Alfred Adler, bireysel psikoloji okulunu kuran ve eksiklik duygusu terimini ilk ortaya atan çağdaş psikiyatrdır. Freud düşüncesine yönelik eleştirileriyle, psikolojinin gelişmesine ciddî katkılar yapan Adler, özellikle gelişim psikolojisi alanındaki özgün görüşleri, psikolojinin toplumsal olanla ilintisi bağlamında getirdiği açılımlar bakımından önem taşır. Çalışmalarındaki itici güç toplumsal sorunlar karşısında gösterdiği duyarlılık olan Adler, eksiklik duygusu taşıyan, duygusal yönden sakatlanmış kişileri olgunluğa ve toplumda yararlı olmaya yöneltecek esnek bir psikoterapi yöntemi geliştirmiştir.​
Hayatı ve Eserleri
Yahudi bir tüccar ailesinin ikinci oğlu ve üçüncü çocuğu olarak 7 Şubat 1870'de Viyana'da doğan Adler, çocukluğunda dört yaşına kadar yürüyememesine neden olan bir humma hastalığı geçirmiştir, O, beş yaşında ağır bir zatürreye yakalandıktan sonra, daha o zaman doktor olmaya karar verir. 1895'de Viyana Üniversites’ı'nden doktor olarak mezun olan Adler, okul yıllarında bir grup sosyalist öğrenciyle yakın ilişki kurar. Bunlar arasında ileride eşi olacak Raissa Timofeyewna Epstein da bulunuyordu, Raissa çalışmak üzere Rusya'dan Viyana'ya gelmiş entelektüel bir eylemciydi. 1897'de evlenen çiftin ikisi psikiyatr olan dört çocukları olmuştur.​
Hekimlik kariyerine göz doktoru olarak başlayan, fakat çok geçmeden pratisyen hekimlikte karar kılıp Viyana'da dar gelirlilerin yaşadığı bir bölgede muayenehane açan Adler'in hastalan arasında sirkte çalışan kişiler de bulunmaktaydı. Belli bir işle uğraşanların olağan dışı güçlü ve zayıf yanları olmaları Adler'in "organ aşağılanmaları" ve "telafi edilmesi" konularına ilgi duymasına yol açtı.​
1907'de psikiyatriye döndü ve Freud'un tartışma gruplarına davet edildi. Freud'un görüşleriyle oldukça fazla çelişen organik nedenlere bağlı aşağılık duyguları konusunda makaleler yazdıktan sonra, 'saldırganlık dürtüsü' ile ilgili Freud'un onaylamadığı ilk makalesini kaleme aldı. Daha sonra da Freud'un cinsellikle ilgili kavramlarının çok metaforik olduğunu ileri sürdüğü, çocukların aşağılık duyguları hakkında bir makale yazdı. Adler hiçbir zaman nevrozların cinsel kökenini ya da çocuksu isteklerin öneminin önceliğini kabul etmemiştir.​
Freud'un kendisini Viyana Analitik Topluluğu'nun başkanı ve bu topluluğun dergisinin eş editörü olarak kabul etmesine karşın, Adler eleştirilerini kesmez. Adler'in ve Freud'un savunucuları arasındaki tartışmalar onun Topluluğun dokuz üyesi ile birlikte 1911'de Serbest Psikoanaliz Topluluğu'nu kurmak üzere istifa etmesi ile sonuçlanır. Bu oluşum ertesi yıl Bireysel Psikoloji Topluluğu olur. Bu topluluk kişiler arası ve toplumsal odaklı gelişme kuramının oluşturulması üzerinde odaklanmıştır. İnsan varlığında kaçınılmaz olarak çocukluktan sonra da devam ettiği düşünülen aşağılık duygusunun azaltılmasıyla gelişen kendine-gimen duygusuna, burada özel bir önem verilmekteydi. Bireysel psikoloji olarak adlandırdığı bir sistem geliştirerek ruh sağlığını yapıcı toplumsal bilince eşitlemeye çalışan Adler'in en büyük katkılarından birisi de Viyana'da, daha sonra model kabul edilecek olan bir çocuk danışma merkezinin kurulması olmuştur.​
Birinci Dünya Savaşı sırasında Adler Avusturya ordusunda ilk olarak Rusya cephesinde, daha sonra da bir çocuk hastanesinde hekim olarak görev yapar. Savaşın yol açtığı zararlara yakından tanık olur ve giderek 'toplumsal ilgi' kavramına ilgi duymaya başlar. O, artık insanlığın yaşamını sürdürebilmesi için mevcut yöntemlerini değiştirmesi gerektiğine inanan biridir.​
Savaştan sonra eyalet okullarına ve öğretmenlerin eğitimiyle ilgili kliniklerde çeşitli projeler yürüten Adler, 1926'da ders vermek üzere Amerika Birleşik Devletleri'ne gider ve Long Island Tıp Okulu'nda ziyaretçi öğretim üyesi olarak çalışır. 1934'de ailesiyle birlikte Viyana'yı terk eden Adler, 28 Mayıs 1937'de Aberdeen Üniversitesi'nde verdiği seri dersler sırasında geçirdiği bir kalp krizi sonucu ölür.​
Görüşleri
Adler'in sistemi insan türünün somut, pratik bilgisi olarak tanımlanabilir. Bireyleri tek, birleşmiş varlıklar, psikolojik süreçleri bireysel bir yaşam tarzına uyan varlıklar olarak gören Adler, her bireyin geleceğe yönelik olduğunu ve bir hedefe yönelik olarak hareket ettiğini bildiren bir dinamizm ilkesi ortaya atmıştır. Hedef belirlendikten sonra ruhsal aygıt kendisini bu hedefe ulaşabilmek için şekillendirir; yaşam hedefleri seçilir ve böylece değişmeye aday olur. Belleğin, rüyaların ve algıların, yeni hedeflere ulaşılmasına uyum sağlamak üzere değişiklik geçirmesi gerekir. Adler bireyler ve onların toplumla ilişkilerini de vurgulayıp, gerçek dünyada eylemin fanteziler üzerindeki önceliğinin üzerinde durur.​
Adler'in kişilik kuramının köşe taşı eksiklik duygusundan yeterlilik duygusuna hareket edilmesiyle ilgili görüştür. Ona göre, yaşamın ilk yıllarında çocukların kendilerini yetişkinlerin boyları ve yetenekleriyle gerçekçi karşılaştırmalarından kaynaklanan bir eksiklik duygusu söz konusu olur. Bu aşağılık duygusundan yeterlilik duygusuna hareket etme yaşamdaki en önemli güdüsel etkenlerden biri olmak durumundadır. Bu nedenle İdeal insan üstünlük kazanmak için yüksek toplumsal ilgi ve etkinlik gösterir. Bununla birlikte, kendine-güven ve toplumsal ilginin gelişmesinin önünde, Adler'e göre, çeşitli engeller vardır. Bunlar arasında en sık görülenleri yetersiz gelişmiş ya da 'aşağılanmış' organlar, ya da sistemler, çocukluk hastalıkları ve ihmaldir. Fiziksel yetersizlikler ve çocukluk hastalıkları kendine odaklaşmayı ve toplumsal ilgi kaybını arttırabilir. Doğum sırası bir başka etkendir.​
Duygusal bozukluklar irâde ve kendini anlama ile değişmeye aday olan hatalı yaşam tarzlarından kaynaklanır. Duygusal bozukluklara aday bireylerin kendilerini yapıcı toplumsal ilgilerden uzaklaştıran uygunsuz hedefleri, dünya ve kendileri hakkında yanlış fikirleri vardır. Şımartılmış, rahatına düşkün yaşam tarzı olan bireyler hep başkalarından bekler ve sürekli bir şey talep ederler, sorumluluktan kaçınır ve başarısızlıkları için başkalarını suçlarlar. Hatalı bir yaşam tarzı etkisiz olduğunda, bireye karşılaşılan sorunla gerçekçi bir şekilde uğraşmaktan kaçınmada yardım ederken, kendine güveni koruyan belirtiler gelişir. Nevroz ve psikoz arasındaki farklılık nevrotik bireylerin toplumsal ilgilerini sürdürmeleri, fakat belirtilerle birlikte yaşam hedeflerinden kopmaları, psikotik bireylerin ise toplumsal ilgilerini yitirmeleri ve kendi dünyalarına geri çekilmeleridir.​
Adler bütün davranışlarımız ve deneyimlerimizin arkasında tek bir 'dürtü' ya da güdüleyici güç olduğunu düşünür. Bu güdüleyicİ güç de 'mükemmeliyet için uğraşma'dır. "Kendi kendini gerçekleştirme" fikrine çok benzeyen bu kavramla o, hepimizin potensiyellerimiz için, ideallerimize daha da yaklaşmak için taşımamız gereken arzuyu anlatmak ister. Mükemmel için uğraşmak Adler'in tek güdüleyici güce gönderme yapmak için kullandığı ilk terim değildir. Onun ilk olarak kullandığı terim 'saldırganlık dürtüşüydü'. Bu terim yemek yeme, cinsel tatmin gereksinimleri gibi diğer dürtülerimizde ya da sevilme konusunda hayal kırıklığı yaşadığımızda sahip olduğumuz tepkiye karşılık gelir. Saldırganlığı fiziksel ve olumsuz olarak düşünme eğiliminde olduğumuz için, buna girişkenlik dürtüsü de denilebilir. Adler'in saldırganlık dürtüsüyle ilgili düşünceleri onunla Freud arasında ilk kez bir görüş ayrılığı doğmasına neden olmuştur. Freud psikoanalitik kuramda cinsel dürtülerin önemli rolünün azalacağından korkuyordu. Bu fikirden hoşlanmamasına karşın, Freud'un kendisi daha sonra oldukça benzer başka bir kavram geliştirmiştir: Ölüm iç güdüsü.​
Adler'in temel güdülemeye karşılık olarak kullandığı başka bir terim de "telafi etme", "baş etme" ya da üstesinden gelmeye çalışma olmuştur. Hepimizin sorunları, hataları olduğu ya da kendimizi en az bir konuda aşağı hissettiğimiz durumlar olduğu için, Adler ilk yazılarında kişiliklerimizin, bu sorunları telafi ettiğimiz ya da edemediğimiz, üstesinden geldiğimiz ya da gelemediğimiz yollarla açıklanabileceğini söyler.​
Adler'in ilk kavramlarından birisi de "erkeksi (maskulin) protestodur." Kendi kültüründe oldukça açık olan bir özelliğe gönderme yaparken, erkeklerin kızlardan özgüveni daha fazla olan bireyler olarak yetiştirildiklerini savunan Adler'e göre, erkek çocuklar zayıf, edilgen ya da bağımlı değil de (kadınsı), güçlü, saldırgan (erkeksi) kabul edilmek istenir. Buradaki temel nokta erkeklerin bir şekilde kadınlardan daha iyi olduklarının ima edilmesi, erkeklerin 'büyük şeyler' yapma güdüsü ve becerisine, gücü ve eğitimine, böyle bir şey kadınlar için hiç söz konusu olmazken, ihtiyaç duyduklarının ifade edilmesidir.​
Gerçekten de günümüzde dahi yaşlı kişilerin küçük erkek ve kız çocuklarla ilgili değerlendirmeleri bu durumu kanıtlar. Eğer bir bebek kendi istediğini yapmayı isterse (erkeksi protesto), onun doğal bir bebek olduğu söylenir; küçük bir kız çocuğu sessiz ve u~ tangaçsa kadmsılığı için takdir edilir; bunun aksine erkek çocuk sessiz ve utangaçsa onun kadınsı büyüyebileceğinden endişe edilir; ya da bir kız çocuğu fazla girişken ve kendi başına buyruksa, "erkek gibi kız" olarak adlandırılır.​
Adler'in kişiliği açıklamak için kullandığı bir diğer terim de "üstünlük için çaba gösterme"dir. Onun bu terimi kullanımı düşüncelerinin felsefî kökenlerinden birisini yansıtır: Friederich Nietzsche irâdenin insan yaşamının temel güdüsüne güç verdiğini düşünen bir felsefe geliştirmişti. Üstünlük uğraşı daha iyiye ulaşma arzusuna karşılık gelmekle birlikte, başkalarından daha iyi olma düşüncesini de kapsar. Adler daha sonra üstünlük çabalarını sağlıksız ya da nevrotik çabalara karşılık olarak da kullanma eğiliminde olmuştur.​
Sözcüklerle bu kadar çok oynama Adler'in Freud tarafından takdim edilmiş gerçek bir kişilik kuramına yönelik eleştirilerinin bir yansımasıdır. Freud'un kuramı günümüzde bizim indirgeyici olarak adlandırabileceğimiz bir kuramdı: O yaşamının önemli bir bölümünü kavramları psikolojik düzeye indirmeye çalışmakla geçirmişti. Sonunda başarısız kaldığını kabul etmesine karşın, o yaşamı temel psikolojik gereksinimler boyutunda açıklamıştır. Yine, Freud insanı —id, ego, süper ego gibi— küçük kuramsal terimlerle bölerek ifade etmeye eğilimliydi.​
Güney Afrikalı devlet adamı ve filozofu olan Jan Smuts'un yazılarından ve özellikle de onun insanları anlamak için onları küçük parçaların bir toplamı olmaktan çok birleşmiş bütünler olarak, kendi çevrelerinin fiziksel ve toplumsal bağlamında anlamamız gerektiğini savunan "bütüncülük" yaklaşımından etkilenen Adler, ilk olarak, insanları parçalardan çok bütünler olarak görmemiz gerektiği düşüncesini yansıtacak şekilde, psikolojiye kendi getirdiği yaklaşıma 'bireysel psikoloji' adını vermiştir. Bireysel sözcüğü burada 'bölünmemiş' anlamına gelmektedir. İkincisi, bir kişinin kişiliği hakkında konuşmak yerine geleneksel boyuttaki iç yapılar, özellikler, dinamikler, çatışmalar anlamında, 'yaşam tarzı' hakkında konuşmayı tercih eder. Yaşam tarzı hayatınızı nasıl yaşadığınızı, sorunlarınızı ve kişiler arası ilişkilerinizi nasıl ele aldığınızı ifade eder. Nitekim, o bu bağlamda şöyle der: "Bir ağacın yaşam tarzı kendisini ifade ettiği ve bir ortama ayak uydurduğu bireyselliğidir."​
"Yaşam tarzının basit olarak mekanik bir tepki olmadığı" noktası, Adler'in Freud'dan dramatik bir şekilde ayrıldığı ikinci temel noktayı oluşturur. Freud için, erken çocukluk travmaları gibi geçmişte olmuş şeyler şimdi ne durumda olduğunuzu tayin eder. Oysa, Adler güdülemeyi mekanik olarak geçmiş tarafından itelenmekten çok geleceğe yönelik bir hareket olarak görür. Ona göre, amaçlarımıza, hedeflerimize ya da ideallerimize doğru çekiliriz.​
Şeyleri geçmişten geleceğe hareket ettirmenin bazı dramatik etkileri vardır. Gelecek henüz burada olmadığı için, güdülemeye teleolojik bir yaklaşım şeylerin gerekliliğini dışlar. Geleneksel bir mekanistik yaklaşımda, neden etkiye yol açar, eğer a, b ve c meydana gelirse, x, y, ve z'nin de zorunlu olarak meydana gelmesi gerekir. Ancak sizin hedeflerinize ulaşma ya da ideallerinizi yerine getirme zorunluluğunuz yoktur, onlar yol boyunca değişebilir. Teleoloji yaşamın güç ve belirsiz olduğunu kabul ederken, değişikliğe her zaman yer vardır.​
Adler'in düşüncelerine önemli etki yapan bir diğer felsefeci, Philosophy of As If [Sanki'nin Felsefesi] adli kitabın yazarı olan Hans Vaihinger'di. Vaihinger son gerçeğin her zaman bizim ötemizde olacağına, fakat pratik amaçlarımız için kısmî gerçekler yaratmamız gerektiğine inanıyordu. Temel ilgisi bilim olduğu için bu tip kısmî gerçeklere örnek olarak, protonları, nötronları, ışık dalgalarını, uzayın çarpıtılmasını veren Vaihinger'e göre, bilim adamı olmayanlar bunların herkesin var olduğunu gördüğü ya da kanıtladığı şeyler olmadığını farz etme eğilimindedir: Bunlar yararlı yapılardır. Kısa anlar için çalışırlar ve daha iyi ve yararlı yapılara götürürler. Bunları "sanki" temel doğrularmış gibi kullanırız.​
Adler, Vaihinger'le birlikte, bu kurgusal gerçekleri günlük yaşamda da kullandığımızı belirtir. Dünyaya yarın da burada olacakmış gibi davranırız. İyi ve kötünün ne olduğunu bildiğimizden eminmişiz gibi, gördüğümüz her şeye gördüğümüz gibiymiş gibi davranırız. Adler buna kurgusal sortalcthk adını verir. Buna göre, birçok kişi kişisel geleceklerinde sanki bir cennet ya da cehennemde yaşıyorlarmış gibi davranır. Bir cennet ya da cehennem olabilir, fakat çoğumuz bunu kanıtlanmış bir gerçek olarak düşünmeyiz. Bu, Vaihinger ve Adler'e göre kurgusal bir terimdir. Sonalcılık ise bunun teleolojisine karşılık gelir: Bu kurgu gelecekte yatar ve günümüzdeki davranışlarımızı etkiler. Adler her birimizin yaşam tarzlarının merkezinde bu kurgulardan birinin, bizim kim olduğumuz ve nereye gittiğimiz konusunda önemli bir tanesinin durduğunu belirtir.​
Sadece mükemmeli aramada önemli bir ikinci etken de toplumsal ilgi düşüncesidir. Kutsallığını hesaba katarak "mükemmele ulaşmaya çalışan herkesin" bunu, kendi toplumsal çevresini düşünmeden kolayca yapabileceği düşünülemez. Toplumsal hayvanlar olarak bizler, basitçe var olmayız, başkaları olmadan daha az gelişme gösteririz.​
Adler toplumsal ilginin basit olarak doğuştan, ya da yeni öğrenilen bir şey olmayıp, bunların ikisinin birleşimi olduğuna inanır: Doğuştan düzenlenmiştir, fakat onun, hayatta kalabilmek için beslenmesi gerekir. Bir dereceye kadar doğuştan olduğu, bebeklerin ve küçük çocukların sıklıkla böyle öğretilmeden başkalarına sempati göstermeleriyle anlaşılmaktadır. Örneğin, bir bebek ağlamaya başladığında bir yuvadaki çocukların hepsi ağlamaya başlar. Herkesin güldüğü bir odaya girdiğimizde biz de gülmeye başlarız. Benzer şekilde küçük çocuklar başkalarına bonkör olabildikleri gibi bencil ve zalim de olabilirler. İçgüdüsel olarak onu inciten şeyin bizi de incitebileceğini biliyor görünmemize karşın, onu incitenle bizi inciten arasında seçim yapmamız gerektiğinde, her defasında "onu inciteni" görürüz! Sonuçta yakınlık gösterme eğilimi ebeveynler ve kültür tarafından desteklenmelidir. Benim ve senin gereksinimlerin arasındaki çatışma olasılıklarını göz ardı etsek bile, empati, güç bir dünyada başkalarının birden bire aşırı bir yük olabilecek acılarının hissedilmesini içerir.​
Adler'in kaçınmak istediği bir yanlış anlama da, toplumsal ilginin şöyle ya da böyle dışa dönüklüğün bir başka türü olduğu düşüncesidir. Amerikalılar toplumsal ilgiyi açık ve dostane olarak görmeye eğilimlidir. Bazı insanlar gerçekten de kendi toplumsal ilgilerini bu şekilde ifade edebilirler. Adler toplumsal ilgiyi belli toplumsal davranışlar anlamında değil, fakat daha geniş anlamda aile, toplum, insanlık anlamında ele almışlardır. Toplumsal ilgi başkalarına yararlı olma sorunudur.​
Öte yandan, toplumsal ilgi yokluğu Adler için ruh hastalıkları/sağlığının önemli bir tanımıdır: Hemen hemen bütün başarısızlıklar, onun gözünde toplumsal ilgiden yoksun kalan nevrotiklerin, psikotiklerin, suçluların, sarhoşların, sorunlu çocukların, cinsel sapıkların ve fahişelerin başarısızlıkları olmak durumundadır. Başarı hedefleri kişisel üstünlük hedefleridir, zaferlerinin sadece kendilerine bir anlamı vardır.​
Hepimiz mükemmele, bir işi yerine getirmeye, kendini gerçekleştirmeye "itiliriz." Bazılarımız ürkütücü bir şekilde tamamlanmamış, yerini getirilmemiş başarısızlıkları sonlandırıp, kendi kendimizi gerçekleştiremeyiz. Birçoğumuzun kendi kendisiyle ilgilenmesini sağlayan ne olabilir? Adler bunun kendi aşağılık duygularımızın etkisi altında olmamızın bir sonucu olduğunu belirtmiştir. Eğer kendinizi rahat ve rekabete açık hissediyorsanız başkalarını da düşünebilirsiniz. Eğer değilseniz, yaşamınız ancak bu kadar iyi olabiliyorsa, o zaman dikkatiniz daha çok kendiniz üzerinde odaklaşacaktır.​
Şurası açıktır ki, herkes değişik şekillerde aşağılık duygularına sahiptir. Örneğin, Adler kuramsal çalışmalarına organ aşağılamasını düşünerek başlamıştır. Bunun da temelinde her birimizin güçlü olduğu kadar zayıf anatomik veya fizyolojik parçaları olduğu gerçeği bulunmaktadır. Bazılarımız kalp üfürümleriyle doğar, ya da onlarda yaşamın ilk yıllarında kalp sorunları gelişebilir; bazı kişilerde zayıf akciğerler, böbrekler olabileceği gibi erken karaciğer sorunları da olabilir; bazılarında diyabet, astım ya da çocuk felci, görme zayıflığı, işitme güçlükleri, kas zayıflıkları olabilir; bazılarımız çok uzun ya da kısa olabiliriz, vb. Adler birçok kişinin bu organik eksiklik duygularını telafi edebildiğini vurgular. Bu insanlar bu tür eksiklikleri şu şekilde telafi edilebilirler: Eksiklik duygularına yol açan organ güçlendirilebilir ve başkalarında olduğundan daha güçlü olabilir,diğer organlar eksikliği gidermek üzere devreye sokulabilir; kişi psikolojik olarak organik sorunları belli yetiler ya da hatta belli kişilik tarzları geliştirerek telafi edebilir.​
Bu güçlüklerle baş edemeyen ve yaşamları boyu büyük sıkıntılar yaşayan birçok kişi de vardır. Adler daha sonra, tahmin edilenden daha fazla sayıda kişide psikolojik eksiklik duygusu olduğunu görmüştür. İçimizden bazılarına aptal, çirkin ya da zayıf olduğumuz söylenmiştir. Bazılarımız da iyi olmadığımıza neredeyse inanmışızdır. Okulda girdiğimiz çok sayıda sınavda bize diğer kişiler kadar iyi olmadığımızı bildiren notlar verilmiştir. Bu örneklerde gerçek bir organik aşağılanma yoktur. Gerçek anlamda geri kalmış, deforme ya da zayıf değilizdir. Ancak giderek kendimizin öyle olduğuna inanmaya başlarız. Bazı kişiler de eksiklik duyduğu konularda iyi olarak bu eksikliği telafi ederler. Birçoğu da başka şeylerde iyi olmak suretiyle bunu telafi ederken, diğerleri eksiklik duygularını barındırmayı sürdürür. Bazı insanlarda ise kendine güven asla gelişmez.​
Adler eksiklik duygularının daha yaygın bir şekline de değinmiştir: Çocuklardaki aşağılık duyguları. Bütün çocuklar doğaları gereği çevrelerindeki yetişkinlere göre daha küçük, daha zayıf, daha az sosyaldir. Entelektüel rekabet güçleri yetişkinlere göre daha azdır. Adler, çocukların oyunlarına, oyuncaklarına ve fantezilerine baktığımızda tek bir şeyin sıkça gözlendiğini ileri sürer: Büyüme, büyük ve bir yetişkin olma arzusu. Bu tür bir telafi gerçekte mükemmellik arayışı ile benzerlik gösterir.​
Eğer kişi eksiklik duygularının ağır etkisi altındaysa, o kişide bir aşağılık kompleksi gelişebilir. Aşağılık kompleksi yalnızca küçük bir sorun değildir, yaşam boyu sürebilecek bir nevrozdur. Utangaç ve çekingen, güvensiz, kararsız, sessiz ve uyumlu olabilirsiniz. Sizi taşımaları için insanlara dayanmaya başlar, hatta onları sizi desteklemeye zorunlu kılarsınız: İnsanların aşağılık duygularına, telafi mekanizmaları ve aşağılık kompleksinin yani sıra, karşılık verdiği başka bir yol daha vardır; kişide aynı zamanda bir "üstünlük kompleksi" de gelişebilir. Üstünlük kompleksi kişinin eksiklik duygularını kendisini üstün kılarak örtmeyi ihtiva eder. Eğer kendinizi küçük hissediyorsanız, büyük hissetmenin bir yolu başka herkesi daha da küçük yapmaktır. Yüksekten atanlar, önemsiz, adi diktatörler her yerde bulunan örneklerdir.​
Adler için bütün nevrozlar yetersiz toplumsal ilgi konusu olmasına karşın, o farklı enerji düzeylerine dayalı olarak ayırt edilebilecek üç psikolojik tipin olduğunu belirtmiştir: İlki 'buyurgan' tiptir. Bu kişiler çocukluklarından itibaren başkaları üzerinde oldukça saldırgan ve baskın olma eğilimiyle öne çıkarlar. Enerjileri o kadar fazladır ki, önlerine çıkan her şeyi ve herkesi etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Bunların enerjik olanları sadistler; daha az enerjik olanları ise alkolikler, ilaç bağımlıları ve intihara kalkışan kişilerdir.​
ikincisi, başkalarına yaslanan tiptir. Bu kişiler çevrelerinde kendilerini koruyan duvarlar örmüş, duyarlı kişilerdir. Ancak bu kişilerin yaşamlarındaki güçlükleri taşıyabilecek başka kişilere güvenmeleri gerekebilir. Enerji düzeyleri düşüktür ve bağımlı olurlar. Aşırı yük altında kaldıklarında fobiler, obsesyon ve kompulsiyonlar, yaygın anksiyete, histeri, unutkanlıklar gibi nevrotik belirtiler geliştirirler. Üçüncüsü ise "çekingen tiptir." Bunlar enerji düzeyleri en düşük olan kişilerdir ve özellikle diğer insanlardan kaçınarak yaşamlarını sürdürürler. Sınır koyulduğunda psikotik olabilir ve sonunda kendi kişisel dünyalarına çekilebilirler.​
"Toplumsal olarak yararlı tip" diye adlandırılabilecek dördüncü bir tip daha vardır. Böyle kişiler toplumsal ilgi ve enerjileri olan sağlıklı kişilerdir. Adler'e göre enerji olmadan gerçekten toplumsal ilgilerinizin olamayacağını bilmek gerekir. Çünkü gerçekten de o zaman hiç kimse için hiçbir şey yapabilme yeteneğiniz olmaz.​
Adler de Freud gibi, kişiliği ya da yaşam tarzını yaşamın oldukça erken dönemlerinde yerleşmiş bir şey olarak görmüştür. Gerçekten de yaşam tarzlarımızın prototipleri beş yaşlarındayken şekillenmeye başlar. Yeni deneyimler bu prototipi değiştirmekten çok bu prototip boyutunda yorumlanır.​
Adler çoğunlukla hatalı bir yaşam tarzına katkıda bulunan üç temel çocukluk durumunun olduğunu ileri sürmüştür. İlki erken çocukluk hastalıklarının yani sıra organ aşağılanmalarıdır. Bunlar "aşırı yükler" olarak da adlandırılabilir. Bu kişilerin çoğunun yaşamı güçlü aşağılık duyguları ile devam edecektir; bazı kişiler üstünlük kompleksi ile bu durumu telafi etmeye çalışırken, sadece sevilen kişilerin desteğini alanlar bu duyguları gerçek anlamda telafi eder.​
İkincisi "şımartılmadır." Birçok çocuğa vermeden alması öğretilir. Şımartılan çocuk iki şekilde başarısızlığa uğradığını anlayana kadar bu çok güzel bir durum gibi gelebilir: Birincisi, kendisi için bir şey yapmayı öğrenmez ve daha sonra gerçekten aşağılık olduğunu keşfeder; ve ikincisi, emir vermek dışında başkalarıyla uğraşmanın başka yollarını öğrenmez. Ve toplum zevk alan kişilere sadece nefretle karşılık verir. Üçüncüsü "ihmaldir." İhmal ya da istismara uğrayan çocuklara her gün değersiz oldukları söylendiği ve gösterildiği için, onlar eksiklik duygularını; hiç kimseye güvenmemeleri öğretildiği için de bencil olmayı öğrenirler. Eğer kişi sevmeyi öğrenmemişse, bu yetenek daha sonra gelişmez.​
Adler çocuğun üzerinde erken etkileri cilan kişiler olarak sadece anne, baba ve diğer yetişkinleri saymaz, çocuğun kardeşlerini de değerlendirmeye alır. Kardeşlerin ve onların doğum sıralarının etkilerini göz önüne alması, Adler'in en iyi bilinen özelliğidir. Tek çocuk zevk almayı en fazla öğrenen çocuktur. Tek çocuğun ebeveynleri bütün yumurtaları tek sepete koyarlar ve bazen anksiyete yaşayarak özel bakım gösterme tutumunu gösterirler. Eğer ebeveynler istismarcıysa tek çocuk bu istismarı tek başına taşımak zorundadır.​
Adler için de, tıpkı Freud ve Jung için olduğu gibi, rüyalar önem taşıdı. Hatta onun rüyalara daha doğrudan bir yaklaşım gösterdiği bile söylenebilir: Rüyalar, ona göre, yaşam tarzımızın bir ifadesidir. Onlar günlük duygularımızla çelişmeden bilinçli yaşamımızla birleşir. Genellikle sahip olduğumuz hedefleri ve onlara ulaşmada karşılaşacağımız sorunları yansıtırlar. Eğer hiçbir rüyayı hatırlayamazsanız, Adler size "devam et ve hayal kur. Fantezileriniz sizin yaşam tarzını yansıtır" der. O kendimizi nasıl ifade ettiğimize de dikkat ederdi: Duruşumuz, nasıl el çıkıştığımız, kullandığınız jestler, nasıl hareket ettiğimiz, "beden dilimiz." Uykudaki durüişumuz bile ip ucu sağlayabilir: Fetüs pozisyonunda, battaniyesi başının üzerinde uyuyan bir kişi örtünmeden bütün yatağa yayılarak yatan birisinden çok farklıdır.​
Kişinin içinde bulunduğu belirtileri tetikleyen dış etkenleri de bilmek ister, Adler. Birçok tetikleyici etken saymıştır: Belirsizlik, suçluluk, cinsel isteksizlik gibi cinsel sorunlar. Kadınların karşılaştığı gebelik, doğum, menapoz gibi sorunlar; aşk hayatı, nişanlanma, evlenme ve boşanmalar; okul, sınavlar, iş kararları ve iş yaşamı ile ilgili sorunlar; ölüm tehlikesi ve sevilen bir kişinin ölümü. Adler'in terapisi ile Freud'un terapisi arasında önemli farklar vardır: Birincisi, Adler terapi sırasında herkesin oturmasını ve yüz yüze konuşmayı tercih etmiştir. Terapistin hastanın onu hiçbir zaman otoriter bir kişi rolüne zorlamasına izin vermemesini önermiştir. Böyle bir durum hastanın daha önce defalarca oynadığı ayni oyunları oynamasına olanak tanır.​
Hasta yaşam tarzının özelliklerini ve kendine odaklı kurguların köklerini anlayabilmelidir. Hasta dinlemekten hoşlandığı ve anlamak istediği bir duygusal duruma getirilmelidir. Terapist onun toplumsal ilgilerini uyandırma anlamına gelecek şekilde hastayı teşvik etmelidir. Hastayla iyi bir insan ilişkisi geliştirerek terapist hastanın daha sonra başkalarına aktarabileceği temel toplumsal ilgi şeklini sağlar.​
A. Adler, The Individual Psychology of Alfred Adler: A Systematic Presentation in Selections from His Writings, Basic Boks, New York, 1956.​
Adler, In Problems of Neurosis: A Book of Case Histories (ed. by P. Mairet), Harper & Row, New York, 1964.​
L. A. Pervin O. P, John, Personality. Theory and Research, Seventh Edition, ABD, 1996.​
J. Sadock V. A. Sadock, Kaplan & Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry, Volume I. Seventh Edition, Philadelphia, 1999.​
Ayrıca bkz., FREUD, JUNG, KİŞİLİK, PSİKANALİZ, PSİKOLOJİ, PSİKOLOJİ FELSEFESİ, PSİKOLOJİ TARİHİ.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
1000Fikir Filozoflar 0
1000Fikir Filozoflar 0
1000Fikir Psikoloji 0
Piramit Liderler 0

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst