1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Animal Symbolicum, sembolleştiren organizma" anlamına gelmekte olup, bu özlü ifade, Aristoteles'in insan tanımını (animal rationale) yetersiz bulan Emst Cassirer'in insanı tanımlama tarzına karşılık gelir. Cassirer'in felsefi kurgusunun adeta özeti konumundaki bu tanımla hem insan doğasının en kuşatıcı biçimde belirlenmesi, hem de en yaygın tanım olan animal rationale'nin tahttan indirilmesi amaçlanmaktadır. İnsanı animal rationale olarak tanımlamak insanda etkili görünen bir özelliği dile getirmek demektir. Beş tümele bağlı olarak yapılan bu tanımın aşılması, insanın, kendi yetilerinin ve yapıp ettiklerinin, oluşturduklarının tümünü içine alacak şekilde tanımlanmasını gerektirir. İnsani diğer canlılardan ayıran en önemli özellik akla sahip olması değil, onu kullanması, semboller kurması, kendi sembolik evrenini oluşturması ve bu evrende yaşamasıdır. Bu açıdan bakıldığında, animal rationale tözsel bir bakış açısını yansıttığı halde, animal symbolicum fonksiyonel bir ele alışı ifade eder. İnsan burada doğası gereği akla sahip bir varlık olmanın ötesinde, onu kullanarak dış dünyada olmayan şeyleri, sembolleri sistematik biçimde oluşturur; bu etkinliğin zirvesinde, kendisi ile nesne dünyası arasına onları yerleştirir. Bu noktada insanı kuşatan fiziksel evren sadece hayatın biyolojik olarak sürdüğü bir zemin olmaktan başka bir anlam ifade etmez. İnsanın kendine ait bu dünyada nesnel gerçeklik doğrudan temas edilemeyen bir şey haline gelir ve nesne dünyası düşünceye taşınmış olur.​
İnsan sembolleştirme yetisi olan, kendi sembolik evrenini kuran ve orada yaşayan bir varlık olarak tanımlandığında, bu evrenin unsurlarının ne olduğu sorusunun cevabını arama gereği doğar. Bu evreni oluşturan yapı taşları; dilin kelimeleri, dinin ritüelleri, sanat, bilgi, "devlet içinde devlet" bilinemez ya da nüfuz edilemez şeyler olamazlar. Böylece bu dünyayı bilme çabası bir kültür felsefesine kapı açar. Bu yönüyle de animal symbolicum bir kültür felsefesi kavramı olarak karşımıza çıkar. Diğer taraftan animal symbolicum bir felsefi antropolojiye olduğu gibi, kültürel antropolojiye ait bir kavram olarak da görülmektedir.​
İnsanın doğasını tüm bilgilerin ışığında ve onların senteziyle açıklamaya çalışan felsefi antropoloji, animal symbolicumda, insan doğasını onun yaratıcı davranışı, düşüncesi ve üretimleriyle ve bunlar açısından da aydınlatma yaklaşımını görür. Bu tanımlamada, insanın sırf Batı düşüncesi merkezli tanımlanmasının dışına çıkış olduğu, burada söz konusu edilen insanın nerede ve hangi türden üretim yaparsa yapsın, ortak bir öznitelik ile karakterize edildiği ifade edilir. İnsanı kültür yoluyla belirlemeye çalışan kültürel antropoloji ise, insanın salt doğa varlığı olarak sırf fiziksel gerçekliğe yerleşemediğini, sembolleştiren varlığın oluşturduğu ve içinde kendini evinde hisseder gibi yaşadığı bu dünyanın kültür dünyası olduğunu, insanın bu dünyadan doğru açıklanabileceğini iddia eder. Böylece insanın yaşama, düşünme ve davranış formlarının çokluğu onu tanımlanamaz bir varlık haline getirmez; bu bakış açısından doğru, onu tanımlanabilir bir varlık olarak görme gereği ortaya çıkar. Bu gerçekliğin ele geçirilmesi, insan doğasının ele geçirilmesidir. Çünkü animal symbolicumun bu işlevi gereği, insanın kurduğu ve sadece ona ait olan semboller dünyası mevcut olmalıdır. İnsanın doğası ise, en saf halde, sadece ona ait olanda bulunur.​
"İnsan nedir?" sorusuna bütüncül bir cevap bulunması gerektiğini iddia eden bazı felsefi antropologlar animal symbolicuınu, tıpkı animal rationale veya homofaber gibi monist bir tanımlama olarak görmektedirler. Onlara göre parçalarının belirli-düzenlenmiş biçiminden ortaya çıkan bütün, parçayı aşan bir şeydir. İnsanı sembol kuran varlık olarak tanımlamak ise bütünü sadece bir parçasıyla açıklamak olur. Antropolojik holizm olarak da adlandırılan bu bakış açısından animal symbolicum, bütünlük paradigmasına aykırıdır ve parçalanmış bakış açısını anlatır.​
Antropolojinin problem alanından doğru bakıldığında ve sadece, Cassirer'in bu tanımı yaptığı İnsan Üstüne Bir Deneme eseri temel alındığında, animal symbolicum kavramının doğrudan antropoloji kavramı sayılması mantıklı görülebilir. Fakat bu tanımın arkasında barınan ve ona gerçek anlamını veren sembolik formların niteliği ve analizi göz önüne alınınca, onu doğrudan kültür felsefesi kavramı saymak daha doğru olur. Başka bir ifadeyle, bu kavram kültür felsefesiyle antropolojinin sınırında bulunmaktadır.​
İnsanı sembol kuran varlık olarak tanımlamakla Cassirer, düşünceye, takipçisi olduğu Kant geleneğinden farklı bir yön çizgisi çizer. Çünkü böyle bir tanımlama, insanı akil kategorileriyle açıklanan bir varlık olmanın ötesine taşır. Artık insan sadece saf akil kategorileriyle adeta "ölü duyumlara yeniden hayat veren" ve bilgiyi böylece üreten salt akil varlığı değildir. O, bunun yanında ve daha da önemli olarak, dünyayı zihninde mitos, dil, din, sanat formlarıyla da yeniden biçimlendiren bir varlık haline getirilmektedir. Bu yüzden bu formların tümünün mantığı da işin içine katılmalıdır. İnsan teorik bilgi de dahil, tüm formları iradî olarak anlamla donatır, değiştirir, yeniden oluşturur. Burada insanın yaptığı işlem, sembolleştirme, basitçe bir temsil durumu oluşturmak değildir.​
Animal symbolicum kavramı gerçek anlamını sembole, sembolleştirmeye Cassirer felsefesinde verilen anlamda, bu felsefede işlenen sembolleştirme süreci aşamalarındaki zihin fonksiyonunda kazanır. Esasen Cassirer sembole en fazla vurgu yapan bir filozof olarak öne çıkar. Felsefe tarihinde ise ağırlıklı olarak sembolleştirme değil, sembol kavramı üzerinde durulmuştur. Heraklitos daireyi, karşıtların birliğini gösteren sembol olarak görür. Dairede, iki zıt şey olarak görülen başlangıç ve son, ortaktır. Başladığı noktaya geri dönen çizgi, bütünleşmişliği, tamamlanmışlığı anlatır. Platon ve Aristoteles de akılcı bir evren tablosunu daire biçimli oluş ile anlatırlar. Esas itibariyle Grek düşüncesinde "çok iyi yuvarlaklaştırılmış küre" sembolü, mükemmelliği ve kusursuzluğu ifade eder. Eski Yunanca'da ZvytpoAov (sembol), bir bütünün iki parçasından birini anlatmaktaydı. Aynı zamanda bu kelime, bir nesneyi, dostluğun ya da bir talebin göstergesi olarak iki parçaya ayırma ve bu parçalardan birini diğerine verme geleneğine de işaret etmekteydi. Böylece sembol obje üzerinde ortak sahipliği, aitligi ve yükümlülüğü temsil eder; bu açıdan da obje ile farklı türden kurulmuş bir ilişkiyi anlatır. Varolan obje sembol olarak parçada, kendi parçasında temsil edilmektedir. Modern psiko-analitik yaklaşımda sembol kavramı, kelimenin eski Yunanca'daki bu anlamına dayanır. Bu yaklaşımı benimseyen psikologlar bazı psikolojik rahatsızlıkları sembol-nesne ilişkisinin kurulamaması temelinde incelerler. Cassirer de sembolün insan dünyasındaki fonksiyonunu temellendirmek için özellikle ruh-körlüğü (Seelenbliudheit) ve sözyitimi (Aphasie) hastalıklarıyla ilgili klinik bulguları kullanır.​
Aristoteles özellikle dil kelimelerini taklit ürünü olarak görür. Onlar nesneleri gösterirler ve bu açıdan da sembol olarak görülebilirler. Diğer şeyleri taklit yoluyla en iyi gösterebilen organımız sesimizdir. Ama bu ses çıkarılmakla değil, İnsan dünyasında eşyayı gösteren bir yapı kazanmakla dil sesi olur. Yani, Aristoteles'te sembol olarak dil, eşyanın işareti olarak anlaşılır. Burada dil sesi her ne kadar dıştaki olgunun basitçe tekrarı olarak değil, bir zihinsel tasarlama olarak anlaşılsa da, zihin bu fiilinde yine de nesneye bağlanmış kalır; bu süreçteki zihinde, Cassirer'in işlediği biçimdeki bir kendiliğindenlik görülemez.​
Leibniz'in caracteristica genemlis projesi sembole farklı bir anlam yükler. Ona göre şeylerin mantığı ile işaretlerin mantığı birbirinden ayrılamaz. İşaret düşünce dünyasına aittir ve düşüncenin tesadüfî ve basit bir örtüsü olmayıp, onun zorunlu ve en önemli parçasıdır; aynı zamanda o, mevcuttamamlanmış bir düşünce içeriğinin bildirilmesine yarar. Düşünce içeriğinin belirlenmesiyle onun karakteristik bir işaretle sabitleştirilmesi el ele yürür. Diğer taraftan böyle olmakla gerçeklik de düşünsel olanın egemenliği altına girer. Çünkü mükemmelin dünyasıyla reelin dünyası arasındaki ezelî ahenk, anlamların, işaretlerin ve nesnelerin dünyasını da birleştirir. Böylece işaretlerin analizi düşüncenin analizine, düşüncenin analizi gerçek olanın analizine götürür. Bu noktada, kanıtlamanın temeli de genel karakteristik, yani sembol olmaktadır. Bu anlayışta sembol kavramının aklî dünyanın merkezine yerleştiği; ayrıca sembol kavramında metafiziğin ve genel bilgi öğretisinin bir ölçüde birleştiği görülür. Elbette burada kabul edilen anlamıyla sembol, çok anlamlılıktan arındırılmış ve tek anlamlı hale getirilmiş bir şeydir.​
Kant'ta ise sembol, nesne üzerine tasarımlarımıza yardım eden işaretler olarak görülür. Bu anlamda mesela el-kol işaretleri, ses işaretleri (yazı) ve ses işaretleri (nota) gibi ifade biçimleri, asalet arması veya uşak üniforması gibi bireysel konumu ve görevi anlatan somut nesneler sembol türleri olarak kabul edilir. Burada sembolün anlamı onu kuran/kullanan zihnin onlara tahsis ettiği anlam zenginliğinde değil, onlara verilen "anlatım, işaret etme" görevinde yatmaktadır. Yani buradaki sembol, bir sembolik sistemde sahip olduğu konuma göre fonksiyon üstlenen bir şey değil, göstergedir. Onun kuruluş amacı zaten göstermekle görevlendirildiği şeyi işaret ve onun anlaşılmasına yardım etmektir. Berkeley sembolleri zihnin örtüsü olarak görür. O dil eleştirisinde, kelimelerin arkasında barınan bilgi ağacını kavramak için kelimelerin perdesini indirmeyi teklif eder. Bergson ise modern metafiziğinde sembolü reddeder. Ona göre mekânsal sembollerin, benzetmelerin dilinden uzaklaşıp sembolleri tamamen terk edince esas gerçeklik ile doğrudan karşı karşıya geliriz. Sembol aracılık niteliği taşıması bakımından, nesne üzerine bilgi elde etme yolu olarak sezginin doğrudanlığını engeller.​
Cassirer modern fizikte kendi anladığı anlamda sembol kavramının ortaya çıkışını, fizikçi Henrich Hertz'in sembol teorisinde görür. Hertz bu teorisinde sembolleri "şeylerle ilgili tasarımlarımız" olarak yorumlar. Bu anlayışta sembol artık şeylerle içeriksel benzerlik taşıyan bir dışa vurma değil, zihnin kendiliğindenliğine dayalı, onun oluşturduğu soyut, karmaşık ve mantıkî ilişki ifadesi haline gelmiş olur. Sembolün anlamı, sembol kullanımı ve bütün bunların temelinde bulunan sembolleştirme, Cassirer'in felsefesinde temel bir felsefi problem olarak yer alır ve yorumlanır. Cassirer'in anladığı anlamda sembol, duyusal-varolan bir şeydir. Ancak onun varlığı kendi duyusal varlığında temellenmez. Sembol kendi öyle-varoluşunda duyusallığını aşan bir başka şey, bir zihin enerjisi barındırır; anlamları adeta cisimleştirir. Sembolün arkasındaki zihin enerjisi, düşünsel bir içeriği bir işarete bağlar ve bu işaretin içine yerleştirir. Sembolün oluşturulması, yani düşünsel bir içeriğin duyusal bir şeye yerleştirilmesi nasıl kendine özgü zihinsel bir etkinlikse, sembolün algılanışı, yani duyusal bir şeyde düşünsel bir içeriğin, anlamın kavranışı da bilincin kendine özgü bir etkinliğidir. Bu açıdan bakıldığında, nesnenin algılanışı ile ifadenin/sembolün algılanışı arasında, duyumlama hariç tutulursa, kökten bir farklılık olduğu görülür. Nesne ne ise o iken, sembol/ifade kendi başka türlülüğü içinde ve bu başka türlülük vasıtasıyla yeni ve derin bir zihinsel içeriğin taşıyıcısı olmaktadır.​
Zihnin içeriği sadece kendi dışa vurduklarında açığa çıkar. Düşünsel olan sadece duyusal işaretlerde cisimleşirken ve cisimleşerek bilinebilir. Sembol ya da sembolik olan her şey hiçbir zaman bu tarafa veya öbür tarafa, aşkınlık ya da içkinlik alanına ait değildir. O, somut ve soyut olan arasındaki farklı türden bir sentezi ifade eder. Bu açıdan da sembolik özellik, duyusal bir şeyin sadece duyusal oluştan ibaret olmaması, arkasında bir düşünsel içerik, bir anlam barındırmasıdır. Bu sentezi yapan bilinç nesne dünyasını hem yeniden şekillendirmekte, hem de bunu diğer öznelere sunmaktadır. Böylece o kendi akıcı içeriğini sabitleştirmekte; aynı zamanda genetik yoldan başarılamayanı, yani sonradan kazanılan şeyin nakledilememesi durumunu ortadan kaldırmakta, sonradan kazanılanı nakledebilmektedir. Bütün bunlar bilginin duyusal alıcılıkla başladığını, ama orada kalmadığını gösterir. Sembolleştirme ile nesne dünyası bilince taşınmaktadır. Zihinsel olan dışa vurulmak için duyusal olana, duyusal olan var olabilmek için zihne muhtaçtır. Bu noktada artık duyusal ile zihinsel olan arasındaki çatlak kapanmış olur. Dolayısıyla düşüncenin duyusal dünyaya egemenliği, onun kendini bu duyusalda göstermesi ve böyle bir duyusal şey vasıtasıyla bu dünyayı kendine taşıması ile gerçekleşir. Burada artık sembol kavramı zihinsel bir odak, aklî dünyanın gerçek merkezi haline gelmiş olur.​
Gerek kurma ve gerekse kullanma anlamında sembolün arkasında bulunan zihin enerjisinin bireysel bir bilince ait oluşundan, sembolün mutlak öznel olduğu sonucu çıkarılamaz. Çünkü duyusal bir şeyin bir düşünsellik/anlam taşıyıcısı haline gelmesi, bir anlam sisteminin, özneler-arası bir ortamın varolmasına bağlıdır. Sembol kuran bilinç kendi içeriğini bildirmek için, mümkün işaretler alanından, bu içeriği taşıyabilecek olanlarını seçer. O bunu sırf kendisi için değil, diğer bilinçler için de yapar. Bu açıdan da sembolün varlığı bir öMtmi, daha da genişletirsek, özneler-arası ortamı anlatır. Tüm semboller bireysel bilinç alanının dışına taşarlar. Bu anlamda sembolleştirme "ortak dünya oluşturma" sürecini, bu süreç sonucunda oluşturulan evren ortak dünyayı anlatır. Ayrıca sembolleştirme bilincin kendi içeriğini bildirme yoludur. Bir içeriğin başka bir İçerikte ve başka bir içerik vasıtasıyla anlatımı ve gösterilmesi olarak temsil, sembolik evrenin karakteristik özelliğidir. Böylece sembolleştirme sırf duyusal etkilerde temellenen bir işlem olmanın dışına çıkar. Her dilsel işarette, her mitik ya da sanatsal ifadede esas itibarıyla duyusal oluşun dışında bulunan, işitilebilir ya da görülebilir bir form haline gelmiş düşünsel bir içerik görülür. Bu içerik bir bilincin kendini başka bilinçlere açmasıdır. Bu da ancak özneler-arası bir ortamda gerçekleşebilir. Sembolleştiren varlık sadece şeyleri veya içtekini gelişigüzel işaretlere bağlayan ve onları bu işaretlerde gösteren varlık değildir; aynı zamanda o, içinde yaşamak zorunda olduğu fiziksel dünyanın dışında, kendi özneler-arası ortamını oluşturmaktadır. özneler-arası dünyada herhangi bir sembol veya sembol kullanımı bir bireyi diğerleriyle bağlayan bir bağ anlamına gelir. Semboller dünyası tözler topluluğu değildir. Tözler kendinde varoluşlardır, semboller ise özneler arası dünyada fonksiyonel bir varoluşu ifade ederler.​
Sembolleştiren varlığın sembolleştirme aşamaları, onun gelişmişlik düzeyini de anlatır. Saf sembolik bir aşama, bilincin en yüksek gelişmişlik düzeyine çıkması durumudur. Gerçeklik kavrayışları sadece duyusal yoldan gerçekleşmez. Bütün olarak dünya sadece doğabilimsel kavrayış dünyası değildir. Evren bir yönüyle doğa bilimlerinin, diğer yönüyle kültür bilimlerinin evrenidir. Doğa bilimlerinin evreni karşımızda hazır bulunmaktayken, kültür bilimlerinin evrenini sembolleştiren varlık kurmakta ve ona içsel derinlik vermektedir. Vico'da Yem Bilimin bilgi alanı olarak görülen tolumsal-sivil dünyanın ruhunu, bu sembolik yapı oluşturmaktadır. Bilinç geliştiği ölçüde, kendi sembolik evrenini de geliştirebilir. Kendi dünyasını kendinden doğru oluşturması ve o dünyadaki etkinliği, sembolleştiren varlığın kendi özgürlüğünü sergilemesi anlamına da gelir. Bu süreçte sembollere özgürce anlam verilir ve onlar arasında özgürce bağıntılar kurulabilir. Sembolleştirme benzerliklerden kurtulup saf sembolik aşamaya doğru geliştikçe, insanın kültür dünyası da gelişmiş olur. Sembolleştiren varlık tanımında insanın sadece bir özniteliğine değil, bunun yanında, onun bilinç sürecine ve nesne dünyasıyla ilişkisine, ayrıca onun sembolleştirme sürecinde oluşturduğu kendi dünyasına ve bu dünya içindeki etkinliklerine de işaret edilmiş olmaktadır.​
E. Cassirer, Die Spmche, Philosophic der symbolisclten Formen /, Bruno Cassirer Verlag, Berlin, 1923.​
E. Cassirer, Phanomenologie der Erkenntnis, Philosophic der symbolischen Formen HI, Bruno Cassirer Verlag, Berlin, 1929.​
E. Cassirer, Wesen ttnd Wirkung des Symbolbegriffs, Wissenschaftliche Buchgesellschaft, Darmstadt, 1956.​
E. Cassirer, İnsan Üstüne Bir Denemetçev. Necla Arat), Yapı Kredi Yay. İstanbul, 1997.​
Ayrıca bkz., ARİSTOTELES, CASSIRER, DİL, DİL FELSEFESİ, SEMBOLİZM, VICO.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst