemlerin kısmen üstesinden gelebilmiş durumdayız. Güneş sisteminin oluşumuna ilişkin olarak Cari Von Weizsnecker'İn, Kant-Laplace kuramının değiştirilmiş versiyonu olan ve Güneş sisteminin kendi iç mekaniği sonucunda oluştuğunu ileri süren kuramını benimsiyoruz.​
Evrenin yapısına ilişkin olarak ise Büyük Patlama (Big Bang) Kuramı'nı kabul ediyoruz. Bu kuram bize, evrenin büyük bir patlama sonucu oluştuğunu ve giderek balon gibi şiştiğini söylüyor. Yıldızların genellikle hidrojen gazlarının toplanmasıyla oluştuklarını, giderek ısınarak evrimselleştiklerini ve sonunda yaşlanarak öldüklerini ve yaşam için gerekli olan ham maddeleri uzaya savurduklarını keşfetmiş bulunuyoruz.​
Günümüzün en önemli problemi ise evrende canlı varlıklar, daha da önemlisi bizim gibi ya da bizden akıllı yaratıkların olup olmadığı problemidir. Bunun için SETİ yani dünya dışı akıllı varlıkları izleme projesi başlatılmış olup akıllı varlıklardan gelecek mesajları alabilmek ve çözebilmek için uzay dinlenilmektedir.​
B. R. Emst Tj. E. De Vries, Atlas of the Universe(txans. by M. A. Welsh), Nelson, 1961.​
Giorgio Abetti, The History of Astronomy, London, 1954.​
J. L. E. Dreyer, History of the Planetary System from Thales to Kepler, New York, 1953.​
M. Hoskin (Editör), The Cambridge Illustrated History of Astronomy, Cambridge, 2000.​
W. F. Bynum E. J. Browne R. Porter (eds), Macmillan Dictionary of History of Science, London, 1983.​
Y. Unat, İlkçağlardan Günümüze Astronomi Tarihi, Ankara 2001.​
Ayrıca bkz., ASTRONOMİ TARİHİ, BATLAMYUS, FİZİK TARİHİ, GALİLE, KOPERNİKUS.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
1000Fikir Felsefe 0
Benzer Konular
Astronomi Tarihi

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst