1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Arete (αρετή), Grekçede yetkinlik, iyilik, meziyet ve en nihayetinde de erdem anlamına gelen bir sözcük olup, etiğin Yunan'da bir felsefe disiplini olarak oluşumu ve gelişiminde önemli bir yer tutar.​
αρετή sözcüğü, bununla birlikte, temel bir etik terim ya da kavram haline gelmeden önce de, Yunan düşüncesi ve toplumsal hayatında yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Zira ahenkli, düzenli ve birlikli bir κόσμος (kosmos) tasarımına koşut bir biçimde, teleolojik bir dünya görüşüne her zaman bağlı kalan Yunanlılar, canlı cansız her varlığın yerine getirmek durumunda olduğu bir işlevi, hizmet edeceği bir amacı olduğuna inanıyorlardı. Bundan dolayı, kendine yakışanı yapan, kendi uygun işlevini yerine getiren, kendi türünün ortak amaçlarına hizmet eden varlığı, bu varlık her ne olursa olsun, αρετή'si olan, yetkin ve meziyetli bir şey diye nitelediler. Arete Yunan kültüründe, felsefi düşünüş öncesinde işte bu anlamda, sadece İnsanî bir hal ya da nitelik olarak değil, fakat aynı zamanda eşyanın, hayvanın ve hatta tanrıların bir özelliği veya durumu olarak kullanılmıştır. Homeros ve Hesiodos, öncelikle erkeklerin olmak üzere, insanların αρετή'sinden olduğu kadar tanrıların αρετή'sinden söz ederken, Heredotos hayvanların, toprağın αρετή'sini ele almıştır. Bunlardan söz gelimi Tanrı'da αρετή, tanrısal doğanın özüne uygun etkinliklerde bulunmakla, örneğin görkemli işler yapmakla, mucizeler yaratmakla belirlenir.​
Arete'nin ahlâkî erdemi tanımlaması, antik felsefenin ilk dönemi hemen tamamen varlık konusu üzerinde yoğunlaştığından, Presokratik filozoflar döneminde de olmamıştır. Salt maddî varlıkla ilgilenen, Arete'nin doğası veya mahiyetiyle ilgili spekülasyonlardan kaçman bu Sokrates öncesi doğa filozoflarından sadece Herakleitos'un basireti en yüksek erdem olarak tanımladığı ve Demokritos'un da tfperrçnin, insanın yapıp etmelerinde ortaya çıkan dışsal bir nitelik olmaklığından ziyade, içsel karakterine vurgu yaptığı söylenebilir.​
Arete'nin felsefenin temel problematiklerinden biri haline gelmesi, ahlâklılığın belirleyici unsuru olup çıkması, milattan önce beşinci yüzyılda etiğin kurucusu olduğu kabul edilen Sokrates'le olmuştur. Şöyle ya da böyle gelenekçi biri, parlak ve görkemli yıllarının ardından şöyle ya da böyle bir gerileme dönemine girip, belli bir sosyal karmaşa içine düşmüş olan Yunan toplumunda muhafazakâr bir düşünür olarak ortaya çıkan Sokrates, yeni şeyleri bütünüyle gelenek içinde kalarak söylemeyi tercih etmiş ve bunu αρετή bağlamında da yapmıştır. Dolayısıyla, αρετή'yi yetkinlik, herhangi bir şeyin, bu şey her ne olursa olsun yetkinliği olarak tanımlamayı sürdürür ve her ne ya da kim olursa olsun, salt kendisine uygun olan işi yapana, kendisine özgü işlevi yerine getirene, kendi uygun, gerçek amacına ulaşma yolunda olana yetkin, meziyetli şey denmesi gerektiğini bildirir. O, şu halde, αρετή'yi, varlığın amacına veya insanın hedefine gönderimle, teleolojik bir tarzda tanımlama tavrını da sürdürür. Bununla birlikte, αρετή bağlamında onun en büyük yeniliği, terime ahlâksal bir belirleme kazandırması, onu tamamen etik alanla sınırlaması ve ikinci olarak da, αρετή'yi bundan böyle tamamen entelektüalist bir tarzda açıklamaya geçmesidir. Şöyle düşünür Sokrates; Arete'yi, insanın erdemini, salt insana özgü yetkinliği tanımlamak istiyorsak, yapmamız gereken ilk iş, İnsanî varoluşun nihaî amacını, insan varoluşu için, sözde değil de, gerçekten iyi olanı, sonra da insanı bu amaca götürecek bir niteliği aramamız gerekir. İnsan için gerçekten iyi olan, onun yaşamının erişmek durumunda olduğu nihaî hedef ευδαιμονία, yani kişisel bir hoşnutluk, gerçekten iyi olma hali veya mutluluktur. Arete işte bu nihaî amaca götürecek yol olup, o gerçekte bilgiden başka hiçbir şey değildir." Gerçekten de erdemlerin birliğini vurgulayan Sokrates'in, yinelemekten hiç usanmadığı cümlesi, "erdemin bilgi olduğu" cümlesidir.​
Sokrates'in en önemli öğrencisi olan Platon da arete (αρετή) konusunda aynı yaklaşımı, onun entelektüalist tavrını sürdürür. O bunun dışında, areteyi ontolojik bir zemine oturtur. Bunun anlamı ise, çokyönlüdür. Bir kere, her şeyden önce onun Sokrates'in Savunması ve Kriton adlı diyalogları dışındaki bütün gençlik diyaloglarını Sokrates'in çeşitli cıperai ile ilgili tartışmalarına ve erdem tanımı arayışlarına ayıran Platon'da söz konusu αρετή tanımlarını tözselleştirmek suretiyle meşhur İdealar teorisine varır. O, ikincileyin Sokratik αρετή telakkisini insan doğasına, üç parçalı ruh görüşüne dayandırır ve erdeme erişme sürecinde altedilmesi gereken bir çatışmaya yer verir. Platon'un gözünde ruhun birinci parçası, onun iştiha başlığı altında sınıfladığı, en aşağı düzeyde itkilerden, yani bedensel istek ve arzulardan meydana gelen parçadır. Burası ruhun, hayatın idamesi için karşılanması gereken bedensel ihtiyaçların, her biri fizyolojik bir fonksiyonla ilişkili olan fizikî istek ve eğilimlerin yeridir. Ruhun en üstte bulunan parçası ise, merak duygusuyla, anlama ve anlamlandırma isteğiyle, hakikati keşfetme ya da kavrama dürtüsüyle seçkinleşen akıldır. Akil insandaki, ideal gerçekliklere, İdealar dünyasına yükselecek, varlığın, bilginin ve eylemin ilk ilkelerini keşfederek, insan dediğimiz bütünsel organizmayı ve toplumu yönetecek olan, tanrısal parçadır. Bu ikisi, karşıt güçler olup, insanı bütünüyle ayrı yönlere sürüklerler. Bundan dolayı, o söz konusu iki parça arasında üçüncü bir unsura, tin ya da cana yer verir.​
Erdemler artık ruhun parçalarının görev ya da işlemleriyle tanımlanmak durumundadır. Söz gelimi, ruhun Platon'un iştiha adını verdiği parçasının erdemi ölçülülüktür. Zira onun işlevi, maddî olana yönelik istek ve arzularında aşırıya kaçmamak, bedenin varlığını sürdürüp hayatı idame ettirme sürecinde, hiçbir zaman ölçüyü kaçırmayıp, gerçek ihtiyaçlarını karşılamasını sağlamaktır. Buna karşın aradaki parçanın görevi akil ile iştiha arasında aracılık etmek, organizmanın parçaları arasında çıkabilecek olası ihtilâflarda aklın sözünü dinleyip, iştihanın aşırılıklarına karşı koymaktır; arabayı sağa sola sürükleyip yoldan çıkarabilecek olan azgın ve huysuz atları, arabacının rehberliği altında dizginlemektir. Tin ya da irâdenin, bunu yapabilmek için ise cesur olması gerekir. Aklın erdemi ise bilgeliktir. Çünkü onun görevi düşünmek, varlık, bilgi ve değerin ilk ilkelerini bilmek, hakikat, iyilik ve güzelliğin gerçek kaynağına yükselmektir.​
Aynı gelenek içinde yer alan Aristoteles'te de gerçek mutluluğa, kişinin kendisini gerçekleştirmesine giden yol sadece erdemli olmaktan geçer. Erdemleri insanın kendisini gerçekleştirmesini sağlayacak belli birtakım yaşama tarzları olarak tanımlayan Aristoteles bununla birlikte erdemleri ikiye ayırır. Bunlardan aklın erdemleri veya dianoelik erdemler, Sokrates'in erdem bağlamındaki entelektüaîist yaklaşımını aynen sürdürür. Fakat iki aşırı uç arasındaki doğru ortayı belirlemekle ilgili olan ahlâkî erdemler, ilk kez Platon'da karşımıza çıkan irâdî boyutu daha büyük bir güçle vurgular. Yine de, onda erdemler bir bütün olup, ahlâklı kişinin hayatını meydana getiren kumaşta iyi örülmüş bir tarzda, ahenk içinde varolurlar.​
B. Akarsu, Ahlâk Öğretileri, I. cilt, Mutluluk Ahlâkt, İstanbul, 1970.​
Aristoteles, Nikhomakhos'a Etik(çev. S. Babür), Dost Yayınları, Ankara 1998.​
Aristoteles, Etıdemos'a Etik(çev. S. Babür), Dost Yayınları, Ankara 1999​
A. Cevizci, Etiğe Giriş, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2002.​
Platon, Diyaloglar I, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1982.​
L. Versenyi, Sokrates ve İnsan Sevgisi (çev. A. Cevizci), Gündoğan Yayınları, Ankara, 1989​
Ayrıca Bkz., AHLÂKÎ KARAKTER, ANTİK FELSEFE, ARİSTOTELES, BİLGELİK, ERDEM TEORİSİ, ETİK, PLATON, SOKRATES.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst