Piramit

Yönetici
Mesajlar
366
Albertus Magnus (1200-1280) Ratisbon piskoposu ve Roma Katolik kilisesinin meşhur Doktor Universalis'i olup, Bavyera'daki Lavingen kentinde doğmuştur. 1193 ile 1206 yılları arasındaki bir tarihte doğmuş olduğu tahmin edilen Albertus, 1223 yılında Dominiken tarikatına girmiş, Padua ve Bologna'da gördüğü dini eğitimin ardından Almanya'daki birçok manastırda teoloji üzerine dersler vermiştir. Bunun ardından Paris Üniversitesi'nde yüksek teoloji eğitimi gören Albertus, ayni üniversitede teoloji doktoru unvanıyla hocalık yapmıştır. Onun 1245-1248 yılları arasında sürdürmüş olduğu bu görev sırasında, Aquinali Thomas önce öğrencisi sonra da asistanı olmuştur. Bu görevinin ardından, tarikatın yeni çalışma ve araştırma düzenini kurmak amacıyla Köln'e gönderilen Albertus, 1260 yılında Ratisbon piskoposluğuna atanmıştır. O emekliliği sırasında yazmak amacıyla kıyıya çekilmiş, ve 1280 yılında Köln'de ölmüştür.​
Albertus'un en önemli eserleri arasında Summa de Creaturis [Yaratıklarla İlgili Öğreti Üzerine Bir El Kitabı] (1240-1243); Commentarium in IV Libros Sententiarum [Lombard'ın Hükümlerinden Oluşan Dört Kitap Üzerine Şerh] (1240-1249), Sahte-Dionysos'un Eserleri Üzerine Şerhler, Aristoteles ve Boethios'un kitaplarına ilişkin açıklamalar, Liber de Causis et Processu Universitatis [Evrenin Nedenleri ve Akışı Üzerine Kitap] ve nihayet Summa Theologiae [Teoloji El Kitabı] bulunmaktadır.​
Albertus'un yaşadığı zaman dilimi "Skolastisizmin Altın Çağı" olan on üçüncü yüzyılla hemen hemen örtüşür. Yaklaşık kırk yıllık bir süreç boyunca üretimde bulunan Albertus, hiç kuşku yok ki çağının en önemli şahsiyetlerinin başında gelir. O çağının en verimli yazarı, yüzyılın en etkili öğretmeni, "Altın Çağın" "Büyük" lakabını kazanacak kadar derin bir âlimi olmuştu. Aynı zamanda doğanın keskin ve dikkatli bir öğrencisi, deneyimli bir seyyah olan Albertus'un somut başarı ve katkılarını tespit etmeye çalışırken, bununla birlikte, bazı güçlüklerle karşı karşıya kalmak kaçınılmazdır. Bu güçlüklerin tamamı ondan kalan eserlerle ilgili metinsel birtakım problemlerdir. Buna göre, son derece önemli olan Speculum Astronomiae [Astronominin Tuttuğu Ayna] benzeri birtakım eserlerin gerçekten ona ait olduğu hayli kuşkuludur. İkinci ve çok daha önemli bir problem, onun eserlerinin yorumlanması problemidir. Onun biraz da ansiklopedik bir mahiyet arzeden üretimiyle ilgili ilk izlenim, yazılarındaki derleme unsuru ve senkretik karakterdir. Bu eserlerde aynı anda hem bir kilise babasını ve hem de Aristotelesçi kaynaklardan beslenmiş bir pagan filozofu konuşurken bulmak çok muhtemeldir. Gerçekten de, onun yazılarına katkı veya etki yapmış filozoflar arasında Augustinus, Boethius, Sahte-Dionysos, Aristoteles, İbni Sina, Farabi, İbn Rüşd, Plotİnos ve Proklos hemen bir çırpıda sayılabilir. Yine öğrencisi Aquinali Thomas'ın da onun üzerinde az da olsa, bir etkisi olduğu söylenmektedir. Bütün bu güçlüklere rağmen, söz konusu genel çerçeve içinde Albertus, sadece bir teolog değil, fakat aynı zamanda bir bilim adamı ve bir filozof olarak tanımlanabilir.​
Bilim Adamlığı
Albertus'un bilim ve doğa felsefesiyle ilgili eserleri, genel olarak, doğaya ilişkin araştırmanın tek tek her alanını temsil edecek şekilde, Aristoteles'in denemelerinin planını izler: Fizik, (rüya yorumlarını da içeren) psikoloji, astronomi (ve astroloji), coğrafya, zooloji, botanik, mineroloji ve nihayet genel olarak evrene ve yaşam süreçlerine ilişkin tartışmalar. Albertus bununla birlikte, üstadın eserlerini satır satır, deyim deyim açıklayan klâsik bir Aristoteles yorumcusunun yolundan gitmez; bunun yerine, aralara kendi gözlem ve deneylerini bolca serpiştirdiği klâsik bir serim düzeni ortaya koyar. "Deney" terimi, onda elbette, açık seçik bir biçimde tanımlanmış amaçlı bir laboratuvar tekniğine işaret eden modern anlamından ziyade, dikkatli ve ince eleyip sık dokuyan bir gözlemleme, tanımlama ve sınıflama sürecini ifade eder. Gerçekten de Albertus'un botanik ve zooloji üzerine olan eserlerinde, onun deneyimi bir doğruluk ölçütü olarak gördüğünü, sadece deneyimin bireysel varolanla ilgili güvenilir zemini meydana getirdiği kanaatinde olduğunu ortaya koyan pek çok pasaj vardır. Onun kitaplarında, nitekim şöylesi ifadeler yer alır: "Bunu sınadım", "Şuna tanıklık ettim", "Ben ve meslektaşlarım şunu deneyimledik", "Bunu hiç tecrübe etmedim", "Eskilerin bu konuda yazmış olduklarını, onların iddiaları deneyimle uyuşmadığı için, bir tarafa bırakıyoruz". Albertus bu tutumun dini bakış açısına hiçbir şekilde ters düşmediği kanaatindedir. Söz gelimi, bazı insanlar tufanı, diğer nedenleri hiçbir şekilde araştırmadan, doğrudan doğruya İlâhî irâdeye bağlarlar. Oysa, Albertus da olayı İlahî irâdeye yüklemekle birlikte, bir yandan da Tanrı'nın fenomenler dünyasında hüküm süren doğal nedenler aracılığıyla eylemde bulunduğunu savunur; İlâhî irâdeyi araştırmaya hiç kalkışmadan, tanrısal âletler olduğunu düşündüğü doğal nedenleri araştırmak bakımından kendisini tamamen özgür hisseder.​
On üçüncü yüzyılın önemli ölçüde nominalist ve empirisist bakış açısını özümsemiş gibi görünen Albertus'un özellikle hayvanlar üzerine olan eserlerinde, biraz daha modern anlamda deneylerle karşılaşırız. Hatta onun Liber de Alchima [Simya Üzerine Kitap] adlı eserinde daha bile teknik bir işlemler kümesi ve metodoloji ortaya konur. Fizikten ziyade sihir alanına yakın olduğunu düşündüğü bir konuyu ele alırken, Albertus, simyacının deneyindeki çeşitli evreleri hayata geçirmenin uygun düzenini olduğu kadar, onun araştırmalarını hangi koşullar altında sürdürmesi gerektiğini açıklamak suretiyle belli bir laboratuvar tekniği bilgisine sahip olduğunu gözler önüne serer.​

Yeryüzündeki olayların ilk nedenlerinin bir şekilde göksel fenomenlere bağlı olduğu fikri, onun düşüncesinde, sorgusuz sualsiz benimsemiş olduğu Aristotelesçi-Batlamyusçu evren görüşünün bir parçası olarak varolur. Dört öğe kuramı onda da gökyüzüne erişen nedensel bîr bağ ve göksel cisimlerin ayrı bir beşinci öğeden oluştuğu düşüncesiyle tamamlanır. Birbirlerine nedensel bir ilişkiyle bağlanmış kendiliklerden oluşan evrenle ilgili astronomik bir görüş, bu ilişkileri anlamaya yönelik astrolojik bir teşebbüsün doğuşuna yol açar. Dolayısıyla, Albertus'un karşı karşıya kaldığı en önemli problem, yıldızların, gezegenlerin ve yeryüzündeki cisimlerin doğal nedenselliğini insanın iradî, özgür nedenselliğiyle bağdaştırma problemi olmuştur. Doğal, fizikî nedenselliğin hareket ve temas anlamına geldiği bir evrende, âlem ilk varoluşları ve hareketleri Tanrı tarafından yaratılıp korunan ortak merkezli bir dizi küreden oluşur. İşte bu, yeryüzünde, yegâne değişimleri yer değiştirme hareketinden oluşan göksel cisimlerin araçsallığı yoluyla vuku bulan gözlemlenebilir değişme, okış, yokoluş ve hareketi açıklar. İnsanın bedeni bile bu nedensel etkiye tâbi iken, onun ruhu sadece Tanrı'dan gelir; insan akli ve irâdesi, işte bundan dolayı özgürdür. Ancak yine de, insan, doğal olayların ne zaman kendisinin bir eylemi özgürce başlatması için en elverişli olduğunu keşfetmek amacıyla göksel hareketlere başvurabilir. Demek ki, astroloji insan eyleminin, nedenleri ile değil, fakat koşulları ile ilgilidir. Albertus'un astronomiyle ilgili görüşleri, açıklıkla görüleceği üzere, onun bir bütün olarak evrene ve nedenlerine ilişkin metafizik görüşüne sıkı sıkıya bağlıdır.​
Filozofluğu
Albertus'un felsefe bakımından esas önemi, onun özgür bir düşünür olarak değil, fakat bir Hıristiyan âlimi olarak başardıklarına dayanır. Albertus'un karşı karşıya kaldığı problem, onun zamanın Latin dünyasına ortak olan, yeni yeni keşfedilmekte, çevrilmekte ve Bati düşüncesine dahil edilmekte olan pagan Grek ve Arap bilimi ve felsefesiyle Hıristiyana uygun düşecek bir tarzda baş etmekti. Yeni öğretileri yalın bir biçimde eleştirmek yerine, Albertus, Robert Grosseteste ve Roger Bacon gibi adamlarla birlikte, bu yeni bilgilerle Hıristiyan öğretimin bir sentezini yapma hareketine önderlik etti. Ancak Albertus'un nihaî amacı sentez olmakla birlikle, onun yazıları seküler bilginin öncelikle kullanılmak amacıyla elde edilmesi gerektiğini, bilimsel bilgi ve felsefenin kendi içlerinde iyi olduklarını ve Hıristiyanların bu bilgiden asla çok fazlasını kazanamayacaklarını öğretir. Albertus, yine de bilimsel bilginin kazanılması ile felsefi bilginin kazanılmasını karşı karşıya getirir; bunlardan birincisi, ona göre doğayla ilgili deneyimlerden ve doğanın gözlemlenmesinden elde edilir, oysa felsefe kitaplardan öğrenilir. Albertus şu halde, esas itibariyle, filozoflar tarafından ifade edilmiş olan düşüncelerin sistematik bir biçimde düzenlenmesi ve yorumlanması işini başarmış biridir; Albertus'un eserleri, işte bundan dolayı, onun Hristiyan mirasının dünya görüşüyle karışmış Grek ve Arap düşüncesiyle ilgili devasa bir kaynak kitabı temsil eder.​
Buna göre, onda gerçekliğin, düşünce düzenine koşut olan, yapısıyla ilgili bir görüş bulmaktayız. Varlık "ilk yaratılan" ve "ilk bilinen"dir. "Varlık" (eus), İlahî nedenselliğin gerçek ve uygun sonucu, somutta, bütün yaratılmış kendiliklerde bir bileşim meydana getiren ayrı, özsel ilkeler tarafından bir sonuç olma anlamında yaratılmıştır. Albertus bu bileşimi açıklamak için Boethius'un yardımına başvurur. Var olan (id quod est) özünden (esse quo est) başka olan, onu bundan sonra sınırlayan ve belirleyen ilkelerden (aliqind esse) farklı olandır. Varlık (ens), kendisinden hareketle ulaşılan başka bir soyutlamanın en basit kavramı olma anlamında, "ilk bilinen"dir. Analiz eden akil (intellectus resolvens) varlık kavramında durur, çünkü, şu ya da bu varlık kavramı değil de, sadece varlık kavramı soyutlamanın sınırını temsil eder. Fakat bu soyutlama, yaratılmış varlıkla ilgili olduğu için, halâ iki yönlü bir bileşim ihtiva eder; (a) varlık ve ona ek olarak yaratıcıyla ilişki, (b) varlık ve ona ek olarak, tikel varlıklar bağlamında, yeni belirlenim ilişkileri. Bundan dolayıdır ki, gerçekten ve bütünüyle basit yegâne varlık kavramı, onun nedeni olarak, bu soyutlanmış varlığın ötesinde kalır; bu da ilk varlık, ya da Tanrı'dır. Tanrı'da hiçbir bileşim, hiçbir karışım yoktur, var olan öz olup, Tanrı hakkında söylenebilen başka her şey onunla özdeşleşir.​
Albertus, soyutlamaya ilişkin tartışmasında, Aristoteles'i, müslüman yorumcuları aracılığıyla Augustinus'a bağlar. Faal ve mümkün akıllar veya entelektüel güçler ayırımını koruyan Albertus, İbn Rüşd'e karşı, bu güçlerin bütün insanlar için ayni olmadığına, fakat her insanın kendi ruhunda faal ve mümkün akli olduğuna karar verir ve İbn Sina'nın ayrı etkin akılını, Augustinus'un ayrı faal aklın, ışığı insanın etkin aklını güçlendiren Tanrı olduğu şeklindeki görüşüne başvurarak değişime uğratır. İbni Sina'nın yine belli bir sınırlama getirilip değişime uğratılmış "ortak doğa" fikri Albertus'un öğretisini tamamlamasına yardımcı olur: Doğaların, buna göre (a) İlahî idealar (ante rem), (b) şeylerin, madde tarafından bireyselleştirildikleri, türleri (in re) ve nihayet (c) bir çok şeye uygulanabildikleri için soyutlanmış ve tümellikleri tanınmış (post rem) şeyler olarak varoluşlarından söz edilebilir.​
Bütün bir evren, Albertus'ta Tanrı'dan başlayıp maddeye kadar uzanan düzenli ve hiyerarşik bir yapı ya da ardışıklık süreci tarafından temsil edilir. Plotİnos'tan ilham aldığı besbelli olan Liber de Caıtsis adli yorumunda, o, çağrışım veya yananlamları zorunluluk ve panteizmden izler ihtiva eden emanatio (türüm) ve fluxns (akış) gibi kavramları kullansa da, bu terimlere Hıristiyanlığa uygun bir anlam yükler. Liber de Causis'de varlığı "yaratılmış şeylerin ilki" diye betimler ve Albertus, gerek burada gerekse ondan daha sonra kaleme alınmış bir eser olan Summa Theologiae'de hiçten özgürce yaratma öğretisini öne sürmekten geri durmaz. Ona göre dünyanın ezelî olmadığı kanıtlanamaz, fakat Tanrı tarafından vahyedilmiş bir şey olarak kabul edilir. Aristoteles dünyanın ezelîliği ve ebedîliğini kanıtlamış olduğunu düşünüyordu; ama onun yapabilmiş olduğu en iyi şey, hiçten yaratılış düşüncesinden habersiz olduğu için, dünyanın önceden beri varolmakta olan maddeden varlığa gelemeyeceğini göstermek oldu.​
İnsan bedeni varlığını son tahlilde, evrende veya bütünde iş başında olan ayni evrensel ilkelere borçlu olsa da, insan ruhu doğrudan doğruya Tanrı tarafından yaratılmıştır. Albertus bileşik insan varlığını açıklamaya ve bu arada Platon'un ruh tanımını Aristoteles'in ruh tanımıyla bağdaştırmaya, bir kez daha İbni Sina'nın bir formülünü kullanarak çalışır. Kendinde, ve özsel olarak ruh, cisimsel olmayan bir tözdür; ama ruh işlemsel açıdan, bedenin can veren formu olarak işlev görür. Buna göre, "ruh" (anima) adı, özünden değil, fakat, söz konusu öz açısından "arızî" olan, bedenin formu olarak işlevinden veya gerçekleştirdiği işlemden türetilir. Öte yandan, ruh kendi içinde bir töz olduğundan, ölümsüzdür, ona bağımlı olmadığı için, varlığını bedenin ölümünden sonra da sürdürür. Bundan dolayı, ruhun bedende olduğunu söylemek yerine, Albertus'a göre, bedenin ruhta olduğunu (yani, ruhun varoluşundan pay aldığını) söylememiz gerekir.​
Albertus Magnus, Opera Omnia (ed. A. Borgnet), Paris, 38 vols, 1890-1899.​
E. Gilson, A History of Christian Philosophy in the Middle Ages, New York, 1955, pp. 277-294, 666-673.​
L. de Raeymaeker, "Albert le Grand, Philosophe, Les Lignes fondamentales de son syst&me metaphysique'', Revue neoscliolastique de Philosophie, 35 (1933), pp. 5-36.​
T. M. Schwertner, St. Albert the Great, New York, 1932.​
L. Thorndike, A History of Magic and Experimental Science, Vol U. New York, 1923, pp. 517-592.​
Ayrıca bkz., ASTRONOMİ, BİLİM TARİHİ, DENEYİMCİLİK, GROSSETESTE, İBN SİNA, İSLAM FELSEFESİ, SKOLASTİSİZM, TÜMELLER KAVGASI.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
*****​
Albertus Magnus (1200-1280) ünlü bir Orta Çağ teoloğu ve felsefecisidir. Daha sonra Roma Katolik Kilisesi’ne yaptığı katkılar nedeniyle aziz ilan edilecektir. Bilimsel saygınlığı ise adı tarihinin en büyük şarlatanlıklarından birine karıştığı için zarar görmüştür. Ne yazık ki ömrünün önemli bir bölümünü, maddeleri altına dönüştürdüğüne inanılan felsefe taşının arayışı içerisinde geçirmiştir.​
Efsaneye göre Albertus, ömrünün sonlarına doğru felsefe taşının sırrını keşfetmiş ve bunu ölüm döşeğinde hamisi Aquinalı Thomas’a (1225-1274) söylemişti. Gerçekte böyle bir olay hiç gerçekleşmemiştir. Çünkü Thomas, Albertus’tan önce ölmüştür. Ne var ki bu gerçeğin üstü, Albertus’un ünü ile örtülmüştür.​
Gerçekte Albertus çağının en devrimci düşünürlerinden biriydi. Aklın ve dinin uzlaşabileceğini savunması, modern bilimin gelişimine katkı sağladı. Çağdaşı Roger Bacon (1214-1292) gibi bilimsel araştırmayı savundu. Botanik, fizyoloji, astronomi, coğrafya ve kimya alanlarında çalışmalar yaptı. Şöyle yazıyordu: “Doğa bilimlerinin amacı, başkalarının tezlerini tekrarlamak değildir. Yapılması gereken, doğal olayların nedenlerini araştırmaktır.”​
Albertus Almanya’da doğmuş ve İtalya’daki Padova Üniversitesi’nde eğitim görmüştü. 1223 yılında Dominiken tarikatine katıldı. Almanya’da pek çok okulda ders verdi. Daha sonra Paris Üniversitesi’ne gitti. Burada genç Thomas’ın da içinde bulunduğu pek çok öğrencisi olacaktı. Albertus derslerinde, Aristo (MÖ 384-322) gibi Yunan düşünürlerini öğrencilerine tanıttı.​
Albertus kilise politikasının da önemli bir unsuruydu. Bavaria’daki bir şehir olan Regensburg’ta üç yıl boyunca piskoposluk yapmıştı. Başarısız olan 1270 yılındaki 8. Haçlı Seferi’nin organize edilmesine yardım etti. Avrupa’nın en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul edildi. 1280 yılında Köln’de öldü.​
Ek Bilgiler​
1- Latince “magnus” büyük anlamına gelmektedir. Bu unvan Albertus’a teolojik bilgisi nedeniyle verilmiştir. İngilizce “Albert The Great” olarak da anılmaktadır.​
2- Felsefe taşını yaratamasa da Albertus arseniği keşfetmiştir. 1250 yılında zehirli metali izole etmeyi başarmıştır.​
3- Albertus Papa 11. Pius (1857-1939) tarafından 1931 yılında aziz ilan edilmiştir. Öğrencilerin, bilim adamlarının ve Ohio’daki Cincinnati şehrinin koruyucu azizidir.​
 
Moderatörün son düzenlenenleri:

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst