1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Anlama, doğa bilimlerinde söz konusu olan açıklamanın tam karşısına konan ve başkaca daha temel süreçlere indirgenmek suretiyle açıklanamayan kendine özgü bir süreç, yöntem ya da kavrayış türünü tanımlar. Anlama teriminin on sekizinci yüzyıldan günümüze kadar uzanan, her filozofta yeni anlamlar kazanan ve özellikle de hermeneutikle birlikte daha da güçlenen uzun bir tarihi vardır.​
Herder
Aydınlanmanın evrenselci ilerleme idesine şüpheyle yaklaşan Herder, farklı yaşama ve düşünme biçimlerinin göstergesi olan ve kültürü yaratıcı bir rol üstlenen "dil" zemininde kurulan "anlama" yöntemiyle ele almıştır. "Anlama" kavramına tarihsel süreç kapsamı içinde yaklaşan Herder'e göre, tarihsel süreç içerisinde yer alan farklı kültür ve toplumlarm, farklı değerleri ve yaşamları söz konusu olmak durumundadır. Buna bağlı olarak hep bireysel bir yön taşıyan tarihsel olaylar, doğal olguların tekrarlanabilir ve sürekli olma özelliğine sahip değildirler. Çünkü, tarihsel-toplumsal gerçeklik, her çağa ve topluma göre değişkenlik gösterir. Dahası, bu çağ ve toplumların karakteristik özellikleri de karşılaştırılamaz niteliktedir. Herder, insani-toplumsal dünyanın sürekli değişme ve oluş içinde olduğunu ve bu oluş içerisinde yaratıcı doğa ve kültürün insanları hümaniteye doğru yönlendirdiğini savunur. Hümanite, tüm insanlar tarafından paylaşılan bir insanlık idealidir. Ancak bu ortak ideal, İnsanî dünyanın kendine has farklılık içeren karakterinden dolayı, doğal olguların sürekli tekrarlanmasından doğan bir genellik gösterir. İşte, "anlama" kavramı da bu noktada önem kazanır. Çünkü Herder, tüm toplumsal durumlarda ve toplumlarda, insanın bir anlam boyutu içinde olmaktan başka hiçbir şeye sahip olmadığını vurgular. Hümanite , tüm insanlığın geçmişten bu yana, doğadakinden farklı olarak yaptığı düzenlemelerden oluşur ve insanların tüm yaşama tarzlarına yön verir. Tarihsel ve toplumsal alanı, insanın amaçlı eylemlerinin oluşturduğu bir tinsellik alanı olarak gören Herder, insanın kendisini yaptığını, kendi durumunu kendinin kurduğunu belirtir. Bu tinsellik alanı da her dönem ve çağın kendine özgü bireysel bütünlüğünü kapsamaktadır. Tarihte her şeyin gelip geçici olduğu göz önünde bulundurulduğunda, insanlığın kültür birliğini ve sürekliliğini "gelenek"in sağladığı anlaşılır. Gelenek, insanın yalnızca doğal bir varlık olmadığını, onun aynı zamanda insanlığın geçmişten gelen deneyimlerinin nesilden nesile aktarılmasının bir sonucu olarak tarihte büyük bir rolü olduğunu gösterir.​
Bununla birlikte, tarih boyunca, insan soyu sürekli bir ilerleme içinde olmamıştır. İnsanlık gelenek aracılığıyla bir gelişme gösterse de, toplumlar ve uluslar kendi özerk gelişimleri ve çeşitlilikleriyle birbirlerinden farklılık gösterirler. Böylece, geçmişten gelen deneyimlerin birikimiyle bir birlik, hümanite oluşur. Bu anlamda hümanite, asla tam anlamıyla kavranamaz. Onun geçirdiği tarihsel süreç, inişli-çıkışlı, parçalı ve çeşitli bir görünüm sunar. Bu nedenle tarihsel-toplumsal alan, yalruzca yorumlanabilir bir özellik taşır. Bu özellik, insanın geçmiş çağ ve dönemleri, kendi yaşadığı çağın ölçütleriyle değerlendirmesine yol açar. Bu bakış açısından hareketle Herder, insanların kendi çağlarının bakış açılanna göre oluşturdukları ölçütlerle göreli bir karşılaştırmaya gitmek yerine, farklı halkların özgül tarihlerini anlamaya yönelmeleri gerektiğini savunur. Hümaniteye doğru ilerlemenin temel araçları olan dil, din, bilim, sanat ve devlet tarihin ereğini gerçekleştirmede büyük bir rol oynarlar. Bu nedenle "anlama" her zaman ilk plânda yer almalıdır.​
İnsanın bir anlam dünyası içinde yer aldığı göz önünde bulundurulursa, dil, din, sanat, bilim gibi etkinliklerin yaşam biçimlerini yansıtma açısından taşıdıkları önem de anlaşılır. Buradan hareketle Herder, insanın içinde bulunduğu anlam dünyasının ortak bir takım değerlere sahip olduğu gerçeğinin, bizleri insanlığın bireysel özellikler içeren bir bütünlüğü olduğunu görmeye yönelttiğini düşünür. Bu bütünlük ancak, "anlama" sayesinde açıklığı kavuşabilir. Bu bütünlük ve ruhu kavrayabilmek için, her tarihsel dönemin kendi ölçütlerine göre bir mükemmellik taşıdığını kabul etmek, bu nedenle de söz konusu dönemleri ve halklan kendi bireysellikleri içinde anlamaya yönelmek gerekmektedir.​
Schleiermacher
Bir on dokuzuncu yüzyıl düşünürü olan Schleiermacher ise, tinsel alanın ve tarihin bilgisinin elde edilme yöntemi olarak sağlam bir zemin arama ve buna dayanarak da bilimsel hermeneutik'i temellendirme girişimi içerisindeydi. O, böyle bir girişimde, doğanın ve tinin, hem kavramaya hem de gözleme dayanan bilme etkinliklerinin konusu olduklarını söylemekle işe başlar. Doğa zorunluluklara, yasalara ve düzenli olgulara dayanan bir alan olarak, kavramaya, deney ve gözleme dayanan bilgileri kullanır. Rastlantısallıklar alanı olan tinsel alan ise, bu özelliğinden dolayı doğa bilimlerinin yasalarının uygulanamayacağı bir alandır. Schleiermacher, tarihsel-tinsel alanın bir akılsallık taşıdığını belirtir. Bu akılsallık ya da akil bilgisi ne yalnızca deney ve gözleme dayanan bilme ile ne de theoria etkinliği ile elde edilebilir. Ona göre, böyle bir bilgi ancak ahlâk öğretisi ile elde edilebilir ve ahlâk öğretisi bütün bilme etkinliklerinin üzerinde yer almaktadır. Schleiermacher'e göre bunun nedeni, insanın eylemde bulunan yönünün, bilen yönünden önce gelmesidir. Çünkü, insanın bilme etkinliği, son çözümde, onu eyleyen yönüne bağlıdır.​
Schleiermacher, tarihin doğa bilimlerinden daha "empirik" bir nitelik taşıdığını belirtirken, tarihsel alanda eylemde bulunan insanın, bu alanda kendisinin bir nesne durumunda olduğunu da eklemeyi ihmal etmez. O, burada, "empiri”den daha çok, insanın kendisini ve geçmişini, kendinde duyma olarak "aulantd'yı kastetmektedir. İnsanın tarihsel alandaki anlayıcı tavrının önceliğini vurgulayan Schleiermacher, bu anlayıcı tavrın, kavrayıcı bilme etkinliğiyle birlikte olmak zorunda olduğunu ileri sürer. Tarihsel alana yönelik anlayıcı ve kavrayıcı bilme etkinliği, özellikle de kavrayıcı bilme anlamında, ahlâk öğretisi üzerinde yapılanmış bir akıl bilimi ile birlikte düşünülmelidir. Ona göre, tarihsel olayların anlaşılabilmesi hermenetıtik ilkelerle sağlanabilir. Bu hermeneutik ilkeler, ancak insanların geçmişte hangi ahlâkî ilkeler ve koşullar altında eylemde bulunduklarını bilmemizi sağlayacak bir ahlâk öğretisi ile elde edilebilir. İnsanlığın geçmiş dönemlerinde hâkim olan ahlâk anlayışları, o dönemin yazılı yapıtlarında kendilerini gösterirler. Tüm bunlara ulaşabilmek için "aulatna"ya ve dilbilimsel çözümlemelere başvurmak gerekir. Schleiermacher'e göre, yazılı yapıtların yorumlanmasında, eserin yazarının her zaman kendine özgü bir yaklaşıma ve bir perspektife sahip olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.​
O, insanların geçmişlerinin anlaşılmasının, ancak içinde bulundukları ahlâkî ilkelerin oluşturduğu ortamın anlaşılması ile sağlanabileceğini savunur. Buna dayanarak da yazılı yapıtların önemini ortaya koyan Schleiermacher'in buradaki temel amacı, yazılı bir eserin yaratılma sürecinin kavranılmasında, eserin dilbilimsel çözümlemesinin ve yaratıcısının düşünme tarzının temel olduğunu göstermekti. Bu amaç, tarihsel sürecin “aulnuın''ya dayalı olarak kavranılmasında da temel bir noktayı teşkil etmektedir.​
Dilthey
Anlama geleneği ya da hermeneutik düşüncesi içinde yer alan bir diğer Alman filozofu olan ve felsefesinde tin bilimlerini temellendirme amacını güden Dilthey, bu girişiminde yaşama kavramından hareket eder ve yaşamanın da ancak "anlama" temelinde gerçekleşen hermeneutik yöntemle analiz edilebileceğini ileri sürer. Dilthey'ın yaklaşım tarzı, "anlama" yönteminin, psikolojiden yola çıkarak oluşturulacak bir anlayıcı psikoloji yöntemi olması gerektiği düşüncesi çerçevesinde gelişmektedir. Tin bilimlerini temellendirme girişiminde Dilthey, söz konusu bilimler için geliştirilecek yöntemin, tinin yaşamdaki nesneleşmel erinin anlaşılmasıyla gerçekleştirilebileceğini öne sürmüştür. İnsanî dünyanın ve yaşamın tarihsel oluşu nedeniyle de o, tarih bilimini tin bilimlerinin merkezine almıştır. Bireysel varlıkların kişilik özelliklerini taşıyan sanat ve yazın yapıtları, tarihsel dönemlerin karakteristik özelliklerini belirlediğinden, onların tinsel yaşamı anlamadaki önemi yadsınamaz. İnsanlar, iç durumlarına ait bilgileri nesnel bir şekilde ancak yazılı yapıtlarda ortaya koyabileceğinden, Dilthey, yazılı yapıtların yorumlanmasına ayrı bir önem verir. Çünkü, söz konusu dilsel yapıtların anlaşılması, tarihsel sürecin anlaşılması demektir. Hermeneutik bu anlamda, bireysel yazılı yapıtlara anlama yöntemini uygulayarak genel yasalara ulaşabilir.​
Dilthey, tinsel gerçekliğin, insanın isteyen-hisseden-amaçlayan neliğine dayalı olduğundan onun ancak bilişsel bir yöntemle ele alınabileceğini savunur. Tinsel gerçekliğin yer aldığı bilişsel çerçeve de, normlar, değerler, hukukî, ekonomik, politik, ahlâkî ide ve kurumlardan oluşur. Bu alan, insan yaşamının formunu bulduğu bir sfer, bir alan olduğundan, yalnızca anlamların sorgulanıp ortaya çıkarılmasıyla çözümlenebilir. İnsanî dünyanın bir anlamlar dünyası olması nedeniyle, doğanın açıklanabilir bir nitelik taşıdığı yerde, insan ve onun yaşama alanı anlaşılabilir bir yapıya sahiptir. O halde, tinsel yaşamın gerçekleşme alanı olan tarihsel alan "anlama"nın konusu içindedir. Buradan anlaşıldığı üzere, anlam dünyasına açılan tin bilimleri anlamanın konusu olup, duyuluralgılanır olmaktan çok anlaşılır olma özelliği taşır. Tinin kendisini açtığı tarihsel alanda, her tarihsel dönemde, insan eylemlerinin nedeni olan ve onları yönlendiren ilke, değer, norm, inanç ve idelerin insana ait şeyler olarak saptanması gerekir, ki bu unsurlar, anlama aracılığıyla tarihsel-toplumsal gerçekliği aydınlatabilsin.​
"Anlama"nın betimini Dilthey şu şekilde yapar; "Bilgi elde etmenin diğer yöntemleri arasına görünüşte tuhaf bir şekilde giren, bir tekilliğin objektif bir bilgisini elde edecek olan yöntem nedir? Duyulara dıştan verili olan işaretler aracılığıyla içsel gerçekliğin bilinmesini sağlayan bu yöntem 'anlama' yöntemidir. Anlama, duyusal olarak verili işaretlerden hareketle, ifadesi bizzat bu işaretlerden ibaret bir şey olarak psişik olanı tanıdığımız süreç olarak adlandırılır. Anlama, Dilthey'ın felsefesinde daha çok psikolojik bir fenomen olarak takdim edilir. Yani, psişik olanı kendini ifade ettiği duyusal işaretlerden yola çıkarak anlama süreci, eserlerin yaratıcılarının zihin durumlarının yeniden deneyimlenmesini gerektirir. Dilthey'in tarihsel bireyler olan kültür yapıtlarına, en başta da yazın yapıtlarına yaklaşımı anlama yöntemine dayanıyordu. Onda anlama süreci, şu iç içe geçmiş iki aşamadan oluşmaktaydı: Yazılı yapıtı var kılan tinsel canlılığın içine girme ve orada zaten yaşanmış olarak bulunan şeyi, yaşam içeriğini yeniden yaşama. Yeniden yaşama ya da deneyimleme burada, anlamanın ve dolayısıyla da yorum bilgisi olan hermeneutik'in anahtarı olarak sunulur. Dilthey'ın geliştirdiği hermeneutik, yalnızca belirli yönleri içeren ve uygulama alanı dar olan bir yöntem değil, estetik, varoluş, psikoloji gibi tüm yaşamı ve onun içeriklerini irdeleyen yaşamı anlama çabasıdır. O, önce anlamanın derecelerini ve bağlantılı oldukları konuları kademe kademe ele alarak yöntemin ayrıntılarını ortaya koyar.​
Dilthey'a göre, anlama çeşitli dereceler gösterir. Anlamanın dereceleri öncelikle 'ilgi'ye bağlıdır ve onun tarafından koşullandırılır. İlgi sınırlı olursa anlama da sınırlı olur. Fakat en titiz bir dikkat gösterilse bile, anlama, ancak yaşamın sabitleşmiş görünüşlerinin mevcudiyetine yönelikse ve biz bunlara geri dönebiliyorsak, ustalıklı kullanıldığında denetlenebilir bir nesnellik derecesine ulaştırılabilen bir yönteme dönüştürülebilir. Dilthey, sürekli olarak sabitleşmiş yaşam görünüşlerini anlamaya, açımlama ya da yorumlama adını verir. O, tarihsel açımlamaya ilişkin problemleri, anlamanın dereceleriyle gelişen bir hermeneutik sorgulamayla göstermeye çalışır. Anlamanın kendi içinde derecelenmesi elemanter ve yüksek anlama olarak belirlenir. İlk ya da elemanter anlama, elemanter form ile tekil bir dışlaştırmanın anlamını anlamadır. Kişiler, öncelikle, pratik yaşamın ilgileri ile ortaya çıkar; elemanter anlama bundan dolayı, doğrudandır. Yüksek anlama ise, yeniden İnşa için gerekli olan elemanlara ulaşmayı sağlayan bu elemanter anlamaya dayalıdır ve anlamanın yetersiz kalan bölümlerini tamamlar. Yaşamın dışlaştırmalarında ifade edilen tinsellikten hareket eden yüksek anlamaya, anlamada ortaya çıkan zorlukları gidermek için sağlama yapmaya baş vurulduğunda ihtiyaç duyulur. Çünkü yaşamın çeşitli tarzlardaki nesneleştirmelerini anlamak için, tüm yaşama bağlamına geri dönmek gerekir ve bu da yüksek anlamanın konusudur. Ayrıca, yaşamanın birçok belirsizlik ve çelişkiyle dolu olduğu göz önünde bulundurulduğunda, yaşama, ifâde ve anlama bağı kurulurken, bu nedenlere bağlı olarak bir takım aksaklıklar ve yanlış anlamalar doğabileceği görülür. Bu da elemanter anlamayla değil, anlamanın yüksek formlarıyla giderilebilir.​
Dilthey, sonuç olarak, anlama ve açımlama hakkmdaki tezini şu şekilde ilerletir: "Anlama ve açımlama, daima bizzat yaşamdan etkilenirler. Anlama ve açıklama mükemmelliklerine ise, yaşamı etkileyen eserlerin ustalıklı açımlamasında olduğu kadar, bu eserlerin onları yaratanların tinleriyle bağıntısının açımlamasında ulaşır."​
Rothacker
Tarihselcilik sorununu, Dilthey'ın tin bilimlerini temellendirme çabası ve yaşama felsefesi doğrultusunda ele alan Rothacker, öncelikle tin bilimlerinin doğa bilimlerinden farkını ortaya koyarak "anlama" konusuna eğilir. Ona göre, her şeyden önce tin bilimlerinin görevinin ne olmadığını saptamak gerekir. Bu anlamda "nesnel gerçeklik"i tanımak tin bilimlerinin görevi değildir. Bu bilim grubunun temel görevi, öngörülmüş, yani insanlar tarafından bilinmiş olan anlamları yeniden ortaya çıkarmaktır. Başka bir deyişle, yaratıcı insanın edim ve yönelimlerine eğilmektir.​
Doğa araştırmacısı "nesnel gerçeklik bilgisi" elde etmeye çalışır. O, doğada mekân ve zaman içinde zaten önceden bulunan bir nesneyi, kendi yasal yapısı içinde kavramak, o nesnenin nedensel oluşumunu bilmek ister. Tin bilimci ise, doğada verili halde bulunan nesneleri değil, tersine insan eserlerini dikkate alır ve onun görevi, bu eserlere bakarak bu niyet ve amaçları yeniden bulup ortaya çıkarmaktır. Bu aynı zamanda, söz konusu eserlere önceden sokulmuş olan anlamı soruşturma etkinliğidir. İşte, bu gibi anlama içeriklerini bulup ortaya çıkarmaya, keşfetmeye Rothacker "anlama" adını verir.​
Rothacker, insanlar tarafından meydana getirilmiş şeylerin, özellikle sanat, kültür, bilim gibi etkinliklerin ve onların ürünlerinin, toplumsal, politik, ahlâkî olan tüm düzenleme ve eylemlerin "anlaşılmayı" bekleyen, kendi anlamlarını kendi içlerinde taşıyan içerikler olduğunu vurgular. Bu noktada Rothacker, "anlama"nın önemini, insanlığın tüm tinsel edimlerinin yaratıcı eylemlerden çıktığını ve her tinsel edimin bir anlama sahip olduğunu belirterek vurgular. Buna göre, anlamlı olan bir şey insanlara yine bir anlam sferi için açık olmasaydı ve böyle bir anlamlandırmadan hareketle anlaşılmasaydı, tin bilimleri zaten anlam taşıyan şeyleri yeniden anlama olanağına sahip olamazlardı.​
Heidegger
Felsefe tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak anılan Heidegger, varlık anlayışıyla da kendisinden sonraki birçok felsefi akıma ve dizgeye öncülük yapmıştır. Heidegger, özellikle yaşama filozoflarının "anlama"ya yönelik açıklamalarından ve tarihsellik kavramından etkilenmiş, ancak yaşama yerine "varoluş"u temel alan bir anlayış benimsemiştir. Ona göre, '"varlık'ın ne olduğu sorusu"nun yeniden formüle edilmesi, bizi varlık ve yaşam hakkında daha doğru bilgilere götürecektir.​
Bilindiği gibi, Heidegger'de insan varlığını "Dasein" terimi karşılamaktadır ve Dasein'ın analizi varlık hakkındaki bir soruşturmanın temeli durumundadır. Dasein yalnızca diğer varlıklar arasında ortaya çıkan bir varlık değil, aynı zamanda kendi kendine bir varlıktır. Dasein'm ontolojik yapısı, hem kendisini hem de kendisinin dışında olanları kavrayabilir. O, hem ontik hem de ontolojik bir yapıya sahiptir. Buradan yola çıkarak Heidegger, "anlama"yı da Dasein'm varlık’ının soruşturulmasıyla ilgili bir kavram olarak temele alır. "Dasein, kendini her zaman kendi varlığında anlar. Onun kendini anlaması, öncelikle tekil bir nesne sonra da varoluşsal anlamda bir kavrayışla olur." Ayrıca, Heidegger'in "anlama"nın öznelerarası yapısını da ön plâna çıkardığı söylenebilir. Dasein'ı indirgenemez bir biçimde ele alan Heidegger, Dasein'm Dünya-içinde-varlık ve ötekilerle-birlikte-varlık olarak ilişkileri ve etkileşime girdiği her şeyin onun yapısını verdiğini ileri sürer.​
Heidegger, tarihsellik kavramını da Dasein'ın varlığını anlamlandırma alanı olarak görür. Ona göre, zaman fenomeni, tüm ontolojinin temel problemidir, çünkü Dasein varlığının anlamını zamansallıkta bulur. Dasein'ın dünya içindeki varlığı, onun zamansallığı, tarihsellliği, uzamsallığı felsefenin asil konusudur. Heidegger, zamanı bu kadar önemli kılan noktayı, Dasein'm doğduğunda ölüme-doğru-varlık düşüncesi içinde ölmekte olduğu gerçeğinde bulur. Dasein hem sonludur, hem de diğerlerinin arasında vardır. Ayrıca Heidegger bu noktaların yanında zamanın her tür varlığın yorumlaması için bir ufuk olduğunu söyler. Dolayısıyla, zamansallık varlığın anlaşılması için gerekli bir koşuldur. Bu demektir ki, zamansal, geçici olan varlıklar aslında tarihsel varlıklardır. Varlık yalnızca zaman içinde, kendi zamansal karakterini açığa çıkarabilir. Sonuçta, Heidegger'e göre, varlık kendini zamansallıkta gösterdiğinden, zamansallık tarihselliğin de koşuludur. Tarihsellik bir olaylar yığınından daha fazla bir şey ifade eder ve tarihsellik Dasein'm olgusal yapısıdır. Tüm bunlardan yola çıkarak diyebiliriz ki, Heidegger'e göre, varlığın anlamının ne olduğu sorusu bizi zamansallığa ve tarihselliğe götürmektedir. Tarihsellik ve gelenekle olan ilişki Dasein'm varlığında önemli yapı taşlarındandır.​
Tarihselciliği bir yaşama ilkesi olarak gören Dilthey'a karşın Heidegger, insanın aslında evreni değil, yine kendi olanaklarını ve ürünlerini yorumlamakta olduğunu belirtir. Tüm bunlardan anlaşıldığı üzere Heidegger, Dilthey'da olduğu gibi anlama ve lıermeneutik'i salt bir yöntem olarak değil, Dasein'm varlık tarzı, kendi olanaklarını anlama anlamında varoluşsal bir hareket olarak görür. Bir olanaklar yığını olarak Dasein, tarihselliğini kendi içinde saklı tutar ve bu doğru bir şekilde açığa çıkartılabilir. Böylelikle hermeneutik, Dasein'ın yani insanın kendini anlama biçimi olarak tanımlanır. Varlığı, insan varoluşunu "kendiliği" içinde kavramayı benimseyen Heidegger, dilin varlığın aydınlatılmasında temel bir olanak oluşunu vurgular. Varlık kendini dilde açan bir tarihtir. Demek ki Heidegger, hermeneutiği bir varoluş tarzı olarak tasarladıktan sonra, dilsel olana doğru bir geçiş gerçekleştirir. Onun hermenutiğinin en önemli yönlerinden biri, şunu göstermeye çalışmış olmasıdır: Dile getirme. Dasein'ın kökensel olarak "varlık kavrayışı" içinde içerilmiş olan bilgisinin, yaşama durumuna ait olan "anlama"nın aslî kipidir. Burada varlığı ve yaşamı anlamanın dilsellikle bağlantılı olarak nasıl bir anlama biçimi olduğunu sorgulamak gerekir. Öncelikle Heidegger'de söz konusu olan bir ön-ontolojik varlık anlamasıdır. Her şeyden önce varlığa yönelim eğilimi, Dasein'a özü gereği aittir ve bu nedenle Heidegger'in doğru olarak kendisinden hareket ettiği yaşama durumunun kendisi, bir varlık durumu olarak gösterilebilir. Tüm bilmede, dile getirmede, hiçbir kesinti olmaksızın varolanla her ilişkide, her kendini kendi kılma ediminde 'varlık' kullanılır. Dasein adını alan bu varolanın neliği varlığa ilişkinliğinde yatar. Varolabilmenin varlığı, imkânların varlığını anlayan varlık, işitilenin varlığı, ifade edilmiş olanın varlığı, vd. Böylece Heidegger, anlamayı Dasein'ın kendini kendi yapma anlamında bilmenin ön-ontolojik tabanı olarak belirler.​
Sonuç olarak denilebilir ki, Heidegger, Dilthey'ın bilmenin "yaşamanın içinde her yerde" olduğu konusundaki açıklamasına uygun olarak, bizzat Dasein'ın neliğini kavramaya yönelik elemanter anlamada, epistemolojik özne-nesne ayırımını önceleyen kökensel bağlamı bulacaktır. Heidegger derin bir analizle, "nnlama"nın ait olduğu "bulunmaklık" ile adını kendisinin koyduğu öngidimsel "söyleme" arasındaki bağıntıyı açıklar. O, Dilthey'ın "suskun düşünme" ile ifade ettiği şeyi, yani söylemeyi üretken sayar. O elemanter anlamayı "varlığın anlamı"nı anlamak olarak göstermekle, bağıntının esasında yaşamadan varlığa doğru kurulduğunu göstermek ister.​
Gadamer
Gadamer, tin bilimlerinde bilimsel yöntemleri kullanarak hakikate ulaşılamayacağı gerçeğini göstermeye çabalayan, bunu da hermeneutik yöntem sorunsalına yönelik sorgulamalarıyla serimleyen bir filozoftur. Ona göre, tinsel anlamı yakalayacak bir bilgi türünde bilenin kendi varlığının işe karışması olgusu, bilimin değil de yöntemin sınırlarını gösterir. Dolayısıyla, yöntem hakikati elde edemediğinden, onu ortaya çıkartabilecek olan bir sorgulama disiplini geliştirmelidir. Gadamer, tin bilimlerine ilişkin teorisinde, sanat deneyimlerinin dilsel karakterinin daha temelde yer alan hakikati açığa vurabileceğine inanır. Bu, aynı zamanda, hermeneutiğin evrenselleştirilmesinde de bir temeldir. Gadamer'in "uulama"ya ilişkin çözümlemeleri de hermeneutik üzerine sorgulamasında dışa vurulur.​
Ona göre, hermeneutik Dilthey'da olduğu gibi, yalnızca tin bilimlerinin bir yöntemi olarak nitelendirilemez. Gadamer için hermeneutik, daha çok gerçeğin özüne ulaşmak için bir anahtar konumundadır. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için de, tin bilimlerinin ontolojik bir temellendirmeye ihtiyacı vardır. Gadamer'in yaşamın anlaşılmasında Dilthey'la ortak noktalardan hareket etmesi, onu öncelikle dilselliğin önemine götürmüş, daha sonra da dilsel analize yöneltmiştir. Evrensel insanın dilselliği problemi aynı zamanda doğrudan doğruya hermeneutik problemle ilgili olduğu anlaşılan boyutların dışında kalan boyutları da açığa çıkarır; çünkü hermeneutik, dünyayla ilgili İnsanî deneyimin dilselliğini belirleyen ve kayıt altına alan bütün bağlamlara sızar. Dilselliğin analizi, yazılı yapıtların ve tarihsel geleneğin yorumlanmasında Gadamer için büyük bir başlangıçtır. Geçmişten gelen yazılı geleneğin, günümüz koşullarında yorumlanması, aslında evrensel bir durumu gösterir. Yani, her dönemde daha önceki dönemlerin eserleriyle bir yorumlayıcı bağ kurulur ki bu, evrensel durumun bir göstergesidir ve aynı zamanda hermeneutiğin de bir yorum bilgisi olarak evrenselliğinin kanıtıdır. Demek ki, her zaman geçmişle, dille gerçekleşen bir yorumlama bağı kurulur. Asil amacı Gadamer şu şekilde açıklar: "Araştırmanın amacı, genel bir yorumlama kuramı ve yöntemlerinin, farklılığa dayalı bir değerlendirmesini yapmak değil, fakat tüm anlama tarzları için ortak olan şeyi keşfetmek ve anlamanın hiçbir zaman verili bir nesneye karşı öznel bir davranış olmadığını; fakat bu verili nesnenin etkileyici tarihine —onun tesirinin tarihine— karşı öznel bir davranış olduğunu göstermektedir; başka bir deyişle, anlama, anlaşılan şeyin varlığına aittir."​
Burada görüldüğü üzere Gadamer, Heidegger'de olduğu gibi, anlamanın, varoluşa yönelmesi gerektiğinin altını çizer. Buradan da hermeneutiğe ilişkin açıklamalarında evrenselliği vurgulamaya devam ederek Dilthey'ın anlayışını eleştirir. Bilindiği gibi Dilthey, anlama ve yorumlamada ağırlığı yeniden deneyimlemeye veriyordu. Yeniden deneyimleme onun için, yeniden üretmek demekti, tarihsel anlamın yeni bir keşfiydi. Gadamer, Dilthey'ın bu düşüncesini verimli bulmaz. Ona göre, yeniden-inşa edilen şey, kaybolan geçmişten geri getirilen bir yaşam orjinalliğidir. Anlamayı, orijinal olanın yeniden-inşa edilmesi olarak ele alan hermeneutik, ölü bir anlamın keşfedilmesinden bir şey olmaz. Buradan hareketle Gadamer, tarihin bugüne olan etkisinin sürdüğünü ve yeniden inşa edilme gibi bir süreci gerektirmediğini öne sürer. Tarihin bugüne olan etkisi ise yorum aracılığıyla gerçekleşmektedir. Gadamer, tarihsel süreci yeniden yapılandırma yerine, geçmişin günümüz yaşantısıyla düşünceli bir dolayımını önerir. Geçmişi ele almada önyargıların bir kenara bırakılmaması gerekir. Çünkü önyargılar, bilgimizin oluşmasında bir koşuldur ve dolayısıyla da bilgiye engel değildir. Önyargılar, tarihsel gelenekle kurulan ilişkinin yapısını oluşturur. Bu anlamda, yalnızca geçmişin kategorilerine sahip olmaya çalışmak gereksizdir.​
Hermeneutik Gadamer'de, gelenekle bağ kurma aracı olduğu kadar, gelenekten özgürleşme aracıdır da. Artık, anlama Gadamer için doğa bilimlerinden farklı olan tin bilimlerine ilişkin bir yöntem olarak değil, toplumsal gerçekliğe ulaşmanın ilk koşulu olarak kabul edilir. İnsanlar, her zaman tarihseltoplumsal gerçekliğin bizzat içinde olduklarından, toplum bilimlerinin kapsadığı olgular, yorumlama dolayısıyla büyük ölçüde sırlıdırlar. Anlama, insan varoluşunun temel yoludur. Anlama, sınırsız bir araç olarak, İnsanî dil kullanımının evrenselliğini gösterir ki, bu araç yalnızca bize dil aracılığıyla aktarılan kültürü değil, mutlak anlamda her şeyi içine alır; çünkü her şey, içinde etkileşimde bulunduğumuz anlaşılabilirlik alanında birleşir. Böylece Gadamer, hermenutiğin evrenselliğini gösterdikten sonra onun yönünü tayin eder. Bu yön, hermeneutik problemin, öznelerarası deneyim açısından evrensel ve bütün öznelerarası deneyimin temeli olmasında yatar. Buradan da Gadamer, hermeneutik refleksiyonun dilsel bağıntılarını yakalamayı amaç edinir. Hermeneutik onun için anlaşılabilir olan her şeyi anlama çabasıdır. Ve anlama dilde olanak bulur.​
L. Bruns, "İnsan Bilimlerinde Dilin Zayıflığı Üzerine", Retorik, Hermeneutik ve Sosyal Bilimlerlçev. H. Arslan), Paradigma yayınlan, İstanbul 2002​
W. Dilthey, "Ideas Concerning a Descriptive and Analytic Psychology", Descriptive and Analytic Psychologylfrans. by R. M. Zaner K L. Heiges) Martinus Nijhoff, The Hague, 1977.​
W. Dilthey, "The Understanding of Other Persons and Their Expessions of Life", Decriptive Psychology and Historical Understand! ngftrans. by R. M. Zaner L. Heiges), Martinus Nijhoff, The Hague, 1977.​
W. Dilthey, Hermeneutik ve Tin Bilimleri (çev, D. Özlem), Paradigma Yayınlan, İstanbul, 1999.​
G. Gadamer, Philosophical Hermeneutics (edited by: D. E. Linge), University of California Pres, Berkeley, 1976.​
H. G. Gadamer, Truth and Melhod(tzans. by G. Bauden J. Commings), Seabury Pres, New York, 1975.​
H. G. Gadamer, "Hermeneutik Refleksiyonun Kapsamı ve Fonksiyonu", Retorik, Hermeneutik ve Sosyal Bilmtler(der. ve ter. H. Arslan), Paradigma Yayınlan, İstanbul, 2002.​
M. Gökberk, Kant ile Herder'in Tarih Anlayışları, Yapı Kredi Yayınlan, İstanbul, 1997.​
M. Heidegger, Being and Timeftrans. by J. Stanbaugh), State University of New York Pres, New York, 1996.​
G. Misch, "Yöntem Problemi: Hermeneutik ve Ontoloji", Hermeneutik Üzerine Yazılarlçev. D. Özlem), Ark Yayınevi, Ankara, 1995.​
D. Özlem, Bilim, Tarih ve 'Yorum, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2000.​
Özlem, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2000.​
Rothacker, Tarihselcilik Sorı<nu(çev. D. Özlem), Gündoğan Yayınları, Ankara, 1995.​
Aynca bkz., AÇIKLAMA, ANLAM, BİLİM FELSEFESİ, DİLTHEY, GADAMER, HEIDEGGER, HERDER, HERMENEUTİK, SCHELEİRMACHER, SOSYAL BİLİMLER FELSEFESİ.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst