1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
İnsan, bir toplum içinde doğar, büyür, yaşar ve nihayet ölür. Aristoteles'in "insan sosyal bir varlıktır" ve Hegel'in "doğada soyut insan yoktur" sözlerinde ifadesini bulan toplum hayatının gerçekliği, insanı kuşatır ve donatır. Karşılıklı etkileşim çerçevesinde sosyal ilişkiler ve teşkilatlar ağı olan toplum, bir düzen ve kural yapılanması içinde sürekliliğini korur. Bu süreçte sosyal ve kültürel geleneğin nesilden nesile —sosyalleşme vasıtasıyla— aktarılması önem arz eder. Birey, aileden başlayan ve arkadaş grubu, okul, çalışma hayatı, kitle iletişim araçlarının kuşatmasında ömür boyu süren sosyalleşme sürecinden geçmektedir. Toplumun sosyal ve kültürel yapısı bireyin kişiliğini etkilemekte ve belirlemektedir.​

Bu bağlamda, bir sosyal grup veya toplumun, kendi varlık, birlik, işleyiş ve devamını sağlayabilmesi ve sürdürebilmesi için bazı temel inançlara (yani değerlere); bu temel inançların özel durumlara uygulanışını esas tutan ayrıntılı özel kurallara (yani normlara) ve bu temel inanç ve özel kuralların işlerliğini ve geçerliliğini sevk ve idare eden bir mekanizmaya (yani sosyal kontrole) ihtiyacı vardır. Toplumun sosyal ve kültürel yapısı içerisinde, toplumun değerleri ve normlarındaki fonksiyon bozukluğu, dolayısıyla sosyal kontrolün işlerliğini yitirmesi anomik duruma neden olmaktadır.​

Bu çerçevede kelime anlamı, "normsuzluk" ya da "kuralsızlık" olan "anomi", birey ve toplum hayatındaki bunalımlı bir durumu ifade eder. Dolayısıyla, "anomi" toplumda ya da bireyde ölçü ve değerlerin çökmesi ya da amaç ve ülkü yoksunluğu sonucunda oluşan dengesizlik durumudur. Anomi (anomie) kavramını ilk defa Grekçe aslından alıp kullanan Emile Durkheim olmuştur. Durkheim dahil bütün sosyologlar "anomi"yi "normsuzluk" olarak değil; bir grup ya da toplum üyelerinin nerede, nasıl ve ne şekilde hareket etmelerini belirleyen normların veya sosyal kuralların saygınlık ve etkinliklerinin azalması; normlara olan bağlılığın zayıflaması sonucu fertlerin bir çeşit başıboşluk, düzensizlik, kargaşa, kararsızlık, karamsarlık ve belirsizlik içine düşmelerini ifade eden bir kavram olarak görürler. Başka bir ifadeyle "anomi", bir toplumdaki mevcut kültürel değer ve amaçlar ile o toplumda yaşayan bireylerin sözkonusu amaç, değer ve kurallara uygun olarak davranma ve yaşama istekleri arasında belirgin bir farklılaşmanın ortaya çıkması sonucu toplumsal ilişkileri düzenleyen kural ve değerlerin aşınmasının doğurduğu karmaşa ve kuralsızlık durumudur.​

Zimmerman'a göre, anominin başlıca özelliklerinden biri hayatta gayesiz oluştur. Bu duyguya sahip olanlar kendilerinin yalnız olduklarını düşünürler. Bu şahıslar, kendilerine rehberlik edecek bir iç gayeleri olmadığı için "dışa dönük" olmakla karakterize olmuş kimselerdir ve deyim yerindeyse, esecek herhangi bir tesadüfi rüzgâra yelken açmış durumdadırlar. Bunlardan başka, plansızlık ve alkollü içkilerle, ilaçları aşırı kullanma halleri de anominin vasıflarındandır. Anominin bu vasıfları birbirleriyle ilişki halindedirler ve anomide bir artış bu özelliklerin çoğunun daha yüksek oranlara ulaşmasına yol açar. Ancak bu vasıfların hepsini anomiye sebep olan veya onunla birlikte var olan özellikler olarak nitelendirmek hatalıdır. Mesela, çalışırken yorulan bir şahıs, işten kendini alıkoyarak yorgunluktan kurtulabilmeyi, biraz plansızlığa, gayeyi unutmaya, kendi kendine kalmaya, hiçbir şey için çalışmaksızın boş durmaya ve alkollü içkilerle bazı ilaçlar kullanmaya ihtiyaç duyabilir. Bu anlamda, Amerika Birleşik Devletleri'nde, aspirin için yapılan reklâmlardan birinde, yorgun ev kadınına ailenin diğer fertleri eve dönmeden önce bir yere oturarak, pabuçlarını çıkarması, iki aspirin yutup sırt üstü uzanması ve ayaklarını, başının hizasından hafifçe veya imkân nispetinde yüksek tutması tavsiye edilmiştir. Başka bir deyişle, bu reklâmın ifade etmek istediği şey şudur: Gayenizi, plânlarınızı, diğer fertleri unutun, bir hap veya biraz alkol alın ve sıhhatinize kavuşun.​

Ancak, bu örnek geçici bir anomik durumu tasvir etmektedir. Girift toplumsal yapıda anomiyi oluşturan sebepler farklı olabilmektedir. Zimmerman'ın ifadesiyle, anomiye uygun olan sosyal bünye; kısmen göçlerin ve eski çevreden ayrılmanın, şehir hayatının, çocuksuzluğun, son derece küçük aile halinde bulunuşun, boşanma, terk, ölüm veya diğer sebeplerle eşlerden birinin mevcut olmayışının, akrabalardan ayrı bulunmanın ve gayesizlik, plansızlık v.b. durumların hayatın belli başlı amacını teşkil ettikleri bir dünya anlayışının ve ruhsal hastalıkların bir sonucudur. Bu anlamda anomi, hızlı toplumsal dönüşüm dönemlerinde değerler sistemi ve normatif yapının; toplumsal yapı ile ilişki ve uyumunun bozulması ve toplumu oluşturan bireylerin davranış, düşünce ve eylemleri üzerindeki belirleyici ve yönlendirici niteliğinin yitirilmesi halidir.​

Anominin sosyal-yapısal şartı, toplumsal standartlardaki bozulmayla ilgilidir. Toplumsal standartlardaki bozulmayı oluşturan şartlar şunlardır: (a) Hızlı sosyal ve teknolojik değişmelerden dolayı normlardaki değişmeler; (b) Eski ve yeni kurumlar arasındaki çatışma; (c) İki farklı toplumun değer sistemlerinin karşılaşmasıyla hayat tarzında çatışma. Sosyal standartlardaki bozulma sonucunda; kolektif vicdanın üstünlüğü ve yasallığı, normatif yapının gücündeki düzenleyicilik, ortak duygular, toplumun ahlâkî yasattığı ve bireyleri birleştirmek toplumsal düzeyde sorun olmaktadır. Cohen'e göre, yönetim duygusundaki eksiklik ya da davranışlara hakim olan sosyal standartlardaki bozulma anomiyi oluşturur.​

Bir bütün olarak toplumun dokusundaki sosyal kültürel kurumlar ve yapılanmalardaki bozulma ve düzensizlik, bireysel ve toplumsal anomik duruma sebep olabilmektedir. Sosyal-kültürel yapıdaki fonksiyon bozukluğu, patolojik durum ve sistem bunalımının tedavisi ve yeniden yapılandırılması ile anomik durumdan kurtulmak; toplumun hayatta kalabilmesinin gerekli şartıdır.​

Anomi Kavramının Terminolojik Farklılıkları

Anomi, sosyal bilimlerde, birey bağlamında psikolojik açıdan; toplum bağlamında sosyolojik açıdan analiz edilmektedir. Dolayısıyla, psikolojik, sosyolojik ve sosyal psikolojik bakımdan incelenen anomik durumun, araştırma yöntem, alan ve sonuçlarına göre terminolojik farklılıkları bulunmaktadır.​

Anomi kavramını, sistematik olarak ilk kullanan Durkheim başta olmak üzere; "anomi" konusunu bilimsel çalışmalarında inceleyen sosyologlardan, Merton, Parsons ve Leo Srole'un anomi kavramına bakış açıları ele alınabilir.​

Durkheim'da Anomi Kavramı: Sosyolojik çözümlemede önemli bir yeri olan ve sosyolojinin bilimsel oluşumuna damgasını vuran önemli sosyologlardan Durkheim, "bir sosyal olayın sebebi bir başka sosyal olaydır" önermesi çerçevesinde "sosyolojizm" akımının öncüsüdür.​

Bu anlamda, Durkheim için bir toplumdaki belirleyici unsur, ortak inanç, değer ve normların soyut bir bütünü olan toplumsal bilinçtir. Toplumsal bilinç her ne kadar bireysel bilinçlerde belirginleşirse de, toplumsal niteliği bakımından onlardan farklıdır; onların basit bir toplamı ya da sonucu değildir. Kendi yasalarına göre evrimleşen ve bireyleri çevreleyen, etkileyen veya belirleyen koşullardan bağımsız olarak varlığını sürdüren toplumsal bilinç, kendini diğer toplumsal unsurlardan farklı kılan niteliklere sahiptir. Zaman süreci içerisinde büyük bir değişiklik göstermediği için, kuşaklar arasındaki bağlantıyı sağlar. Dolayısıyla, bireylerde somutlaşmasına rağmen, bireysel bilinçlerdeki oluşumdan bambaşka bir varlığa sahip olan toplumsal bilinç, kendine özgü nitelikleri, varoluş şartları ve gelişme biçimi olan bir toplumsal gerçektir. Bu haliyle bireysel bilinçler üzerinde sürekli bir baskı mekanizması oluşturur. Bu baskı mekanizmalarının somut toplumsal görünümleri ise, yaptırımlarla desteklenen toplumsal kurumlardır. Bireyler, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, ağırlıkla norm ve değerlerden veya onların bileşimlerinden oluşan bu toplumsal kurumlara göreli olarak davranırlar. Bu çerçevede Durkheim, toplumun bireyin dışında olması ve baskı yapmasını "dışlık" ve "baskı" terimleriyle ifade eder.​

Toplumsal bilinç çerçevesinde Durkheim, Tönnies'in " Gemeinschaft ve Gesellschaft" (Cemaat ve Cemiyet) kavramlarına benzer bir şekilde, Toplumsal İşbölümü adlı incelemesinde toplumu "mekanik ve organik dayanışma" olarak iki ayrı tipe ayırır. Ancak, Tönnies'in cemaatte organik dayanışma, cemiyette ise mekanik dayanışma olduğu nitelemesine karşılık; Durkheim'e göre de, cemaat yapısında mekanik dayanışma, cemiyet yapısında da organik dayanışma mevcuttur.​

Bu çerçevede, Durkheim'a göre, "mekanik dayanışma" üzerine kurulan toplumlarda (genellikle ilkel toplumlar) bireyler, benzer norm, inanç ve değerleri paylaşırlar; başka bir deyişle henüz farklılaşmamışlardır. Bu tür toplumlarda toplumsal bilinç, bireysel bilinçler üzerinde egemenlik kurmuştur ve hatta onları içerir. Benzerliğe dayalı mekanik dayanışmanın karşıtı olan "organik dayanışma", farklılaşmanın sonucu olarak beliren daha çağdaş bir oluşumdur. Canlı varlıklarda nasıl organlar arasında bir birlik, bir bütünleşme ve dayanışma varsa ve organizmanın varlığını sürdürebilmesi için nasıl her organın farklı görevini yerine getirmesi gerekiyorsa, bu durum toplumun varlığı için de aynen geçerlidir. Dolayısıyla organik dayanışma, bir toplumdaki işbölümünün zorunlu bir sonucudur. Durkheim'a göre, toplumsal işbölümüyle, nüfusun artışına paralel olarak, farklı uğraşı ve meslekler seçen bireyler, toplum içinde farklı görevler alarak hem birlikte yaşama imkânını bulurlar, hem de canlı bir organizma plan toplumdaki fonksiyonlarını yerine getirerek toplumun idamesini sağlarlar. Teknolojik gelişmeye koşut olarak farklılaşma önem kazanır ve organik dayanışma, mekanik dayanışma üzerinde giderek egemenlik kurar. Ancak organik dayanışmanın, ya da toplumsal farklılaşma veya işbölümünün gelişmesi, bireylerde başkalarından farklı oldukları bilincini oluşturur. Bu bireylik bilincinin toplumsal bilinci giderek daha fazla etkilemesi ve zayıflatmasını, Durkheim "anomi" olarak nitelendirir.​

Toplumsal İşbölümü ve İntihar adlı eserinde anomiden söz eden Durkheim, burada "anomi"yi, "düzeni sağlayan ahlâk ve hukuk kuralları ortadan kalkınca toplumun bütününü kucaklayan hastalık" olarak tanımlar. Tarihin belli dönemlerinde "davranışları biçimlendiren ve idealleri inşa eden değerler sistemi ile bireyler arasındaki ilişkiler bozulur. Bu bunalım toplumun bütününü sardığı zaman "anomie" vardır; "anomie" dayanışmanın yok oluşudur." Sosyal faaliyetlerin farklılaşması ile toplum üyelerinin ortak duygularında değişmeler olur; bu da sosyal inançların gevşemesine yol açar; toplum imajının yerini kişi imajı alır. Fertler kendilerinde bir takım kabiliyetler olduğuna inanırlar; toplum onlara belli roller verir; eğer bu kabiliyetlerle, o rolleri birbirine uymuyorsa sosyal bütünleşme gerçekleşemez... Çağdaş toplum, işbirliği ile rekabet, dayanışma ile çatışma arasında bocalamaktadır. İktisadî anarşi ve —aile, kilise, korporasyon gibi— ara kuruluşların zaafı yüzünden dengesizlik doğunca değerler sistemi bozulur; kişinin amaç ve araçları ön plâna geçer; çünkü sosyal düzen, sosyal ahengi artık sağlayamaz.​

Durkheim'in Toplumsal İşbölümü'ndeki verilere göre üç halde anomi vardır; (a) ekonomi dünyasından iflâsların çoğalması halinde; (b) ekonomik faaliyetlerin içerisinde işveren-ücretli ilişkileri düzeyinde; (c) bilimlerin aşırı parçalanması ve uzmanlaşması sonucu bilgi alanında.​

Durkheim'in "anomi" kavramını işlediği diğer çözümlemesi İntihar adlı eseridir. O, intihar olayını açıklamak için öncelikle intiharı; akil hastalığı, ırk, kalıtım, iklim ve hava sıcaklığı, taklit etkenleriyle açıklamak isteyen görüşleri irdeler. Durkheim, bu etkenlerin intiharın nedeni olamayacağını tek tek kanıtladıktan sonra, geriye bir tek toplum etkeni kaldığını belirtmektedir. Bu toplumsal etkenleri oluşturan dinsel bağlılık, evlilik, aile hayatı, siyasal ve ulusal bağlar v.b. unsurlar ile intihar olayları arasındaki bağları inceleyen Durkheim, üç ayrı intihar türü tespit etmektedir:​

Egoist (Bencil) İntihar: Bireyin sosyal çevresiyle bütünleşememesi sonucu olan intihar olayıdır. "Bireyi kendi başının çaresine bakmak durumunda bırakan etkenler ne kadar çoğalırsa; intihar olayları da o ölçüde artar." Durkheim, bu belirlemeye ulaşırken değişik dinsel inanç kümelerini birbirleriyle karşılaştırmaktadır. Katolik Kilisesi ve Katolik mezhebinin, üyelerini topluluk hayatıyla yoğun biçimde bütünleştirdiği için, Katolikler arasında intihar olaylarının çok az görüldüğünü belirtmekte, buna karşılık bireyciliğin değerli tutulduğu Protestanlıkta, birey ile sosyal kümesi arasındaki bağlar gevşeyip koptuğu için’Protestanlar arasında intihar oranının daha: yüksek olduğunu Söylemektedir.​

Bunun gibi, Durkheim'a göre aile bağlarının zayıflamasıyla da bencil intihar olaylarının artışı birlikte görülmektedir. Aile bağları ne kadar yoğun ise; aile bireylerinin intihara karşı bağışıklığı da o ölçüde yüksek olmaktadır. Dolayısıyla ona göre, aile üyelerinin bireysel kişilik yapıları değil, aile bağlarının yoğunluk ve sıklığı asil belirleyici etken durumundadır. Siyasal ve ulusal büyük bunalımlar sırasında da, toplumun bütünleşme ölçüsü arttığından, bireylerin sosyal sorunlara etkin 'katılımları' yoğunlaştığından, intihar oranlarının düştüğü gözlenmektedir. Bu ortamda bireylerin bencilliklerinin sınırlanmakta olmasını ve yaşama isteklerinin güçlenmesini bu düşüşün nedeni olarak görmektedir.​

Altruist (Elcil) İntihar: Bireyin kendi başına bırakıldığı ortamların bencil intihan özendirici olmasına karşın, aşırı toplumsal bütünleşmişliğin de elcil intiharı kolaylaştırdığını belirten Durkheim, bu ikinci durumda birey hayatının adetler, gelenekler ve alışkanlıklarla kati bir biçimde düzenlenmiş olduğuna, topluluğun (ister dini ister siyasî) buyrukları gerektirdiğinde, bireylerin düşünmeden kendilerini öldürdüklerine işaret etmektedir.​

Anomik İntihar: Bencil intihar bireyin toplumla yeterince bütünleşememesinden; elcil intihar da aşırı bütünleştirilmesinden ileri gelirken; üçüncü bir intihar türü olarak anomik intihar ise, birey davranışlarında uyulacak ölçülerin bulunmamasından ileri gelmektedir. Özellikle kör piyasa ekonomisi içinde yoğunlaşmış olan bu intihar türü, bireylerin davranışlarını düzenleyecek kural ve ölçülerin bulunmaması karşısında, Durkheim'm deyişiyle "bireyin ufkunun ya aşırı genişlemesinin, ya da aşırı biçimde daralmasınmın sonucu olmaktadır." Bu durumlara örnek olarak Durkheim, beklenmedik zenginleşme ile boşanma durumlarını göstermektedir.​

Bu anlamda, Durkheim'a göre intiharları arttıran ekonomik bunalım, yoksulluk yanında, bir ülkedeki refahı birdenbire arttıran mutlu bunalımlar bile, intiharları ekonomik çöküntüler gibi etkilemektedir. Anomik intiharların çoğalmasının temel nedeni toplumun yapısında meydana gelen değişikliktir. Bu değişikliğin toplum için, yararlı ya da zararlı olmasının hiçbir önemi yoktur. Toplumun yapısında meydana gelen değişiklikler bireyin manevî değerlerini, hayat şartlarım alt-üst eder. Dolayısıyla Durkheim'a göre intiharın esas nedeni bu anomi halidir. Bu anlamda Durkheim'a göre anominin (kuralsızlığın) ve kargaşanın en fazla olduğu yerler çağdaş toplumlardaki kentlerdir. Bu açıdan intiharlar daha çok kentlerde yaygındır. Bundan dolayı Durkheim, çağdaş toplumdaki kentleri, anominin yaygın olduğu başıboş yerler olarak tanımlamıştır. Bu bağlamda Durkheim "anomi"yi karmaşık işbölümünün egemen olduğu sanayileşmiş, çağdaş toplumların temel özelliklerinden biri olarak görmekte ve "anomik intihar" türünün organik dayanışmanın belirgin olduğu, sanayileşen toplumda görüldüğünü belirtmektedir. Dolayısıyla, Durkheim, bireyci toplumlarda, toplumsal bilincin tümüyle yitirilmemesi gereğini savunur ve yeni bir ahlâk anlayışının zorunluluğu üzerinde ısrar eder. Durkheim'a göre, toplumsal sorun esas olarak ahlâkî bir sorundur ve çağdaş toplumların bunalımı, temeli toplumun yapısında bulunan ahlâkî bir bunalımdır.​

Son tahlilde, Durkheim'da toplumsal hastalığın bir ifadesi olan anemik durumun iki farklı kaynağı vardır: Yapısal anomi ve toplumsal anomi. Yapısal anomi türünde Durkheim, sosyal yapıyı meydana getiren birim ve kurumlar arasında tam işlevsel bağlantının kurulmaması durumunu ifade ederken, toplumsal anomi türünde, kültür unsurlarının kendi aralarında ve kültür ile sosyal yapı arasındaki uyumsuzlukları kastetmektedir.​

Durkheim'ın anomi kuramındaki, sosyal ve kültürel yapı arasındaki uyumsuzluğun anomiye sebep olduğu düşüncesi, Merton'un anomi kuramında daha analitik çerçevede ve geniş biçimde ele alınmaktadır.​

Merton'da Anomi Kavramı: Merton, sosyolojik açıdan ele aldığı anomi konusu ile ilgili olarak 1938 yılında yazdığı "Sosyal Yapı ve Anomi" başlıklı makalesiyle, anomi ve sapma konusunda Durkheim'dan sonra değişik bir bakış açısı getirmiştir. Hatta Merton'a göre günümüzde sosyolojik bakış açısı, uyulması gereken ilişki kalıplarından sapan davranışların analizine yönelmiştir.​

Merton'a göre anomi, kültürel amaçlar ve bu amaçlara ulaşmayı sağlayacak kurumsal araçlar arasındaki kopukluğun bir sonucudur. Bu bağlamda, Merton'a göre, toplumda, kültürün bireylere sosyalleşme yoluyla aşıladığı istek ve özlemlerden oluşan kültürel hedefler vardır. Daha sonra, bu hedeflere ulaşmak için bireylerin meşru olarak kullanabilecekleri araçları belirleyen ve tanımlayan normları görüyoruz. Merton'a göre normlar, kültürel yapının ikinci bir görünümü olarak değerlendirilmelidir. Bu çerçevede, normlara uygun bir biçimde kültürel hedeflere ulaşmak için toplumsal olanakların dağılımı etkeni devreye girer; İşte bunlar kurumsallaşmış yol veya araçlardır. Bu araçlar, nesnel eylem koşulları olarak, sosyal yapının (bireyler arası ilişkiler dokusu) bir görünümünü oluştururlar.​

Bu çerçevede, Merton kişinin çevresini ikiye böler. Değerler ve normlar kültürel çevreyi, insan ilişkileri ise sosyal çevreyi meydana getirir. Sosyal çevre ile kültürel çevre arasında uyumsuzluk olduğu zaman gerilimler ortaya çıkar. Bu gerilim, sosyal çevrenin insanı kültürel normlara uygun eylemde bulunmamaya yöneltmesi demektir. Merton, "anomi" dediği sosyal çevre ile kültürel çevre arasındaki uyumsuzluk halini, basit ve şiddetli olarak ikiye ayırmaktadır. Basit anomi, bir grup ya da toplumdaki değer çatışmalarından doğan huzursuzluk durumudur. Bu durumun sonunda, bir rahatsızlık ve gruptan kopma duygusu belirebilir. Şiddetli anomi ise, bir grup ya da toplumdaki değer sisteminin çürümesi ve çözülmesi demektir. Bunun sonunda çok daha şiddetli huzursuzluk doğar.​

Merton'a göre anominin göstergeleri şunlardır: (a) Toplum liderlerinin bireylerin ihtiyaçlarına karşı kayıtsızlıkları hakkında anlayış; (b) genellikle kuralların eksik olarak görüldüğü bir toplumda çok az şeyin gerçekleşeceği duygusu; (e) hayatın hedeflerinin gerçekleşmesi yerine azalan bir şekilde geriliyor olduğuna dair duygu, (d) Çaresizlik, hiçlik duygusu, (e) Bireylerin psikolojik ve toplumsal destekler için arkadaşlarına, bireysel ilişkilerine kanaat edememesidir.​

Merton, anominin sebeplerini sosyo-kültürel yapıda arar. Bu anlamda Merton'a göre, sosyal ve kültürel yapının çeşitli elemanları arasında kültürel hedefler ve kurumsallaşmış yollar önem arz etmektedir. Kültürel hedefler, ya o kültür mensuplarının tümü için meşru hedeflerdir ya da toplumun belirli bir kısmı için erişilmesi meşru amaçlardır. Linton’un deyimi ile bunlar "toplumun yaşama tarzıdır" ve hayat anlayışıdır.​

Kültürün tayin ettiği hedeflere fertleri ulaştıracak yollar da, sosyal yapı tarafından belirlenmiş ve kurallara bağlanmıştır. Bu kaidelerin kökleri ise adetler, örfler ve kurumlardır.​

Toplumun kültürünü muhafaza ettirebilmek üzere toplum içinde gayet girift bir davranış sistemi veya fertlerin davranışlarını kontrol eden ve davranışlara yön veren bir sistem mevcuttur. Bu sisteme genel olarak "örfler-âdetler sistemi" denilir. Fertler, içinde yaşadıkları toplumun bu sistemine gayri şuurî uyarılar ve genellikle mensup oldukları toplumun örfler-âdetler sistemini de "en doğru ve en güzel" bir sistem olarak kabul etmeye eğilim gösterirler. İlk olarak W. G. Sumner tarafından ayrıntılı olarak açıklanan âdetler ve örfler, Sumner'e göre âdeta doğal güçler gibidir; yani insanların bilincine bağlı olmaksızın etkilidirler. Âdetler, insanların tecrübeleri sonucu yavaş yavaş oluşmuş ve gelenekler olarak nesilden nesile geçmiştir. Böylece âdetler toplum içinde hareket etme usulleridir ve kişiler içinde yaşadıkları toplumun bu davranış yollarını izleyeceklerdir. Âdetler toplumdan topluma değişik olduğu gibi, fertlerin çeşitli ihtiyaçlarına göre zamanla güç de olsa değişebilir. Ancak genellikle âdetler insanın tüm hareketlerini, yıkanmaktan saçını kesmeğe, yemekten içmeğe kadar tanzim ederler. Eğer bu âdetler, sadece hareket kaideleri olmayıp da hareketi düzenleyen, davranışı idare eden normlar olarak toplumca kabul edilmişlerse bunlara örfler denilmektedir. Örfler bünyeleri içinde ahlâkî bir değer yargısını taşırlar. İşte bu nedenle örfler, âdetlerden daha güçlü kurallar olup, bunların dışına çıkan bir hareket toplumun şiddetli bir reaksiyonu ile karşılaşır.​

Örflerin sosyal hayattaki genel fonksiyonları şu şekilde belirtilebilir: (a) Örfler ferdî davranışlarımızın çoğunu belirlerler, (b) Örfler ferdin grupla benzerliğini ispat ederler. Yani, örfler ferdin kendi cemaatine ve sosyal sınıfına ait usullere uyması için etki yaparlar, (c) Örfler tutarlılık muhafızlarıdırlar. Bu anlamda her sosyal ünite kendi örflerine sahiptir.​

Her cins, yaş, bütün sınıflar için, aileden millete ve gruplara kadar her sosyal birim için örfler vardır. Örfler, köy cemaatlerinde şehirlerdekine nazaran daha zorlayıcıdır. Cemiyetin gelişmesiyle örfler daha "özelleşmiş" hale gelir. Bunlar bir seri özel âdet, moda, hukuk, ihtilâflı dini ve diğer kültürel grupların kanunları olarak görünür.​

Sosyal ve kültürel yapının diğer unsurlarından olan "kurumlar" ise, yerleşmiş formlar veya usul şartları olup, grup faaliyetlerini düzenlerler. Mesela, herhangi bir toplumda ailenin oluşumunda ya da politik bir partinin kuruluşunda ve işleyişinde izlenecek şekilsel formlardır. Evlenme usulleri, evlenenlerin ikâmet yerleri, veraset usulleri vb. gibi. Bu anlamda kurumlar sosyal ilişkilerde kişileri aşarlar ve soyut formlar olarak sosyo-kültürel yapının bir ünitesini teşkil ederler. Âdetler, örfler ve kurumların meydana getirdiği sistem ise sosyal kontrol sistemidir; bu sistem içinde fertler tüm davranışlarını, hareketlerini ve tavırlarını düzenlerler. Dolayısıyla, kültürün tayin ettiği hedeflere fertleri götürecek olan yollar sosyal yapı içinde belirlenmiş olup, bu yollar ya da vasıtalar âdetlerörfler ve kurumlarda ifadelerini bulurlar. Ancak bu belirlenmiş kurallar, her zaman fertleri gayeye ulaştıran en yeterli ve en uygun yollar olmayabilir. Bu çerçevede, kültürel amaçlarla kurumsallaşmış yollar arasındaki dengenin bozulması anomiye neden olmaktadır.​

Kültürel hedeflerle kurumsallaşmış araçlar arasındaki ayrışmanın yol açtığı anomik durumun bütün mantıksal uyum olasılıklarınıMerton, şu şekilde belirtmeye çalışır; bireyler kültürel hedefleri veya kurumsallaşmış araçları hem kabul hem de reddedebilirler. Mesela, kültürel hedefler konusundaki tutumları olumlu ya da olumsuz olarak kurumsallaşmış araçların seçimini belirlemez. Dolayısıyla Merton, her biri iki farklı değer alabilecek iki değişken önermiş olmaktadır. Bu değişkenlerin bileşimi ile de Merton'un ünlü çizelgesi ortaya çıkmaktadır:​

Bireysel Uyum Biçimleri Tipolojisi

Uyum Biçimleri​
Kültürel​

Hedefler​
Kurumsallaşmış Araçlar​
Uvum​
+​
+​
Yenilik Yaratma​
+​
-​
Şekilcilik​
-​
+​
Çekilme, Kaçış​
-​
İsyan​
±​
±​


Bu çizelgedeki (+) işareti kabul, (-) ler red anlamına gelmekte, (±) ise "temel değerlerin reddini ve yenilerin arayışını" simgelemektedir.​

Merton'un çizelgede nitelendirdiği uyum biçimleri şu şekilde açıklanabilir: (a) Uyum Davranışı: Birey, hem kültürel hedefleri, hem de bu hedeflere ulaşmada kullanabileceği kurumsallaşmış araçları benimsemiştir. (b) Yenilik Yaratımı Davranışı: Bu davranış biçiminde birey, kültürel hedefleri kabullenirken, bu hedeflerin yerine getirilmesinde benimsenen kurumsallaşmış araçları reddeder.​

Bu anlamda Merton'a göre, toplumsal başarının maddî yönlerini vurgulayan, ancak kurumsallaşmış araçların dağılımında veya kullanımında belirli bir adalet sağlayamayan toplumlar ister istemez benimsetmeye çalıştıkları normlardan sapan davranışlar doğururlar. Böylece öngörülen kültürel hedeflere ulaşmak, yani toplumsal ve ekonomik güç kazanmak için, toplumsal hatta yasal anlamda meşru olmayan yollara başvuranların sayısı giderek artmaya, bu davranış tipi toplumda yaygınlaşmaya ve neredeyse olağanlaşmaya başlar. Böyle bir uyum türü, başarı özlemlerini vurgulayan kültürel hedeflere göreli olarak bireylerin sosyalleşmesinde bazı uyumsuzlukların mevcudiyetini gösterir. Merton buna kanıt olarak, yasalara ters düşen birçok suç tipinin daha çok toplumun alt kesimlerinde işlendiğini göstermekte, ancak bunun, "maddî başarı konusundaki kültürel vurgunun toplumun bu kesiminde de içselleştirilmiş olmasına rağmen, başarılı olabilmek için toplumca benimsenmiş meşru araçların kullanımında olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle 'normal' bir tepki" olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu tür toplumsal baskılar meşru araçların giderek daha az, meşru olmayan yolların ise giderek daha çok kullanılmasıyla sonuçlanmaktadır. Üstelik alt sınıfların kurumsallaşmış araçların kullanımında sahip olduğu toplumsal olanaklar büyük ölçüde el emeği ve buna dayanan işlerle sınırlı kalmakta, toplumun buna atfettiği değer ise genellikle küçümseyici bir nitelik taşımaktadır.​

Merton'a göre meşru araçlara başvurmayanlardan bir diğer örnek de, sınavlarda kopya çekmeyi alışkanlık haline getiren öğrencinin ya da görevini kötüye kullanan memurun davranışıdır. Daha yüksek maddî statü simgelerine kavuşmak için diğer sosyoekonomik grupların ve özellikle kamu hizmeti gören kişilerin de bu tür toplumsal baskıların etkisinde kaldıkları bir gerçektir.​

Yenilik yaratıcı uyumun etkisi, suçluluk konusunda olduğu gibi dinamik bir nitelik taşıyabilir. Bazı kimseler, toplum içerisindeki dezavantajlı konumları, ya da kişilik yapıları nedeniyle kültürel hedefler ve kurumsallaşmış araçlar arasındaki farklılıktan doğan gerginliği diğerlerinden daha fazla duyabilirler; bu da onları sapmaya daha duyarlı ve zayıf bir durumda bırakabilir. Böylece normların meşruluğu yalnızca bu kimseler için değil, diğerleri için de azalmakta ve başlangıçta hafif ve basit anomik ortamdan etkilenmeyenler, bundan böyle daha kolay etkilenebilir olmaktadırlar. Dolayısıyla, anomi ve giderek önem kazanan sapma olgularının toplumsal ve kültürel dinamikler çerçevesinde etkileşimde bulundukları düşünülebilir; bu nedenle yeni toplumsal kontrol mekanizmaları etkinlik kazanmcaya kadar mevcut normatif yanının patlayıcı bir özellik taşıyabileceği unutulmamalıdır.​

Merton'a göre çoğu kez, bir toplumsal sistemde fonksiyonsuzluklann birikimi, üyelerinin çoğunluğu tarafından saygı duyulan değerlerin yitir ildiği bir toplumsal değişmeye başlangıç olabilir.​

Şekilci Davranış: Bu uyum biçiminde, kültürel hedefler reddedilirken, bunların yerine kurumsallaşmış araçlar kabul edilmektedir. Merton'a göre şekilci davranış, kişinin büyük bir maddî başarı içeren kültürel hedefleri terketmesi ya da derece derece aşağıya indirmesi ve hızlı bir toplumsal mobilite ile arzularını tatmin edecek bir düzeye getirmesidir. Bu uyum tipinin temel özelliği, kültürel hedeflerin ve gerektirdiği sorumlulukların bir yana itilip, sanki bir zorunluluk varmışçasına kurumsallaşmış normların izlenmesidir.​

Merton bu davranış tipi ile, toplumsal statüyü bireyin kendi çabasına bağlayan kültürlerde daha sık karşılaşıldığı düşüncesindedir. Bu tür toplumlarda, bireyler arasındaki rekabete dayanan mücadele onlarda belirsiz bir güvensizlik ve korku duygusu uyandıracaktır. Bu duygudan kurtulmak amacıyla birey, istek ve özlemlerinin düzeyini düşürecek, sonuçta kültürel hedefleri bir yana bırakıp eylemlerini kurumsallaşmış araçlara uydurmakla yetinecektir. Bu uyum türü içerisinde olanlar genellikle "ben elde ettiklerimle tatmin olmasını bilen bir insanım"; "çok yükseklere bakarsan sonunda düş kırıklığına uğrarsın" gibi durumlarını rasyonelleştirici deyişlerle kendilerini avutanlardır.​

Geriye Çekilme-Kaçış Davranışı: Merton'a göre bu uyum tipinde hem kültürel hedeflerin hem de kurumsallaşmış araçların reddedilmesi söz konusudur. Kişi toplumdaki yaygın değerlerin kendisine bir şeyler ifade etmediğini düşünür ve kişiler toplumdan kaçar duruma gelirler. Merton'a göre bu davranış biçimi çoğu kez sosyal yapıdan kaynaklanır. Aynı zamanda bu davranış biçimi kolektif olmaktan çok, bireye özgü bir görünüme sahiptir. Bu anlamda, geriye çekilme davranışı gösteren bireylerin benzeri bir sapma davranışı olanların yoğunlaştığı bölgelere yönelmeleri ve bu tür grupların oluşturduğu alt-kültüre ortak olmaları, bu uyum biçiminin kişiye özgü olduğunu gösterir. Coser ve arkadaşlarına göre, geriye çekilme davranışına örnek olarak ilaç bağımlıları, fahişeler, serseriler ve sahipsizler gösterilebilir.​

Ayrıca, geriye çekilme davranışında, hem kültürel hedeflere hem de kurumsallaşmış araçlara uymayı kabul etmeyen birey kendine göre bir dünya kurar. Bu bakımdan Merton'a göre, geriye çekilme davranışına en uygun örnek Charlie Chaplin'in oynadığı karakterlerdir. Özellikle Chaplin The Gold Rush (Altına Hücum) adlı filminde bu davranışın tipik bir örneğini sergiler. Chaplin, bu filmde fakir ve yalnız olan bir kişiyi oynar, fakat, kendine göre bir dünya kurar.​
(e) İsyan Davranışı: Hem kültürün tayin ettiği hem de kurumların tespit ettiği yolların dışına çıkılması ve bunların tümden reddi tipindeki davranışlardır. Bu tip davranışa yönelenler sadece kültürel amaçları ve kurumsallaşmış yolları red ile kalmayıp bunların yerine bir başkasını yerleştirmeyi de hedef tutmuşlardır. Yani, tümüyle değişik bir sosyal yapı kurma davranışı içindedirler.​

Bu bağlamda Merton, anominin isyan tipinin muhtemelen yeni -kuralların şekillenmesine ya da forme edilmesine bir başlangıç olabileceği kanısındadır. Ancak "isyan"ın toplum içinde nisbeten küçük ve güçsüz bir grubu ilgilendirmesi halinde, o bir alt-grubun olası teşekkülüne de işaret edebilir. Bu anlamda bu alt grup, tüm toplumdan ayrılma, topluma yabancılaşma yönelimi içinde olacaktır. Bu davranış tipine toplumdan ayrılan genç çete gruplarının teşekkülü ya da gençlik hareketleri örnek olarak gösterilebilir. Bu alt-grup mensuplarının kendine has bir örgüt ve alt-kültürü mevcuttur. İsyanın, toplumun önemli bir kısmını kaplayacak kadar yaygın hale gelmesi ise olası bir ihtilâlin başlangıcı olabilir.​

Son tahlilde Merton, sosyal yapı ile kültürel yapı arasındaki uyuşmazlık ve çatışma sonunda meydana gelen "anomi"nin en tipik görünümünün kentsel alanlarda ortaya çıktığını belirtir. Merton'a göre, "her türlü aşırılıklar ortamı" olan kentler ve özellikle metropollerde kitle iletişimi ve onun uyardığı özlemler, sosyal yapı ve kültürel yapı arasındaki kopukluğun artmasında temel etkenlerden en önemlisidir. Bu ortamda bireylerin özlem düzeyleri ile, bu özlemleri gerçekleştirebilecek olanaklar tümüyle uyumsuz hale gelir.​

Bu bağlamda, kentleşme sürecinde anomik durum artmaktadır. Köyden kente göç eden, ancak kentin hazır olmayan sosyal a İtya pi sı nd a kentin varoşlarında yaşamak zorunda katan, iki kültür arasında katan ve bocalayan, ne köylü ne de kentli olan kitleler; kentle bütünleşemedikleri takdirde anomik duruma düşeceklerdir.​

Parsons'da Anomi Kavramı: Parsons anominin analitik özelliklerini belirtirken, bireyin toplumsal yapıya uyum sağlayamamasını vurgular. Gerçekten de anomi, bireyin kurumsal modeller ile bütünleşememesi olarak anlaşılabilir. Bu anlamda anomi, hem bireyin kişilik yapısındaki denge ve sürekliliği bozmakta, hem de toplumsal sistemin düzenli çalışmasını tehlikeye düşürmektedir.​

Parsons'a göre, uyum güçlüğünün yani anominin, yine psikolojik düzeyde beliren, ancak fevkalâde genel olmaları nedeniyle dikkate alınabilecek başlıca dört göstergesi bulunmaktadır; (a) hedeflerin belirlenmemiş olması, (b) davranış ölçütlerinin belirsiz ve kararsız niteliği, (c) çatışma beklentilerinin varlığı, (d) açık bir biçimde ortaya konmuş somut simgelerin kullanılmaması. Bu anlamda birey, bir bakıma kendisine yol gösterecek hedeflerden, yani seçimlerine temel olacak değerlerden yoksun bulunmaktadır.​

Anomi kavramını sistematik olarak inceleyen Durkheim, Merton ve Parsons'un anomi teorilerini de içermesi itibariyle; Chazel, anomiyi oluşturan etkenleri şu şekilde sınıflandırmakladır, (a) Birinci etken, bireysel konumla ilişkili olup anomik bir ortamda yaşıyan bireyin hedeflerine ulaşmadaki güçsüzlüğünü gösterir. Hedeflerin erişitmezliği, Merton'un da sezinlediği gibi gerçekten anominin varlığına bağlıdır, (b) İkinci etken, toplumsal örgütlenme ve onun temelinde yatan kural ve değerlerle ilişkilidir. Kolektif düzen sarsıldığında, bu düzeni oluşturan ilkeler artık kolayca kabul edilmediğinde ve bireyler birbirleri ile tereddüt ve kararsızlık ortamı içerisinde ancak sınırlı bir işbirliği kurabildiklerinde, anomi tehlikesi artık çok önemli bir düzeye varmış demektir. Kolektif hedefler bütününün çözülmesi anlamına gelen bu öncelikli ve temel etkeni inceleyip vurgulamanın onuru da Durkheİm'a ait olmaktadır, (c) Üçüncü bir anomi etkeni ise, hem toplumsal kişilik hem de kültürün ürettiklerini kapsayan toplumsal simgeler ile ilgilidir. Bu da Parsons'ın ortaya çıkardığı sembolik sistemin dağılması olgusudur.​

Parsons'a göre, toplumun bireye önerdiği amaçlar (değerler) ile bireyin sahip olduğu araçlar (kurallar) arasındaki uyumsuzluk anomiye neden olmaktadır. Değer-kural çatışması bağlamında amaç-araç çatışmasının meydana getirdiği anominin en olası biçimi, bireylerin ulaşmayı arzuladıkları amaçlara uygun araçlara sahip olmamaları durumudur. Bir başka olasılık ise, belli amaçların haklı çıkardığı araçların bireyin gözünde açıklığa kavuşamamış olmasıdır. Anominin bir üçüncü biçimi de asil amaçlarla kurumsal amaçlar arasındaki uyumsuzluğun bireylerin gözünde açık bir duruma gelmesidir. Bu uyumsuzluk, güvensizlik ve kuralsızlığa neden olmakta ve birey bunalıma girmektedir.​

Leo Srole'de Anomi Kavramı: Uygulamalı toplum bilimlerinin Amerika'da yoğun biçimde ilgi görmesi 1950'ler başına rastlar. Bu yıllarda özellikle metodoloji, istatistik ve uygulamalı sosyoloji ve psikoloji alanlarında yoğun çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bu ilgi ve yoğunlaşma, psikoloji ve sosyolojinin kesiştiği, hatta psikolojik boyutun giderek ağırlık kazandığı anomi kavramıyla İlgili çalışmalarda da özel bir önem kazanmıştır. Bunun temel nedeni, 193S'de Merton'un başlattığı kuramsal tartışmanın, uygulama ve test etme aşamasında ortaya yeni metodolojik sorunlar çıkarması olmuştur. Bu sorunların çözümünde Srole'ün katkısı günümüze dek önemini koruyarak gelmiş bulunmaktadır.​

Srole, anomiyi ölçülebilir hale getirmek için, kendi adı ile anılan bir ölçek (Srole Scale) geliştirmiştir. Buna göre, anomiyi bireysel düzeyde tanımlayacak beş temeL durum saptar ve bunlardan kendi adıyla anılan beş gösterge oluşturur, (a) Birey toplumla bağını sağlayan önderlere güvenmemektedir: "Kamu görevlilerine herhangi bir konuda yazı yazmak anlamsızdır: Çünkü onlar sade vatandaşın sorunları ile ilgilenmezler." (b) Birey geleceğe karşı bir güvensizlik içerisindedir ve bugünü düzensiz ve gelecekten kopuk olarak algılamaktadır: "Çağımızda İnsan, geleceği bir yana bırakıp daha çok bugün için yaşamalıdır." (c) Önceki gösterge ile ilişkili olarak insanların bugün içinde bulundukları ekonomik ve toplumsal konumu aşamayacakları düşüncesi öne sürülür: "Ne derse densin, sade vatandaşın nasibi iyileşeceğine giderek kötüleşmektedir." (d) Kısmen Durkheim doğrultusunda, insanların toplumsal değer ve normlara inançlarını yitirmekte oldukları ve hayatı anlamsız buldukları yargısı da burada yer almıştır: "İnsanlığın bugünkü gidişine bakarak bir çocuk dünyaya getirmenin iyi bir şey olduğu söylenemez." (e) Çağımızda insanlar bireylerarası ilişkiler açısından doyumsuzluk, kararsızlık ve güvensizlik içindedirler: "İnsan bugünlerde kime güveneceğini bilememektedir."​

Tümüyle psikolojist bir görünüm taşımasına rağmen Srole ölçeğinin dolaylı bir yararı, bir toplumda anominin oluşup gelişmesini kronolojik ve basitten karmaşığa doğru bir süreç içerisinde vermesidir. Buna göre, birey önce toplumu yönetenlerin kendi ihtiyaçlarına karşı ilgisiz kaldıkları izlenimine varır. Ayrıca kültürce belirlenmiş hedeflere ulaşmanın giderek imkânsızlaştığını düşünmektedir. Çünkü ne kadar çaba gösterirse göstersin, toplumsal olanaklar başarı olasılıklarını kısıtlamakta, bireyin konumunu aşmasına izin vermemektedir. Böyle bir ortamda; birey, kendisine karşı olan güven ve saygınlığını yitirir; bir boşluk ve hiçlik duygusu egemen olmaya başlamıştır. Anominin son aşamadaki bireysel yansıması ise, yalnızlaşmış ve zavallılaşmış bir insanın başkalarına karşı da güven duygunusunu yitirmesi, toplumsal dayanışmanın tümüyle yok olmasıdır.​

V. Bayhan, Üniversite Gençliğinde Anomi ve Yabancılaşma, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1997.​

B. Tolan, Çağdaş Toplumun Bunalımı Anomi ve Yabancılaşma, Ankara 1981.​

Ayrıca bkz., DURKHEİM, MERTON, METODOLOJİ, SOSYOLOJİ, TOPLUM, YABANCILAŞMA.​

Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst