1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Stageiralı filozof Aristoteles'in etkileri onun ölümünden (322) günümüze kadar tarihsel bir süreklilik içinde, zaman zaman artarak ve zaman zaman da azalarak, devam etmiş bulunmaktadır. Onun çalışmaları Antik dünyanın en büyük ansiklopedisini oluşturur. Bazılarına göre Aristoteles, Batı uygarlığının Atlası'dır. Bu ifade Aristoteles'in Batı kültüründeki belirleyici etkisini ifade etmesi bakımından doğru, ancak onun Batılı-olmayan dünya üzerindeki etkisini ve önemini içermemesi bakımından eksiktir.​
Aristoteles'in günümüze kadar binlerce sayfalık çalışmalarından günümüze kadar gelebilenler bile ciltler oluşturmaktadır. Onun mantıktan fiziğe, metafizikten biyolojiye ve ahlâktan politikaya kadar düşünsel ve bilimsel alanı kapsayan hemen her konudaki çalışmaları 17. yüzyıla kadar etkisini ve belirleyiciliğini devam ettirmiştir. Platoncu felsefe anlayışının karşısında yer alan Aristoteles'in kurmuş olduğu Lyceum bilim ve felsefeyi bir arada sürdüren anlayışın temsilcisiydi. Bu nedenle o, filozof olduğu kadar bilim insanıydı da aynı zamanda. Onun en yetkin çalışmaları arasında son derece ayrıntılı gözlem ve araştırmaları içeren biyoloji yer alır. Platon'a karşıt olarak Aristoteles bilgide deneyimin ve empirik araştırmaların önemini vurguladı; fakat bu onun soyut akılyürütmelerin önemini göz ardı ettiği anlamına da gelmez. Aristoteles mantığın kurucusu olarak onu sistematik ve kapsayıcı bir biçimde ele aldı. Çünkü Aristoteles'e göre mantık doğru akil yürütme olarak birçok alan için gerekli ve zorunludur. Aristoteles'in politika ve ahlâk üzerine düşünceleri de son derece özgündü. Günümüzde de birçok çağdaş filozofun Aristotelesçi bir yaklaşımla politika ve ahlâk konularına eğildiğini görmekteyiz. Aristoteles'in insanın estetik yanına ve potansiyellerine ilişkin derin analizi ise, Rönesans'ın sanat anlayışının temelinde yer almıştır.​
Aristoteles'in bilim ve felsefeye ilişkin düşünceleri birbirinden farklı birçok yaklaşımlara götürmüştür. Onun çalışmaları dünden bugüne kadar yeniden ve yeniden yorumlanarak farklı bakış açılarının temellendirilmesinde esas alınmıştır. Aristoteles'in bizzat felsefi terminolojiyi belirlediği açıkça ortadadır; örneğin önerme, töz, öz, ilinek, analitik, kategori, akrasia, cins, tür, enerji, metafizik ve erek gibi. Bütün bu terimler Aristoteles'ten alınmıştır ve hatta onlar arasında bazıları bizzat Aristoteles'in kendisi tarafından bulunmuştur, örneğin (evepyeia ve enteleclıeia gibi) Günümüzde, etik, zihin felsefesi, politika felsefesi, eylem felsefesi ve metafizik üzerine çalışan birçok filozof kuramlarını şu ya da bu bakımdan esas olarak Aristoteles'e dayandırmaktadır. Diğer bazıları ise kendi yaklaşımlarını Aristoteles'in metafizik, etik ve doğa felsefesi üzerine olan düşüncelerini reddederek ama yine de Aristoteles'ten başlamış olarak oluşturmaya çalışmaktadır. Fakat belirtilmelidir ki, bu yalnızca 20. yüzyıla özgü bir durum değidir. Söz konusu olan şey Aristoteles'in ölümünden itibaren Batılı ve Batılıolmayan bilim ve felsefenin tümü için geçerlidir. Bu nedenledir ki, Aristotelesçilik tarihsel olarak kendi içinde birçok gelişme ve aşamayı içerir.​
Aristoteles tarafından Atina'da M.Ö. 335 yılında kurulan Lyceum'un üyeleri Peripatetikler olarak anılırlar. Aristoteles'in iki öğrencisi Ereus'lu Theophrastos ve Rodos'lu Eudemos kendilerini hocalarının düşüncelerini geliştirmeye ve devam ettirmeye adadılar. Lyceum onlarla birlikte bilimsel ve felsefi çalışmaların merkezi olmayı sürdürdü. Okulun başına geçen Theophrastos biyolojik araştırmaları botaniği de içerecek biçimde genişletti. Theophrastos aynı zamanda kozmoloji ve fiziksel kuramların tarihi üzerine bir çalışma da yapmıştı. Eudamos'a gelince, o matematiğin tarihi üzerine olan bir ilk çalışmayı gerçekleştirdiği söylenebilir. Aristoxenos ise, müziğe yönelik araştırmalara girişti. Theophrastos ve Lyceum'un ikinci başkam olan Strato Aristoteles'in çalışmalarım genişletmek ve geliştirmekle kalmayıp aynı zamanda Aristoteles'in düşüncelerini eleştirmeye de yöneldiler. Bu anlamda onların bağımsız düşünürler olduğu söylenebilir. Bu dönemde Lyceum'da iki bin öğrenci bulunmaktaydı. Kısa sürede Lyceum'da birbirinden farklı düşünceler ve tartışmalar kendisini gösterdi. M. Ö. 3. yüzyılda diğer okullar ortaya çıktı. Bunlar arasında Epikurosçular, Stoacılar ve Septikler felsefenin merkezinde yer tutmaya başladılar. Her ne kadar onlar Aristoteles'in düşüncelerini bütünüyle red etmeseler de felsefeyi esas olarak pratik bir etkinlik olarak gördüler. Bu gelişmelerle bağlantılı olarak Lyceum bilim ve felsefenin merkezi olma konumunu kaybetti. Aslında bu dönemde felsefe bir çöküş dönemine girmişti. M. Ö. 1. yüzyılın ortalarına veya sonlarına doğru hiç kimse Aristoteles'in yapmış olduğu gibi bir oluşumu gerçekleştiremedi.​
Nihayet M. Ö. 1. yüzyılda Rodos'lu Andronikos Aristoteles'in yapıtlarını bir araya getirerek onları konularına göre sınıflandırdı ve yayınladı. Andronikos'un çalışmaları Aristoteles'in felsefesine karşı büyük bir ilginin canlanmasına neden oldu. Hellenistik dönemin son yüzyılında Aristoteles'in metinleri üzerinde birçok yorumlar gerçekleştirilmişti. Kendisi bizzat Aristoteles üzerine birçok yorumlarda bulunan Andronikos'un Organon üzerine yorumları diğerleri tarafından da sürdürülmüştür. Özellikle M. S. 2 ve 3. yüzyıllarda Aristoteles'in yapıtları bilginlerin son derece özenli ve dikkatli çalışmalarına konu oldu. Onlar daha çok mantığa, fiziğe ve metafiziğe ilişkin konular üzerinde yoğunlaştılar. En önemli Aristoteles yorumcularının başında ise M. Ö. 198 ve 211 yıllarında felsefe üzerine Atina'da dersler veren İskender Afrodisî gelir. Onun yorumlamalarının ve açıklamalarının çok açık olması kendisinin 'ikinci Aristoteles' olarak çağrılmasına neden olmuştur. Afrodisî'nin Organon, Metafizik IIV, Meterorologica, Sensation and the Sensible üzerine yorumları günümüze kadar gelmiştir. Ruh Üzerine adlı kendi orijinal yapıtında ise Aristoteles'in insan felsefesinin materyalist bir yorumunu yapar.​
İskender Afrodisî'den sonra Peripatetik Okul gittikçe Yeni-Platoncu felsefenin etkisine maruz kalmıştır. Son derece yaygın ve etkin bir zemin bulan Aristotelesçi akış süreç içerisinde Platoncu felsefenin yeni bir formu olan Yeni-Platonculuk ile bir bakıma kontrol c İtina alınmıştır. Bu neden Antik dünyanın son /cristoteles yorumcularının neredeyse hepsinin Yeni-Platoncu olduğunu da açıklar. Onlar arasında en önde gelenler ise Porphyrios, Philoponuos ve Simplikios'tur.​
Porphyrios (234-305) Plotinus'un öğrencisi idi; o Kategoriler üzerine bir giriş (Isagoge) yazmasının yam sıra bizzat aynı yapıt üzerine bir yorum da kaleme almıştır. İstanbul'da dersler de veren Themistios ise (320-390) Aristoteles'in birçok çalışması üzerine yorumlar yapmıştır. Ammonios Hermiae ise Atina'da Proklus'un gözetiminde eğitim aldıktan sonra 5. yüzyılın sonlarına doğru İskenderiye Okulu'nun başına geçmiştir. Onun Aristoteles'in birçok çalışması üzerine dersler verdiği ve yorumlarda bulunduğu bilinmektedir. Bunlardan günümüze kadar ulaşanlar, Kategoriler, Önerme Üzerine, Birinci Analitikler Üzerine olan çalışmalardır. Simplikios ise Ammonius'un öğrencisi idi ve o, Aristoteles'in Kategoriler, Fizik Üzerine ve Gökyüzü Üzerine adlı yapıtları üzerine son derece yetkin yorumlamalar getirmiştir.​
Yeni-Platoncu Aristoteles yorumcuları yalnızca Aristoteles'in felsefesini Platoncu öğreti ile uzlaştırmayı denemekle kalmayıp bizzat Aristoteles'in görüşlerini eleştirmeye de yöneldiler. Bunların başında ise, Ammonios'un bir diğer öğrencisi olan Philoponos gelmekte idi. İskenderiye'deki Hıristiyan topluluğun bir üyesi de olan Philoponos, Aristoteles'in hareket kuramına karşı sert eleştiriler yönelterek kendi hareket ve değişme kuramını geliştirdi. Onun Aristoteles'e Karşı adlı çalışmasından bazı fragmanlar günümüze kadar ulaşmıştır. Sonra De aeternitate nntndi adlı yapıtının da çoğu günümüze ulaşmış bulunmaktadır. Philoponos bu çalışmasında evrenin sonsuzluğu tezine karşı çıkar.​
Peripatetik felsefe 529 yılına kadar şu ya da bu form altında etkili olmaya devam etti. Ancak Aristotelesçiliğin ilk Rönesans’ı olarak da nitelenebilecek bir dönem Atina Okulu'nun Justinianus tarafından kapatılmasıyla etkisini yitirip sönmeye yüz tuttu. Aslında Atina'daki felsefe okulunun kapatılmasıyla yalnızca Aristotelesçilik değil, felsefe de çökmeye başlamıştır. Fakat bütün bunlara karşın İstanbul'da Aristoteles çalışmaları daha bir süre varlığını devam ettirdi.​
Özetle, M.Ö. 322 yılını izleyen dönemde Aristoteles üzerine yapılan çalışmalarda içsel bir bütünlüğün olduğu söylenemez. M.Ö. I. yüzyılda Andronikos'la canlanan Aristoteles'in düşüncelerinin özellikle M. S4 yüzyıldan sonra YeniPlatonculuk içinde erimeye başladığı söylenebilir. Ancak hemen belirtilmelidir ki, Aristotelesçi felsefe hiçbir zaman yeni ırmaklara dönüşmekten kesilmedi.​
Antik dönemi izleyen süreçte Aristotelesçi felsefe Süryaniler aracılığıyla İslam dünyasında kendine yol buldu ve oradan da Latin Batı'ya ulaştı. 12. yüzyılın itibaren Aristotelesçi felsefe Batı Avrupa'nın düşünsel dünyasını belirlemiştir. Aristoteles'in düşünceleri üniversitelerin müfredatında merkezî bir yere ve öneme sahip oldu. Rönesans Aristotelesçiliği oldukça kompleks ve çoğu zaman yanlış değerlendirmelerin eşlik ettiği birçok eksikliği taşımaktadır. Fakat bu noktada şu kadarı söylenebilir: Atina Okulu'nun kapatılmasıyla Aristotelesçilik birbirinden ayrı ve hatta birbirine karşıt iki ayrı yol izledi. Birincisi; geleneğin devamı olarak da tanımlanabilecek olan akademi merkezli Skolastisizm oldu. İkincisi ise, Aristoteles'i savunmak ve onun düşüncelerini korumakla kendini sınırlamayan hümanist Aristotelesçilik oldu, Latin Batı uzun yüzyıllar Skolastik Aristotelesçiliğin etkisi altında donuklaşırken hümanist Aristotelesçilik îslam dünyasında altın çağını yaşadı. Hümanist Arîstotelesçiliğin Batı'ya ulaşması ise hiç kuşkusuz uzun bir öykünün günümüze kadar ulaşan sonuçlarını değerlendirmede ve onları anlamada vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Aristotelesçi düşüncenin Batı'ya ulaşmasını Aristotelesçiliğin ikinci büyük rönesansı olarak tanımlayan birçok Batılı felsefe tarihçisinin hümanist Aristotelesçiliğin İslam dünyasındaki doğuşunu ve gelişmesini unutması ya da göz ardı etmesi veya eksik değerlendirmesi bizzat ele alınmayı gerektirir. Eğer Aristotelesçi düşüncenin yeniden doğuşlarından söz edilecekse onun îslam dünyasındaki doğuşunun öyküsü bilinmek durumundadır; çünkü o, Batıda yüzyıllar boyunca süren aydınlığın ve karanlığın savaşımında hiç kuşkusuz birincisinin yöneldiği asil kaynak olmuştur.​
Aristotelesçilik İslam dünyasında son derece ayırt edici bir öneme ve etkiye sahip olmuştur. Fakat hemen belirtilmelidir kİ, İslam filozoflarının Aristoteles'in düşünceleri ile karşılaşmaları Yeni-Platoncu yorumlar üzerinden olmuştur. Bu nedenle onların Aristoteles yorumları da hiçbir zaman YeniPlatoncu felsefe dolayımmdan bağımsız bir biçimde kendini gösterememiştir, Ancak Yeni-Platoncu öğretinin İslam filozofları üzerindeki mutlak etkisi başka bir nedene de bağlanabilir. Aristoteles'in metafizik anlayışı İslam'ın monoteist anlayışına pek de uygun değildi. Bu bakımdan Plotinos'un metafiziği Aristoteles'in felsefesinin İslam öğretisi ile uygun ve uyumlu bir biçimde yorumlanması İçin vazgeçilmez bir öneme sahip olmuştur, Aristoteles'in düşüncelerini Yeni-Platonculuk ile uzlaştırma eğilimi Aristoteles'in Teolojisi adı ile bilinen çalışma ile sağlanmaya çalışılmıştır. Oysa bu çalışma Plotinos'un Enneadlar'ından alınmış bölümlerle bir Hıristiyan rahip tarafından Süryanİce olarak derlenmiştir, Söz konusu çalışma 840 yılında Arapça'ya çevrildi ve genel olarak Aristoteles'in yapıtı kabul edildi. Daha sonra, muhtemelen 12. yüzyılda Aristoteles'e ait olduğu söylenen bir diğer sahte çalışma İspanya'da ortaya çıktı: Liber de causis [Nedenler Üzerine]. Aslında o da Proklos'un Teolojinin Öğeleri'nden bir seçme idi. Söz konusu çalışma monoteist bir ruha sahipti ve bu da yaratma, yaratım düşüncesini Aristoteles'e atfetmeye oldukça yardım etti. İslam dünyasındaki Aristotelesçilik, Aristoteles'e tümüyle yabancı olan yaratma kavramını Aristoteles'e atfederek zaten Aristoteles'ten oldukça uzaklaşmıştı. Çünkü Aristoteles ne Yahudi, ne Hıristiyan ve ne de Müslümandı.​
Aristoteles'in düşünceleri İle YeniPlatonculuğu sentezleme çabası Kindî'nin çalışmalarında zaten büyük ölçüde gerçekleştirilmişti. Bir yüzyıl sonra Farâbî de, Kindi gibi, Bağdat'ta çalıştı ve dersler verdi. O da aynı biçimde Aristoteles'in düşüncelerini İskenderiyeli Yenî-Platoncu filozofların metafiziği ışığında yorumladı. Fakat, Farâbî felsefenin dinden bağımsızlığını ısrarla vurguladı.​
İslam dünyasının en büyük filozofu ve bilim insanı ise hiç kuşkusuz İbn Sina'dır (9801037). Onun birçok çalışması ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. İbn-i Sina da diğer İslam filozofları gibi Aristoteles'in çalışmalarını yorumlamaya girişmiştir. Ve o da büyük ölçüde, diğer İslam filozofları gibi, YenîPlatoncu metafiziğe bağlı kalmıştır.​
Yeni-Platoncu anlayıştan en fazla uzak olan İslam filozofu İbn Rüşd olmuştur. Onun bütün Aristoteles yorumlarına rehberlik eden derin sezgi ise Aristoteles'i özgür bir ruhla anlamak olmuştur. Ve Aristoteles'in İslam dünyasındaki etkisi İbn Rüşd ile doruğa ulaşmıştır (1126-98). Aristoteles için duyduğu sınırsız hayranlığı İtiraf eden İslam dünyasının bu büyük filozofu İbn Sina'ya karşı çıkarak gerçek Aristoteles'e geri dönüşü amaçlamıştır. İbn Rüşd bu amaçla Aristoteles'in yapıtları üzerine üç ayrı seriden oluşan yorumlar kaleme almıştır.​
  1. Kısa yorumlar (konunun kısa bir analizini içeren)​
  2. Orta Büyüklükte Yorumlamalar (ele alınan metni kelimesi kelimesine açıklayan)​
  3. Büyük Yorumlamalar (son derece ileri ve derin analizleri içeren)​
İbn Rüşd genel olarak Aristoteles'in öğretine bağlı kalmakla beraber İlk Hareket Ettirici'yi Plotinos'un ve İslamm aşkın Tanrı'sı ile özdeşleştirir. Aristoteles'in metafizik kuramının doğal olarak izlemesi gereken mantıksal sonuçları izleyerek monopsychism (tek ruh) anlayışına ulaşmıştır. İbn Rüşd'e göre, pasif ve aktif aklın her ikisi de maddi yapıda değildir. Bu nedenle onlar bireylerde çoğalamazlar. Aktif ve pasif akil kendi başlarına bağımsız tözler olup, her ikisi de insan zihni üzerinde beyin aracılığıyla etkide bulunurlar. Dolayısıyla insan yalnızca üstün bir hayvandır ve onun ölümsüzlüğü söz konusu olamaz. Bu ise hiç kuşkusuz hem bireysel ruhların ölümsüzlüğünü ve hem de öte-dünya anlayışını geçersiz kılıyordu. İlginçtir ki, İbn Rüşd'ü İslam dünyasında izleyenler birkaç kişiyi geçmemiştir. Ancak onun düşünceleri Batı dünyasında hümanist Aristotelesçilik olarak tanımlanabilecek ve bugünkü Batı uygarlığının da kaynağını teşkil eden yeni bir düşünsel doğuşa kaynaklık edecektir..​
Aristoteles Yahudi filozoflar üzerinde de son derece etkili olmuştur. Fakat hem Yahudi ve hem de Müslüman filozofların evren anlayışı Yeni-Platoncu temellere dayanıyordu. Bütün Yahudi filozoflar, örneğin Isaac Israeli, Orta Çağın sonlarına kadar Aristoteles'in düşüncelerinin etkisinde kalmışlardı. Aristotelesçi düşünceye karşı güçlü bir yönelim en iyi biçimde kendini Maimonides'te (11351204) gösterir. Ancak, İbn Rüşd'ün çağdaşı ve onun gibi Kordobalı olan Maimonides de genel olarak İslam filozofları gibi evrenin sonsuzluğu konusunda Aristoteles'ten ayrılır.​
Patristik dönem esnasında, bazı Aristotelesçi öğretiler Hıristiyan Doğu'ya YeniPlatoncu kanalllar aracılığıyla ulaşmıştı. Nyssa'lı Aziz Gregory, Emesa'lı Nemesius, John Philoponus, Şamlı John'un çalışmalarında Aristotelesçi etkiler açıkça görülür. 9. yüzyılda Bizanslı rahip Photius ve onun öğrencisi Arethoas, Aristoteles'in mantık üzerine çalışmalarına yöneldiler. Özellikle 11. yüzyıldan itibaren İstanbul'da Aristoteles üzerine olan inceleme ve araştırmalar önemli bir canlılık göstermiştir. Efesli Michael ve Nicae'lı Eustratius, Organon ve Nikomakhos'a Etik üzerine yorumlar yazdılar. Aristoteles üzerine çalışmalar 13. ve 14. yüzyıllar boyunca devam ederek sürdü. Ancak bu yüzyıllarda Aristoteles'i Platon'la uzlaştırma çabaları hiç bitmedi. Hatta öyle ki, 15. yüzyılda Kardinal Bessarion da Aristotelesçilik ile Platonculuk arasında gerçek bir uyumun olduğunu kanıtlamak amacıyla tartışmaya katılmıştı.​
Patristik dönemde Aristoteles'in Batı Hıristiyan dünyasındaki etkisi Doğu Hıristiyan dünyasında olduğundan daha da sınırlıydı. Hippo'lu Aziz Augustinus Aristoteles'in Kategorileri dışındaki diğer hiçbir çalışması hakkında bilgi sahibi değildi.​
Nasıl ki İslam dünyasında Aristotelesçiliğin doruk noktasını İbn Rüşd oluşturduysa Hıristiyan Batı'da Aristotelesçiliğin kurucusu da Romalı filozof Boethius olmuştur (480524). Aristoteles üzerine olan çalışmalarını esas olarak Grekçe metin üzerinden yaptı; ve bu dil onun zamanında çok iyi eğitim görmüş Avrupalılar tarafından dahi bilinmiyordu. (M. Ö. 500 ve 1450 yılları arasında) Dolayısıyla Aristotelesçiliğin kaderi büyük ölçüde onların Latince'ye çevirisi bağlamında belirlendi. İşte bu çeviri çalışmaları bakımından en önemli isim olarak 6. yüzyılda Boethius görülmektedir. Ondan önce Aristoteles'in Latince'ye hiçbir biçimde sistematik olarak çevrildiği söylenemez. Boethius, Aristoteles'in eserlerini yalnızca Latince'ye çevirmekle kalmayıp, onlar üzerine yorumlar da yazdı. Aristoteles ile Platon'u uzlaştırma projesi eski ve eskimeyen bir amaçtı ve Boethius da bu amaca sadik kaldı. Ancak Boethius'un esas önemi Grek felsefesini ve Aristotelesçi mantığı Hıristiyan Latin dünyasına tanıtmış olmasından gelir. Kategoriler, Önerme Üzerine ve Isagoge, Orta Çağda mantık üzerine çalışmaların en temel metinleri arasında geliyordu. Sözü edilen bu çalışmalar daha sonra eski teknik veya eski mantık anlamında olmak üzere Ars vetus veya Logica vetus olarak tanımlandı. Organon1 u oluşturan diğer çalışmaların bilinmeye başlanması ve Latince'ye çevrilmesi ile onlara Ars nova ya da Logica nova dendi. Bütün bu nedenlerle bazı yazarlar Boethius'u 'Batının Öğretmeni' olarak tanımlamak gerektiğini belirtirler. Boethius mantık üzerine olan çalışmaları ile skolastik yöntemin gelişmesine olanak sağlayan yolu açmış oldu. Ayrıca Porphyrios'un Isagoge üzerine kaleme almış olduğu yorumda tümeller sorununu ortaya attı ki bu yüzyıllarca süren en önemli tartışmaların başında yer aldı.​
Charlemagne'nin eğitim politikası Aristotelesçi mantığın skolastik müfredattaki yerini sağlamlaştırdı. Seküler eğitimi/öğrenimi temsil eden yedi özgür sanat arasında yer alan tek felsefi disiplin "diyalektik" veya mantıktı. 9. ve 12. yüzyıllarda mantık üzerine çahşmalar artarak devam ederken, temel sorun bilgi problemi etrafında toplanmıştı. Bilginin doğası, kaynağı ve niteliği hemen hemen bütün tartışmaların asil özünü oluşturuyordu. Ve hiç kuşkusuz bilgi sorunu Aristoteles'in felsefesinde son derece önemli bir yer tutuyordu. İşte bu tartışmalarla bağlantılı olarak Aristoteles'in etkisi de gittikçe ağırlıklı bir biçimde kendini duyurdu.​
Petrus Abelardus (1079-1142) ile birlikte Aristotelesçi ılımlı realizm Platoncu aşkın realizme karşı savunuldu. Abelard’ın sic et non adlı kitabında skolastik yöntem büyük bir yetkinliğe ulaştı. Aristoteles mantığının bir sonucu, bir ürünü olan skolastik yöntem yalnızca kuramsal teolojinin gelişmesine yardım etmekle kalmayıp aynı zamanda dedüktif bilimlerin de gelişmesine yardım etti.​
Bilgi problemi etrafında yoğunlaşan tartışmalar Aristotelesçi düşüncenin önlenemez bir biçimde yükselişini getirmiştir. Aristotelesçilik 13. yüzyılda üniversitelerin bütün hücrelerine iyice nüfuz etmişti. 12. yüzyılın ortalarından itibaren Aristoteles'in çalışmaları Batı Avrupa'ya inanılmaz bir hızla önce Latince çevirilerle akmaya başladı. Çeviriler önce Arapça'dan Latince'ye ve daha sonra da doğrudan Grekçe'den yapılmaya başlandı. 13. yüzyılın başlan itibariyle Aristoteles'in birçok yapıtı biliniyordu. Ancak 13. yüzyılda çeviriler ve yorumlarla Aristoteles'i Latince'ye aktarma çabası başarıyla tamamlansa da bu çabalann sonuçlan ancak önümüzdeki yıllarda kendini gösterecekti. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Aristoteles çalışmaları ile birlikte diğer Yunan ve İslam filozoflarının çalışmaları da Batı'ya ulaşmıştı. Özünde dindışı olan bu felsefelerin Batı Hıristiyan dünyası üzerindeki etkisi yeni bir dönemi, Hümanist Aristotelesçiliğin Rönesansı'nı da beraberinde getirecekti. Daha önce üniversitelerde var olan "özgür sanatlar"m devamını teşkil eden "fakülteler" (faculty of arts) program içeriklerini 13. yüzyıldan itibaren daha da genişlettiler. Üniversitelerde Aristoteles'in düşünceleri gittikçe daha fazla yer bulmaya başladı. Paris ve Oxford üniversiteleri bunların başında yer alır. Bu, aynı zamanda kilisenin üniversiteler ve üniversite öğretim üyeleri ile ciddi bir çatışmaya girdiği dönemi de başlatmıştır. Genel olarak bakıldığında, 13. yüzyılda Aristoteles'i anlama ve yorumlama çabalarının doruğa ulaştığı görülmektedir .Bu yüzyıl aynı zaman da Aristoteles'e karşı son derece büyük bir tepkiye de tanık olmuştur. Sözü edilen yüzyılın başlarından itibaren Aristoteles'e karşı tepkiler özellikle kilise tarafından da Aristoteles Hıristiyanlık ile uygun hale getirilinceye kadar devam etmiştir. 1210, 1215 ve 1231'de Paris'te Aristoteles'in kitaplarının okutulması yasaklanmış ve kınanmıştır. Buna ek olarak, Aristoteles'e ait bazı düşünceler bir liste altında toplanarak (219 madde ve onların çoğu îbn Rüşd'ün düşünceleri ile bağıntılı) yine ve özellikle de îbn Rüşd'ün Aristoteles yorumu Oxford ve Paris'te 1270 ve 1277 yıllarında mahkum edilerek kınanmıştır. Ancak bütün bu karşı çıkmalara ve engellemelere karşın Aristoteles'in düşünceleri hızla yayılmaya ve etkili olmaya devam etmiştir. Paris Edebiyat Fakültesi 19 Mart 1255'de şu kararı verir: Her öğrenci Aristoteles'in çalışmaları üzerine olan her derse katılmakla yükümlüdür. Gerçekten de bu dönemde edebiyat fakültesi bir felsefe fakültesine dönüşme sürecine girmişti. Söz konusu felsefe fakültelerinde ise esas olarak Aristoteles okutuluyordu. Ancak Aristoteles üzerine çalışmalar halihazırda iki ayrı yönde ilerlemeye başlamıştı. 1220 yıllarından itibaren Aristoteles'i temel alan bir teoloji gelişiyordu ki, bu Skolastik Aristotelesçiliğin kendisinden başka bir şey değildi. Diğer tarafta hümanist Aristotelesçilik de devam ediyordu ve 13yüzyıldan sonra Skolastik Aristotelesçilik çöküşe geçmeye başlarken, hümanist Aristotelesçilik bütün Batı'yı etkisi altına almaya başlamıştı.​
Ortaçağ Hıristiyan dünyasında yeniden yeşeren ve canlanan Aristotelesçilik İslam ve Yahudi dünyasındaki Aristotelesçilikten daha fazla Aristotelesçi değildi. Bu her üç dünyadaki Aristotelesçiliğin tek ortak noktası ise onların hiçbir şekilde Yeni-Platoncu öğretiden vazgeçmemiş olmaları ve yine her üçünün de, genel olarak, Platon ile Aristoteles'i uzlaştırmaya kalkışmalarıdır. Genel olarak 1250 yılma kadar Hıristiyan dünyadaki Aristotelesçilik oldukça eklektik bir nitelik gösterir; ve o, büyük ölçüde îbn Sina'nın ve îbn Rüşd'ün Aristoteles yorumlarından derin izler taşır. Bu arada belirtmek gerekir ki, Yahudi Yeni-Platoncu filozof İbn Gabirel de büyük bir ağırlığa sahip görünür. Fakat, özellikle 1230'lardan itibaren İbn Rüşd'ün Batı Hıristiyan dünyasındaki etkisi daha sonraki gelişmeler açısından son derece belirleyici olacaktır.​
Aristoteles'in gittikçe artan etkisi 1250 yıllarından itibaren hem daha görünür ve hem de daha somut hale gelirken, o aynı zamanda yeni farklılaşmaların ve yeni radikal yaklaşımların oluşumuna ve başlangıçına da kaynaklık etmiştir. Hepsi Aristoteles'ten hareket etmekle birlikte Aristoteles etkisi altında çeşitli düşünce okulları oluşmuştur. Heterodoks Aristotelesçiliğe karşı bir tepki olarak gelişen Augustinusçu okul bile Aristotelesçi etkilerden uzak kalamamıştır.​
Aziz Bonaventura’nın Aristotelesçiliğinin Augustinusçu eğilimler üzerinde yükselmesi ise karşılıklı etkilenmeye iyi bir örnek oluşturur. Albertus Magnus'un Aristotelesçiliği yeni-Platoncu öğeler taşır. Onun büyük ölçüde İbn Sina ve Proklos tarafından etkilendiği söylenebilir. Aziz Aquinah Thomas’ın Aristotelesçiliği ise kendine özgü bir sisteme, Thomizme dönüşür. Ancak bütün Aristotelesçi yorumlamalar arasında İbn Rüşd'ü büyük bir sadakatle izleyen Siger de Brabant olmuştur. Onun Aristoteles yorumu heterodoks olarak tanımlanmıştır; çünkü genel kabul Siger de Brabant’ın öne sürdüğü düşüncelerin Hıristiyanlık ile hiçbir biçimde uzlaşmadığı yolunda olmuştur. Aslında 13. yüzyıldaki büyük tartışmaların temelinde Aristoteles'in Skolastik yorumu ile Hümanist yorumu bulunur. Çünkü Aquinah Thomas ve Siger de Brabant arasındaki çatışma aslında Hıristiyanlık ve din-dışı felsefe arasındaki bir çatışmadır. Bu çatışma ise hiç kuşkusuz Skolastik Aristotelesçilik ve Hümanist Aristotelesçilik arasındaki çatışmanın da temelini teşkil etmekteydi.​
13. yüzyıldan itibaren Aristotelesçi yaklaşım mantık, metafizik, psikoloji ve etik ile uğraşanlar tarafından büyük bir içtenlikle benimsendi. Ancak bu benimsenme daha çok Ortodoks bir nitelik göstermekteydi. Thomizm, Dominikenlerin öğretisi haline gelmekle kalmayıp onun etkisi dışarıya da yayıldı. Ancak Batı'da 'Averroist Aristotelesçilik' olarak tanımlanan İbn Rüşd'çülük Paris'te Jandun'lu John'da 14. yüzyılın başlarından itibaren kendini yeniden gösterdi ve o İtalya'da da kendine oldukça büyük bir taraftar buldu. Taddeo da Parma ve Angelo d'Arezzo İtalya'daki Aristotelesçi İbn Rüştçülüğün en önemli temsilcileri arasında yer alır. Aristotelesçi Averroizm 16. yüzyıla kadar İtalya'da son derece etkili bir biçimde varlığını sürdürmüştür.​
Ancak, Skolastik Aristotelesçilik de Batılı Hıristiyan dünyada, özellikle 14. yüzyılda, ona karşı gelen büyük bir eleştiri dalgası ve özgür düşünme fırtınası ile tanıştı. Aristoteles'in fizik sistemi Paris'li ve Oxfordlu bilginlerin eleştirileri ile karşılaşırken ılımlı realizm, nominalizm, fenomenalizm, septisizm ve agnostisizm tarafından neredeyse savunulmaz duruma getirildi. Nominalizm etrafında gelişen yeni oluşumların hemen hepsi bilginin gerçekliğini ve esas olarak da metafiziğin meşruluğunu ve imkânını sorgulamaya yönelmişti. Zaten Skolastik Aristotelesçilik doğa üzerine yapılan yeni araştırmaların ve gözlemlerin sonuçlarını hiçe sayarak kendi kendinin de bir bakıma sonunu hazırlamıştı.​
Kilisenin savunduğu dogmaların egemenliği altında gelişen Skolastik Aristotelesçiliğin, Batı'da neredeyse mutlak düşünsel otorite olarak kendini kurmasına karşı şiddetli tepkiler oluşmuştu. Özellikle Oxford'dan Ockhamlı William ve Paris'ten Jean Bundan ve Saksonyalı Albert bu bağlamda son derece etkili oldular. 14. yüzyılın sonundan itibaren Aristoteles'in harekete ve değişmeye ilişkin düşüncelerine karşı eleştirilerin sayısı arttı. Bu bir bakıma Kopernikus'un ve Galileo'nun yolunu da açmıştı. Skolastik Aristotelesçilik Padua'nın önde gelen Aristotelesçilerinden olan Cremonini'nin Galileo'nun teleskopundan bakmayı red etmesi ile dibe vurmuştu. Çünkü Cremonini göreceği şeyin kendi kabul ettiği kuram, esas olarak onun skolastik Aristotelesçiliği ile çatışacağından şüphelenip korkmuştu. 17. yüzyılda F. Bacon, Galileo ve Boyle Aristotelesçiliğe saldırarak onu bilime, bilimsel yönteme ve empirik gözlem ve araştırmalara karşı olmakla suçladılar. Aslında onların saldırdıkları hiçbir biçimde Aristotelesçi olmayan bir Aristotelesçilikti. Ancak ve yine de bütün bunlara karşın Aristoteles'in düşünceleri üniversitelerde varlığım korumayı uzun yıllar sürdürdü. Hobbes, Leviathan'da Aristoteles'in bir türlü bitmeyen , sonlanmayan etkisinden şöyle şikayet ediyordu: "İnanıyorum ki ne doğa felsefesi hakkında bundan daha fazla saçma bir şey söylenebilir, ki şimdi Aristoteles'in Metafizik'! olarak çağnlıyor..ve nede onun Etik'inin büyük bir bölümünün bu kadar cahilane olabileceğinden."​
Ancak bu yaklaşım tam bir paradokstur ve o Aristoteles'i ağır bir biçimde eleştiren J. Locke ve F. Bacon için de geçerlidir. Özellikle son ikisinin Aristoteles'i bilimsel yönteme ve empirik araştırmalara karşı ilgisizlikle suçlaması tarihsel gerçeğe bütünüyle ters düşmektedir.​
Aristoteles Hayvanların Oluşumu'nda ve Birinci Analitikler'de açık olarak ancak deneyin (emperia) bizi kendileri bakımından daha iyi bilinen bilgilere, ilkelere ulaştıracağını belirterek aynı zamanda bu ilkelerin, bilgilerin doğruluğunu sınamak için de yine deneye güvenmekten başka yolumuzun olmadığını belirtir. (Birinci Analitikler: 46a 17 ve Hayvanların Oluşumu: 760 b 2S) Aristoteles'e göre, kuramlar ancak ve ancak gerçekliği yansıttıkları, daha doğrusu gerçeğe uygun düştükleri ölçüde doğrudurlar. Gerçekliğe ilişkin doğruları kuramlar yaratmaz; ama doğru kuramlar gerçeğe uymak zorundadırlar. Önemli olan bizim için daha iyi bilinenden başlamakla birlikte, amaç doğa bakımından kendinde daha iyi bilinene ulaşmak, onun bilgisini elde etmektir. Ayrıca belirtilmesi gerekir ki, biyolojiyi ve zoolojiyi empirik bir bilim olarak kuran Aristoteles'tir. Canlı yaşama ilişkin ayrıntılı incelemelere ve gözlemlere dayanarak bu yolda birçok çalışmayı gerçekleştiren, yine Aristoteles'ten başkası değildir. Onun doğa bilimi alanındaki çalışmaları Skolastik Aristotelesçilerin dar görüşlülüğünden dolayı hak etmediği eleştirilere maruz kalmıştır. Onların dogma temelli tutumları, daha sonraları Aristoteles'in radikal bir biçimde reddedilmesine yol açtı. Ancak, sonuç olarak, Aristoteles'in fiziğinin başarılı bir biçimde eleştirisi Batı'da bilimde ve felsefede yeni düşünce denizlerinin yaratılmasını da getirdi. Descartes ile birlikte felsefi düşünme özne ile başlatıldı. İnsan varlıklar dünyasında artık farklı özelliklere sahip bir insan olmaktan çıkmıştı. İnsan artık bir varlık olarak doğaya ait olan bir varlık değil, doğadan bağımsız bir özne olarak düşünülüyordu. Fakat bütün bu eleştirilere ve karşı çıkışlara rağmen Aristoteles'in etkisi bütün alanlardan silinemedi. Aristoteles'in metafiziğine son derece güçlü saldırılar yöneltilirken Philip Melanchton (1497-1560) Aristoteles'in Efzfc'ini yeni ufuklar açan bir yapıt olarak değerlendirerek, onu Alman üniversitelerinde okutulan temel metin haline getirdi. Daha sonraları ise Hegel ve Marx'in Aristoteles'i yakından izlediği görülmektedir. Gerçekten de bazıları Marx'i sol Aristotelesçi olarak tanımlarlar. Günümüzün önemli düşünürlerinden Cornelius Castoriadis'in Marx'tan Aristoteles'e, Aristoteles'ten Bize adlı çalışmasının başlığı, bu değerlendirmenin uygunluğuna bir kanıt teşkil eder. Aristoteles, Rönesans döneminde en fazla okunan klâsik yazarlardan biri olmuştur. Matbaanın bulunmasından 16. yüzyıla kadar Aristoteles'in 1500 veya daha fazla sayıda yapıtının basımı yapılmıştır. Aristoteles üzerine yorumlar içeren yapıtların basımı ise Aristoteles'in çalışmalarının basımından çok daha fazla olmuştur. Aristoteles'in Poetikası özellikle Fransız dramatistleri üzerinde son derece etkili olmuştur. Corneille, Racine trajediyi Aristoteles'in ilkeleri temelinde yaratmaya girişmişlerdi. Corneille şöyle diyordu: "Aristoteles'in dramaya ilişkin ilkeleri bütün insanlar ve bütün zamanlar için geçerlidir". Fizik bilimi alanında gittikçe otoritesini yitirmesine karşın Aristoteles William Harvey (1578-1657) için halâ en büyük ilham kaynağı idi. 19. yüzyılda Charles Darwin ise, Linnaeus ve Cuvier'in kendisinin iki tanrısı olduğunu; fakat onların da Aristoteles'e ancak öğrenci olabileceklerini belirtir. Geçen iki yüzyıl Aristoteles üzerine yoğun çalışmaların başlangıcına tanıklık etmiş bulunuyor. 19. yüzyılda uzmanlar Aristoteles'in günümüze gelebilen eserlerini titizlikle ve büyük bir özenle yeniden gözden geçirdiler. Bu çalışmalar ve çabalar 1831'den itibaren Immanuel Bekker'in editörlüğünde gerçekleştirilen Berlin basımında doruk noktasına ulaştı.​
Son iki yüzyıldan bu yana gerçekleştirilen çalışmalarda göze çarpan en önemli yan, genel olarak, onların Aristoteles'i ucu kapalı bir sistem içinde sunmaya ve anlamaya çalışmamalarıdır. Bu bağlamda özellikle onun Etik ve Metafizik adlı yapıtları üzerine gerçekleştirilen çalışmaların daha çok bireysel konular üzerinde yoğunlaştığı dikkati çekmektedir. Günümüzün önde gelen Aristotelesçi filozofları ise, örneğin Richard Kraut, Martha Craven Nussbaum, Richard Sorabji, Julia Annas, Anthony Kenny, Sarah Broadie, William Charlton, M. V. Vedin, Cynthia Freeland, David Charles, A. Oksenberg Rorty ve diğerleri, "efsane Aristoteles" veya "Aristoteles efsanesi" ile pek de ilgili değiller. Skolastik Aristotelesçiliğin tanımlayıcı bir niteliği olarak kendini gösteren tutarlı ve bütünlüklü bir Aristoteles sistemine ulaşma isteği günümüz Aristoteles düşünürleri tarafından şüpheyle karşılanmaktadır. Bu bağlamda Aristotelesçiliğin birinci Rönesans'ını teşkil eden Grek yorumcularının yapıtlarını Batı dillerine yeniden kazandırma çabası bir tesadüf olarak görülemez. Öyle görünüyor ki, 21. yüzyılın Aristotelesçiliği, bu İlk Rönesans'ın devamı niteliğinde olan ve esas olarak İbn Rüşd'ün Aristoteles yorumu ışığında biçimlenen Hümanist Aristotelesçilik anlayışı doğrultusunda ilerliyor görünmektedir.​
Hümanist Aristotelesçiliğin en büyük temsilcilerinden biri olan Biruni, skolastik Aristotelesçiliğin bir çok yanını red etti. 15. ve 16. yüzyıllarda birbirine paralel olmakla birlikte farklı geleneklerden beslenen hümanist Aristotelesçilik, İtalyan hümanistleri arasında son derece geniş bir etki alanı buldu. Onlar, skolastik Aristotelesçiliği birçok bakımdan barbarca gördüler. İtalyan hümanistleri Aristoteles'in birçok yapıtını yeniden ve yeniden daha doğru ve daha düzgün bir biçimde çevirmeye çalıştılar. Ayrıca, Skolastik Aristotelesçilik daha çok Aristoteles'in doğa felsefesi ve mantığı üzerinde yoğunlaşırken Hümanist Aristotelesçilik esas olarak Aristoteles'in etik üzerine olan çalışmalarına yönelmiştir. Onlar, Aristoteles'i yeniden ve yeniden çevirmekle kalmayıp aynı zamanda Aristoteles'in çalışmalarının Grekçe olarak yayınlanmasını da gerçekleştirdiler. Aldus Manutius'un Venedik'te ilk baskıyı gerçekleştirmesinin ardından Aristoteles'in yapıtlarının Grekçe basımı Fransa, Almanya ve İtalya'da devam etti. O, hiç kuşkusuz Rönesans döneminde de en çok okunan klâsik yazarlar arasındaydı.​
Son iki yüzyılda büyük Aristoteles çalışmalannın niteliği birçok bakımdan, önce de belirtildiği gibi, her ne kadar Aristotelesçiliğin ilk Rönesans'ına benzese de, onun aynı zamanda Hümanist Aristotelesçiliğin Ortaçağdaki gelişimine benzer birçok paralellik gösterdiği de son derece açıktır. Son zamanlarda Aristoteles'in yapıtlannın yeniden ve yeniden çevrilmesi, özgül konuların ele alınması ve özellikle de Aristoteles'in insan felsefesini içeren çalışmaları üzerinde durulması; 21. yüzyıl Aristotelesçiliğinin birçok bakımdan Orta Çağdaki Hümanist Aristotelesçilikle yakınlesçilikle yakından bağıntılı olduğunu göstermektedir.​
Modern felsefeye gelindiğinde Aristoteles'in etkisinin oldukça derinden hissedildiği bir gerçektir. Özellikle eylem felsefesi, zihin felsefesi, insan felsefesi ve ontoloji üzerine olan tartışmalarda Aristoteles'in düşüncelerinin güçlü ve yaşayan etkilerini görmek hiç de zor değildir. Birçok çağdaş filozof Aristoteles'in birçok konuda ufuk açıcı ve derin analizlerinden etkilenmiş görünmektedir. Eylem felsefesinin üzerinde durduğu temel problemlerin başında şu sorular gelmektedir: Bir eylemi eylem yapan nedir?, Eylemin bireyselleştirici ilkesi nedir?, Bir eylemi amaçlı ya da rasyonel olarak tanımlamanın ölçütü nedir? Akrnsia, yani irâdenin güçsüzlüğünün doğası nedir? Bütün bu sorulara Aristoteles'in vermiş olduğu yanıtlar son derece ilginç ve açıklayıcıdır. Birbirinden son derece farklı felsefi yaklaşımlara sahip olan Austin, Anscombe, von Wright, Davidson ve Charles eylem felsefesinin temel sorularını son otuz yılda yeniden tartışmaya açmış bulunmaktadırlar. Ve onların konuya ilişkin yanıtları ne olursa olsun açık olan bir şey var ki, o da hepsinin şu ya da bu biçimde Aristoteles'e geri giderek kendi yanıtlarını oluşturmaya çalışmalarıdır.​
Saul Kripke ve Hilary Putnam tarafından başlatılan tartışmalar bir kez daha Aristoteles'in töz, öz ve doğal türler konusundaki düşünceleri üzerine yönelmeyi sağlamıştır. Her iki Amerikalı filozof sözü edilen konularda Aristoteles'le aynı düşünceleri paylaşır görünürler; örneğin "insan" veya "çelik" gibi terimlerin anlamı onların doğal türleri göstermesinden kaynaklanır. Bu nedenle onların sahip oldukları anlamın değişmesi veya başka bir şeye ya da türe işaret etmesi mümkün değildir. Aristoteles'e göre de düşünceler ve şeyler karşılıklı olarak birbirleriyle uygunluk içindedirler.​
Aristoteles'in metafizik anlayışı şüpheciliği dışarıda bırakır. Onun realist varlık anlayışının temelinde büyük ölçüde bu yatar. Çünkü Aristoteles'e göre, insanın dünya ile ilişkisinin temelinde bilenin ve bilinenin aynılığı bulunur. İnsana açık olmayan bir dünya insan için karanlıktır; ve böyle bir dünyada insan çaresiz'bir biçimde başını duvarlara vuran, çarpan bir yarasadan öte bir varlık olamaz. Oysa Aristoteles için varlık bilinebilir bir yapıdadır ve insan da onu bilmeye doğası gereği muktedirdir. Bizim düşüncelerimiz dış dünyadaki varlıklara karşılık gelir; başka bir ifadeyle, onları yansıtır. Başka türlü hiçbir terimin anlamı yoktur. Aristoteles için bütünsel septisizm bir çeşit hile, bir oyun ya da bir tür şeytanlıktır, îşte Aristoteles'in çağdaş felsefede gittikçe kendini etkin kılan düşünceleri onun var olana ilişkin bu yaklaşımıdır. Ve 17. yüzyılda anti-Aristotelesçi devrimden bu yana Aristoteles'in etkisi çağımızda bir kez daha en yüksek noktaya ulaşmış görünüyor.​
Feminist felsefe herhangi bir söylemin onu yaratan özneden bağımsız olarak düşünülemeyeceğini ileri sürerek öncelikle felsefe tarihinin eleştirel bir yaklaşımla yeniden çözümlenmesi ve anlaşılması gerektiğini savunur. Bu bağlamda çağdaş Aristotelesçi feminizm bizzat Aristoteles'in felsefi söyleminin nasıl dönemin egemen söylemi ile içsel bir bağıntı taşıdığını göstermeye çalışarak bilimin ve bilginin, en azından, mutlak bir nesnelliğinden söz edilemeyeceğini iddia eder. Bununla birlikte çağdaş Aristotelesçi feminizm Aristoteles'in insan anlayışından hareketle kadının kendini gerçekleştirebilmesinin ancak uygun toplumsal ve bireysel koşullarının yaratılması ile mümkün olabileceğini savunur. İnsanın kendini gerçekleştirmesi ve iyi bir hayat sürmesi aklın erdemli işleyişi ile ilgili olduğu kadar yeterince beslenebilme, yaşayabilecek bir yere sahip olma ve iyi bir eğitimi de gerektirir. Bu bağlamda Aristotelesçi feminizmin, feminist felsefe içinde son derece etkin bir konuma sahip olduğu söylenebilir.​
Aristoteles uzun yüzyıllar çoğunlukla biyolojide, fizikte, astronomide ve mantık alanında tartışmasız tek otorite olarak görüldü. Bu ise, Aristoteles'in bir bakıma efsaneleştirilmesi ile sonuçlandı. Ayrıca, Aristoteles çeşitli dönemlerde geleneğin temsilcisi durumuna getirildiğinden şiddetli eleştirilere de maruz kaldı. Son olarak, Aristoteles bir bilim insanı ve filozof olarak ne tartışılmaz tek otorite ve ne de eski ve geçersiz düşüncelerin mutlak bir öznesidir. Dolayısıyla, tarihsel gerçeklik ile ters düşmeyen böyle bir kavranım sayesinde onun bilim ve felsefedeki kesintisiz etkisi ve değeri daha iyi takdir edilebilir. Çünkü her ne olursa olsun ve hangi dönem söz konusu olursa olsun Aristoteles hiçbir zaman Aristotelesçi olmamıştır.​
H. A. Davidson, Alfarabi, Avicenna and Averroes on Intellect: Their Cosmologies, Theories of the Active Intellect and Theories of Hunan Intellect, Oxford University Press, Oxford, 1992.​
H.Diels(ed.), Commentaria in Aristotelem Graeai, Berlin, Reimer, 1882-1909, 26. vols.​
D. Gutas, Avicenna and the Aristotelian Tradition, Leiden: Brill, 1988.​
O. Leaman, Averroes and His Philosophy/, Clarendon Press, Oxford, 1988.​
R. Sorabji(ed), Aristotle Transformed: The Ancient Commentators and their Influence, Duckworth and Ithaca, N.Y, Cornell University Press,London, 1990.​
R. Sorabji, Time, Creation and the Continuum, Duckworth, London, 1983.​
J. L. Stocks, Aristotelianism, Boston, Mass,1925.​
R. Walzer, Greet: into Arabic, Harvard University Press, M.A, Cambridge,1962.​
Ayrıca bkz., ANTİK FELSEFE, AQU1NAL1 THOMAS, ARİSTOTELES, AUGUSTINUS, ERDEM ETİĞİ, FARABI, HIRİSTİYAN FELSEFESİ, İBN RÜŞD, İBN SİNA, İSLAM FELSEFESİ, RÖNESANS FELSEFESİ, SKOLASTİSİZM,.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst