1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Yunan mitolojisinden alınan Apollon ve Dionysos kavramları ve bu iki kavramın ima ettiği perspektifler arasındaki karşıtlık, bir oluş felsefesi olan Nietzsche'nin felsefesinde, bazen doğrudan bazen de metaforların içinde olmak üzere, gerek Nietzsche'nin kendi felsefesinin, gerekse eleştiriye tâbi tuttuğu felsefelerin anlaşılması bakımından oldukça önemli sembolik fonksiyonlara sahiptir.​
Apollon, Olymposlular'ın ikinci kuşak tanrılarından olup, Zeus ile Letto'nun oğlu ve tanrıça Artemis'in de kardeşidir. O, gerek aşklarıyla, gerek ok atmadaki maharetiyle, gerek şiir ve müzik tanrısı olmaklığıyla, gerekse de kehanetleriyle meşhur olan bir tanrıdır. Kehanetlerini manzum sözlerle dile getiren Apollon, kâhinlerin olduğu kadar, şairlerin de esin kaynağı olmuştur. Onun söz konusu esinlendirme gücü, her ne kadar Dionysos ile paylaştığı bir yetenek olsa da, o daha ölçülü bir karakter arz etmesi bakımından Dionysos'un gücünden önemli farklılıklar gösterir. Apollon ayrıca, mensuplarına ebedî hayat ve esenliği vaat eden, yarı dini yan ahlâkî sistem olarak Orpheusçu dinin tanrısı olarak bilinmesinin yam sıra, felsefesinin merkezine sayıları alan ve eşyadaki düzeni sayılardaki harmoniye bağlayan Pythagoras'ın da babası olarak kabul edilmektedir.​
Aydın, durgun, ölçülü gücü simgeleyen Apollon, bir ışık olup, "doğayı görme, varlığı akılla algılama ve akil yetisine dayanan yöntemlerle biçimlendirme" güç ve yeteneğine gönderme yapar. O, ışığın doğayı adeta bir projektör gibi aydınlatarak karanlık noktalarını gün yüzüne çıkarmasına benzer bir biçimde, bize sağlamış olduğu öngörme yetisi ile varoluşu anlamlandırıp kavramamızı sağlar. Hatta bilen varlıklar olabilmemiz de, ancak onun bize esinlemiş olduğu öngörme yetisi ile mümkün hale gelir. Aynı şekilde Nietzsche de Apollon'dan bahsederken, "Biz Apollon'un adında güzel olgunun şu sayısız düş kurmalarını topluca kazanıyoruz, kişi varlığını her yaşantı içerisinde gerçekten yaşamaya değer kılan bu sayısız düş kurmalardır, insani gelecekteki yaşantıyı öngörmeye doğru iten de bunlardır" demektedir. Apollon'un Grek düşüncesindeki fonksiyonunu incelerken Nietzsche, onu, düş ürünleri sağlamanın iç açıcı gerekliliğine bağlayarak, Greklerde söz konusu gerekliliğin en uygun biçimde Apollon'un kişiliğinde açıklandığını ifade eder. Bu bağlamda Grekler için Apollon'un, biçimlendirici görsel sanatların tanrısı, bilgelik öğreten bilici bir tanrı, bir ışık tanrısı ve tasarımlarıyla evreni aydınlatan güzel ışığın sahibi olan bir tanrı olduğunu söylemek doğru olur.​
Apollon'un söz konusu karakteristiklerinden hareketle, Apollonca olanın temel nitelikleri şu şekilde ele alınabilir: Her şeyden önce, Apollonca olan, düş kurmaların, ölçünün, dengenin, ışığın ve plastik sanatların sembolize edildiği bir kavramdır. Devlet kurucu bireyleşme ilkesinin üstün akli olup, kişiyi, kendini yok etme coşkusunun etkisinden kurtaran da, yine odur. Yani, Apollonca olanın sağlamış olduğu düş kurmalar ve aydın, durgun, ölçülü güç sayesinde, varoluş anlamlandırılarak yaşam değerli kılınır.​
Apollon gibi, Dionysos da, Olymposiuların ikinci kuşak tanrılarından olup, Zeus ile Seleme'nin oğludur. Mitolojide onu asil ön plâna çıkaran özelliği, klâsik dönemin bağ, şarap ve mistik vecd tanrısı olma vasfıdır. Seleme'nin, henüz Dıonysos'a hamileyken, Zeus'tan kendisine tüm gücüyle görünmesini istemesi ve Zeus'un onu kırmayıp görünmesi üzerine, anne Seleme, Zeus'un etrafını saran şimşeklerin görüntüsüne dayanamayıp ölür. Zeus, altı aylıkken annesinin karnından çıkardığı Dionysos'u kendi kalçasına diker ve doğuncaya kadar orada muhafaza eder. Bu yüzden Dionysos, mitolojide iki kere doğan tanrı olarak bilinir. Büyüleri ve mistik gücüyle ön plâna çıkan Dionysos, birçok mistik mezhep geleneğinde, özellikle vecd ve sarhoşluk söz konusu olduğunda oldukça yetkin, esinlendirici bir imaj olarak varlığını sürdürmüştür. Bununla birlikte, Apollon'un ölçülü esinlendirme yeteneği ile kıyaslandığında, Dionysos'un —vecd ve sarhoştuk ekseninde işleyen— esinlendirme gücü, ele avuca sığmaz bir ölçüsüzlük özelliği sergiler.​
Dionysos bir doğa tanrısı olup, her bakımdan doğaya dönük bir karakter arz eder. Onun simgelediği asil kuvvet ise, doğanın kendisi değil, insanı doğanın sırlarına erdiren büyülü güç anlamında, insanla doğa arasındaki ilişkidir. Doğanın sırlarına ve gücüne ulaşmak anlamında tanrılaşmak, insanın en çok istediği şeydir. Dionysos ise, söz konusu ereğe ulaşmanın yolunu, herkese kolayca açar: "Bu yol şarap ve sarhoşluktur."​
Oluşu Dionysos'la, daha doğrusu Dionysos'un etkinliğiyle özdeşleştiren Nietzsche, oluşun söz konusu karakterinden dolayı ona, tanrısal bir tavırla, bir tanrı gözüyle bakılması gerektiğine dikkat çeker. Hatta Nietzsche'ye göre, bu tanrının, değerleri yaratan veya yaratacak olan kişilerin içine oturmuş bir içgüdü olarak, onlar üzerinde etkide bulunduğunu söylemek bile mümkündür. Oluş süreci ile doğrudan irtibatlı olan Dionysos kavramında, insan düşüncesi ve mantığıyla kurulmuş kavramsal bir sözcük aramak boşunadır. Zira "Dionysos coşkusu, yani şarap ve sarhoşluk, insanları içinde yaşadıkları baskıdan kurtardığı içindir ki, bu Tanrıya Yunanca 'Eleutherus', özgürlük veren sıfatı takılmıştır."​
Bu perspektifte olmak üzere Nietzsche, hem estetik olayı hem de dramatikçinin oluşumunu, Dionysos'la irtibatlandırarak ele alır. "Temelde estetik olay yalındır, insanda sürekli olarak canlı bir oyunu görmek, her zaman tinsel varlıklarla kuşatılmış olarak yaşama yeteneği vardır, işte ozan böyledir. İnsan kendiliğinden davranmak, başka gövdeler ve tinler konusunda özgürce konuşabilmek için bir iç itimi sezer, dramatikçi böyle olur." Nietzsche, insandaki söz konusu yaratıcı yetiyi, Dionysos'a özgü kımıldatıcı güce bağlar ve içsel birin kavranmasının da, ancak bu yolla mümkün hale geldiğini ifade eder. O, özellikle Pre-Sokratik dönemde, Dionysosça davranan Grek insanının, gerçekliği ve doğayı, en yüksek gücü içerisinde görmeye yönelik dayanılmaz bir arzuyla kavrandığı kanaatindedir. İşte tam da bu noktada, Yunan mitolojisinin safirleri karşımıza çıkar, Satirler Dionysos alayında yer alan, belden üstü insan, belden aşağısı at ya da teke olan varlıklardır. Nietzsche'ye göre, "Satir tanrı karşısında, en yüksek yerde onun buyruğu altında iş gören bir aşamadır, doğanın Dionysos'ta bir anlatımı durumundadır. Bu durumu dolayısıyla, derin' bir coşkunluk içinde bilicilik ve bilgelikten söz eder: Acı duyan kimse bilen kişidir, bir bilge gibi evrenin yüreğinde doğan hakikatin bildiricisidir. İşte, düşsel, can sıkıcı, görünümü, bilge ve coşkun satir biçimi böyle çıkar ortaya. O tanrı karşısında bir yamyam insan gibidir. Doğanın, onun güçlü itiminin bir örneği, simgesi bilgelik ve sanatın bildiricisidir: İnsan biçimine girmiş bir müzisyen, ozan, oyuncu ve tinleri görücüdür."​
Kısacası Dionysos, doğaya karışan, doğayı simgeleyen müziğin, coşkunun, esrimenin ve oluşun tanrısıdır. O, içeriden dışarıya doğru gerçekleşen yaratıcı bir taşkınlık, insanın doğayla birleşmesini sağlayan bir amaçtır. Onun adında mantıksal, kavramsal bir şey aramak boşuna olup, gerçekte o, bireyi düşsel varlık bağlarından koparan bir tanrıdır.​
Bu açıdan bakıldığında, Apollon ve Dionysos, varoluşun ürkünçlüğü ve tiksindiriciliğinin farkında olan Yunanlıların, yaşayabilmek için onun karşısına çıkardıkları Olympos'un parlak düş ürünlerine gönderme yapmaktadır. Bir anlamda, müzik ve dile tekabül eden bu iki karşıtlık, dengenin iki yani olup, insanın en temel etkinliklerinden biri olan sanat için de bu iki kavram arasındaki dengenin hayatî bir önemi vardır. Nietzsche de, birbiriyle karşıtlık ilişkisi içerisinde olan bu iki kavramı ele alırken, Apollon ve Dionysos'un birbiriyle açıkça çatıştıklarını, bunun maksadının ise, karşılıklı olarak yeni güçlü doğumlar ortaya koymak olduğunu söyler. Dionysosça olanda evren dolayımsız olarak deneyimlenip yansıtılırken, Apollonca olan ise bu müziği bir düş görünümü içinde görünür hale getirir. Yani Nietzsche açısından, bütün İnsanî yaratımların kaynağı, yine bu iki tanrıda aranmalıdır.​
Nietzsche felsefesinde bu iki kavramsal karşıtlıktan hangisinin daha önemli olduğu sorusu, —özellikle Nietzsche'nin erken dönem çalışmaları söz konusu olduğunda— her ikisinin de gerekli olduğu şeklinde cevaplandırılmak durumundadır. Çünkü Nietzsche bu karşıtlığı ele alırken, zaman zaman birini, zaman zaman da diğerini ön plâna çıkarır. Mesela, Tragedyam» Doğuştt'nun bir bölümünde, Dionysosça olanın ortaya çıkardığı yıkım ve varoluşun saçmalığına yönelik tiksinmeye özgü düşünceleri, Apollonca sanatın, tasarımlar içinde bastırmak suretiyle insan için yaşama imkânı sağladığını ifade ederken, bir başka yerde, bizim Apollonca olan yanılsamadan, ancak Dionysos'un müziğiyle kurtulabileceğimize işaret eder. Benzer bir biçimde Nietzsche, Dionysosça bir evren görünüşü olan müziğin, gerçek değerinden uzaklaşması durumunda, olayın biçimsel (Apollon'ca) yapısına öykünüp adeta bir tutsak haline geleceğine dikkat çekerken, Tarih Üzerine adlı eserinde ise, tarih dışının insanın eylemde bulunması ve yaşaması için gerekli olduğunu belirterek, Apollonca olanı ön plâna çıkarır.​
Nietzsche, yine bu karşıtlık bağlamında, Helen kültürünün Apollonca olan söz sayesinde katışık bir yığın olmaktan kurtulduğunu söyler. Buna göre, barbarlık ile kültür arasındaki fark Apollon'un şahsiyetinde yaratılmakta olup, barbarlar Dionysosça itkilerine gem vurulmadığından dolayı barbar olarak kalmışlardır. Yani, "Grekler Apollon'un etkisiyle bu itkileri yeniden yönlendirip dönüştürdükleri, onları salt bir doğa ifadesi değil, birer kültür bileşeni haline getirdikleri için, Grek olmuşlardır." Nietzsche'nin kültüre yönelik bu değerlendirmelerinin, daha sonraki kültür teorileri ve eleştirileri üzerinde oldukça büyük etkileri olmuştur. Zira söz konusu değerlendirme ekseninde düşünüldüğünde, kültürün, bir yandan insanın varoluşla hesaplaşmasının bir sonucu olarak> barbarlıktan kurtulmasına işaretle olumlu, diğer yandan ise, insanın gerçeklikten kopmasına, Heideggerci bir dille ifade edecek olursak, Varlıksın unutulmasına yol açtığından ötürü olumsuz anlam içerimleri olan bir kavram olarak değerlendirilmesi mümkündür. Özellikle kendilerini modernist gelenek içerisinde konumlandıran düşünürler, benimsemiş oldukları ilerlemeci tarih nosyonunun da bir sonucu olarak, kültür hakkındaki ilk yaklaşımı savunurken, aralarında birçok postyapısalcı ve postmodern filozofun bulunduğu bir grup düşünür de, düalist epistemoloji üzerine kurulu her türlü felsefenin, içsel bir tahakkümü içerdiği, bunun en rijit örneğinin ise, modern dönem olduğu şeklindeki kanaatlerinden hareketle, kültürün insani gerçeklikten koparan bir karaktere sahip bulunduğuna işaret eden ikinci yaklaşımı benimsemiştir.​
Her ne kadar Nietzsche, Schopenhauer'm etkisi altında kaleme aldığı Tragedyanın Doğuşu adlı çalışmasında, Apollon-Dionysos karşıtlığını uzlaştırma cihetine gitmiş, ya da başka bir ifadeyle yaşam için her ikisinin de gerekliliği üzerine vurgu yapmış olsa da, geç dönem çalışmalarında, vurgusunu tamamen Dionysos üzerine çevirerek Apollonca olanın âdeta yadsınması gerektiğine işaret eden bir felsefe geliştirmeye çalışmıştır. Zira Nietzsche, geç dönem çalışmalarında, Sokrates'ten bu yana bir bütün olarak Batı metafizik geleneğinin, (Sokratik rasyonalizme bağlı olarak) bir varlık felsefesi geliştirmek suretiyle, Dionysosça hakikati, yani oluşu, kurgu (Apollon'ca olan) lehine değerden düşürdüğünü, bundan kurtulmanın yolunun ise, oluşu, olanca yıkıcılığıyla oluşu onaylayan bir düşünme ve eyleme tarzından geçtiğini ileri sürmüştür. Bu doğrultuda o, nihilizmin de kaynağı olarak değerlendirilebilecek, Apollonca olanın egemenliğinden kurtulmaya yönelik, her şeyin, sınır tanımadan sonsuza dek, durmadan yok olup yeniden doğması şeklinde tarif edebileceğimiz ebedî dönüş öğretisini ve oluşun, en yıkıcı halinde bile, olanca masumiyeti ile onaylanması gerektiğine işaret eden, Türkçeye kader sevgisi olarak aktarebileceğimiz amor fati düşüncesini geliştirmiştir. Bununla birlikte, Nietzsche'nin geç dönem felsefesinde bile, Apollonca olanı tamamen bir kenara attığını söylemek pek mümkün değildir. Belki bütünüyle dışlayıcı bir yaklaşımdan ziyade, daha mütevazi olarak, Nietzsche'nin, Apollonca olanın, Dionysosça olanı tamamen ortadan kaldırdığı felsefelerle, kurgularını evrenselleştirici formlar içerisinde bütün insanlığa teşmil eden felsefelere karşı çıktığını söylemek, söz konusu karşıtlığın Nietzsche'nin felsefesindeki yerini takdir etme noktasında daha tutarlı bir söylem olacaktır. Zira bireysel yaratıcılığı sonuna kadar onaylayan ve oluşa mutlak bir değer biçmenin imkânsızlığını, dolayısıyla yorumcu bir plüralizmi savunan Nietzsche'nin, en azından bireysel yaratıcılık ve yorum için de olsa, Apollonca olanın gerekliliğini dışlamayacağı söylenebilir.​
O. Aruoba, "Çevirenin Notlan", F. Nietzsche, Dionysos Dithyrombosları(çev. O. Aruoba), Kabalcı Yayınlan, İstanbul, 1997.​
H. Aydın, Metafizikçi Olarak Nietzsche, Uludağ Üniversitesi Basını Evi, Bursa, 1984.​
A. Erhat, Mitoloji SÖzlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1972.​
P. Grimsi, Mitoloji Sözlüğü "Yunan ve Roma"(çev. S. Tamgüç), Sosyal Yayınlan, İstanbul, 1997.​
A. Megill, Aşırttığın Peyganıberleri(çev. T. Birkan), Bilim ve Sant Yayınları, Ankara, 1998.​
F. Nietzsche, Ecco Honıo(çev. E. Tan), Seren Yayıncılık, Ankara, 1993.​
F. Nietzsche, Tarih Üzerine(çe\'. N. Bozkurt), Say Yayınları, İstanbul, 2000.​
F. Nietzsche, Tragedyanın Doğtışu(çev. İ. Z. Eyüboğlu), Say Yayınları, İstanbul, 1997.​
Ayrıca bkz., ALMAN FELSEFESİ, AKILCILIK, AMOR FATİ, ANİMAL SYMBOLİCUM, ANTİK FELSEFE, EBEDÎ DÖNÜŞ, KÜLTÜR, KÜLTÜR FELSEFESİ, SCHOPENHAUER, SOKRATES.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst