1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Akademik Özgürlük ilk ve temel anlamı içinde, akademide görev yapan hoca ve araştırmacıların hakikati veya doğruları, sadece bilimin evrensel ilkelerine bağlı kalarak ve akademideki üstlerinin veya akademi dışındaki otoritelerin etkisi, baskısı veya tehditi olmaksızın, tamamen anladıkları, araştırdıkları ve yorumladıkları şekilde yazma, ifade etme veya öğretme talebini veya hakkını tanımlar. Akademik özgürlüğün, akademi meşruiyetini başkaca şeyler yanında, esas faaliyetlerini teşvik etmek, geliştirmek ve korumak için varolduğu akademisyenlerin sunduğu hizmetten aldığı için, birincisine bağlı olmakla veya onun türevi birlikte, ondan biraz da müstakil olan ikinci bir anlamı da, bir yüksek öğrenim veya araştırma kurumunun, kendi politika ve uygulamalarını, kendisinin dışındaki güç veya faillerin etkisine, yönlendirmesine bağlı kalmadan belirleme sorumluluğunu ve serbestisin! ifade eder.​
Akademik özgürlük bir şekilde fikir özgürlüğü düşüncesinin bir ürünü, hatta doruk noktası olduğu, düşünce ise şöyle ya da böyle kabul görmüş inançları, yerleşik eylem ve yaşam tarzlarını sorgulamayı gerektirdiği ya da en azından ihtiva ettiği, ve dolayısıyla, her zaman yürürlükteki düşüncelerin, yerleşik alışkanlıkların potansiyel bir düşmanı olduğu için, onun tarihinin ilk bakışta çok gerilere uzanması, entelektüel özgürlük talebinin düşünürün dini gelenek veya politik otoriteyle karşı karşıya geldiği zamana kadar geri gitmesi gerekir. Gerçekten de, akademik özgürlük, söz konusu nispeten gevşek anlamı içinde, milattan önce beşinci yüzyıl Atina'sında mevcut politik iktidar tarafından susturulmak istenen antik Yunan düşünürü Sokrates'e kadar geri gider. Çünkü "gençleri baştan çıkarma ve kentin tanrılarına inanmama" suçlamasıyla mahkemeye verilen ve argümanın ya da düşüncenin, kendisini götürebildiği son noktaya kadar takipçisi olmayı en temel ilke olarak benimsemiş olan Sokrales'in entelektüel özgürlük talebi, bir yandan da öğretme özgürlüğü hakkını ihtiva etmekteydi ve o bu talebini, hem tanrıların kendisine yüklediği bir ödev, hem de kendisinin devlete verdiği önemli bir hizmet olarak yorumlayıp meşrulaştırmıştı.​
Düşünce özgürlüğünün daha özel bir şekli olarak akademik özgürlük, bununla birlikte, kendisi onu destekleyen, finanse eden özel veya kamusal güçlerin denetimine tâbi olurken, bireysel üyelerine şöyle ya da böyle belli bir denetim uygulayan akademi veya üniversitenin, böyle bir kurumda örgütlenmiş hoca veya akademisyenler grubunun varlığını öngörür. Dolayısıyla, akademik özgürlüğün tarihî, en erken üniversitenin Batı'daki kuruluş tarihi olan on üçüncü yüzyıla geri gidebilir. Fakat, Ortaçağda üniversitelerin özellikle ilk kuruluş yıllarında, entelektüel hayatın merkezî olmanın kuruma sağladığı prestij, onların kendi kendilerini disipline etme kapasiteleri ve nihayet, devlet ile kilisede görev yapan, bu üniversitelerden yetişmiş önemli şahsiyetlere gösterilen sadaka l sayesinde, özerkliklerini başarıyla korudukları söylenebilir. Ancak on üçüncü yüzyılın ikinci yarısından itibaren, kilisenin resmî öğretisinin giderek artan bir biçimde katılaşması, sapkınları cezalandırmak amacıyla engizisyonun ortaya çıkışıyla birlikte, felsefe ve teolojide yeni düşüncelerin savunucuları her zamankinden biraz daha şüpheli hale gelirken, üniversiteler özerkliklerini, hocalar da bireysel özgürlüklerini yavaş yavaş yitirme durumuna gelmiştir. Bunu takip eden üç yüzyıllık süreç boyunca, önce Rönesans'ta antik bilgeliğin keşfi ve bilimsel araştırmanın canlanması, Hıristiyanlığın tinsel birliğinin reformasvon ve karşı-reformasyon hareketiyle ikiye bölünmesi, düşünür ya da araştırmacı ile kilise arasındaki muhtemel çatışma alanını alabildiğine genişletmiştir. İşte akademik özgürlük on altıncı yüzyılda söz konusu dini ve politik çatışmalardan doğmuştur. Onun temel bir talep, olmazsa olmaz bir özgürlük olarak ilk kez yeni kurulmuş olan Leiden, Helmstadt ve Heidelberg üniversiteleri tarafından açıkça ifade edildiği söylenebilir.​
Akademik özgürlük bu dönemde, en büyük desteği, yeni bilimin giderek artan prestijinden, bilimin büyük yararına beslenen koşulsuz inançtan almıştır. Özellikle modern bilim ideolojisini büyük bir güçle ifade eden Francis Bacon, kişisel önyargılardan, dini ve skolastik dogmalardan, felsefi putlardan arındırılacak deneysel bilimin insanın doğa karşısındaki geleneksel mahkûmiyetini ortadan kaldırıp, onun üzerinde mutlak bir güç temin etmesini sağlayacağını, insanoğluna açlık, yoksulluk ve hastalık gibi eski düşmanlar karşısında sınırsız bir yardım sağlayacağını büyük bir güçle öne sürmüştür. On yedi ve on sekizinci yüzyıllarda Aydınlanmanın da büyük etkisiyle güç kazanan bu bilim ideolojisinin bir sonucu olarak, bir süre için İngiltere'deki Rovnl Society, Almanya ve Fransa'daki Bilim Akademileri ve Amerika'daki Felsefe Topluluğu benzeri üniversiter olmayan kurumlara sığınan bilimsel araştırma, bu tür bir araştırmanın gerektirdiği özgürlükle birlikte geri dönmüştür.​
Yeniçağ'da akademik özgürlüğün isler istemez kabul edilmesine yol açan ikinci önemli etki, modern felsefenin, biraz da fiilî bir durum olarak, bilgi problemiyle amansızca boğuşmak zorunda kalması olgusu olmuştur. Gerçekten de, bilgi problemi ve bilimsel araştırmanın metodolojisi üzerinde modem dönemde gerçekleştirilen felsefi düşünüm, açıkça göstermiştir ki, hakikate erişme, bilimsel doğruları keşfetme en yüksek düzeyden profesyonel bir uzmanlığı gerektirmekte olup, hakikat iddiası sürekli olarak sorgulanmaya, ve, bilgide ilerleme kaydedildikçe, giderek daha karmaşıklaşan ve teknikleşen nesnel süreçler tarafından doğrulanmaya muhtaçtır. Uzun inceleme ve sınamaların ardından bile, hakikat iddiasına, ancak yüksek derecede bir olasılık statüsü verilebilir ve o eleştiriden hiçbir şekilde muaf tutulamaz. İşte bu durum, birbirleriyle karşılıklı eleştiri yoluyla işbirliği içinde olan, yeni üyelerini sıkı ve sistematik bir eğitim sürecinden geçirerek seçen bir akademisyenler, araştırmacılar veya bilim adamları cemaatini âdeta kaçınılmaz olarak talep etmiştir. Nitekim, bu türden talepler, salt profesyonellik ruhuyla hareket eden ve kendilerinin dışındaki uzman olmayan otoritelerin etkinliklerini denetleme veya ulaştıkları sonuçları yargılama teşebbüslerine şiddetle karşı çıkan bir bilim cemaati veya bilim adamları topluluğunun doğuşunu, on dokuzuncu yüzyıldan itibaren hızlandırmıştır.​
Akademik özgürlüğün bir bütün olarak hayata geçirilmesi sürecinde, özellikle Bati açısından, nihayet, Yeniçağın, bir kez daha Aydınlanmanın eseri olduğunu söyleyebileceğimiz, ulus devletinde geleneksel kurumların, eski hayat tarzları ve alışkanlıkların baskı, tehdit ve sınırlamalarını ortadan kaldırmayı ve teşebbüs hürriyetinin önünü açmayı amaçlayan genel liberalleştirme yönelimi oldukça etkili olmuştur. Nitekim, İktisadî liberalizm akademik özgürlük için de çok işe yarayan düşüncelerle serbest pazar metaforunu temin etmiş ve akademik tartışmada fikir alış-verişi, modern iktisat için hayatî öneme haiz bir ilkenin akademik paraleli, entelektüel muadili olup çıkmıştır.​
Bütün bunlar oldukça önemli olmakla birlikte, akademik özgürlüğü temellendirme için yeterli olmaktan uzaktırlar. Başka bir devişle, akademik özgürlük fikir hürriyetinin birtakım doğal sonuçlarından, sıradan vatandaş için hiç söz konusu olmayan, bir bağışıklığa sahip olduğu için, onun açık veya liberal bir toplumun tüm yurttaşları için söz konusu olması gereken düşünce ve ifade özgürlüğüne dayandırılarak meşrulaştırılması pek tatmin edici olmaz. Buna göre, yerleşik kalıplara, alışılmış kanaat ya da fikirlere aykırı düşünceler geliştiren ortalama yurttaş bir tüccar veya avukat ise müşterilerini, hekim ise hastalarını, gazetenin köşe yazarıysa okuyucularını kaybedebilir. Bunlar akademisyen veya bilim adamı için de bir ölçüye kadar geçerli olabilmekle birlikte, o bütün bu sonuçların en kötüsü olan işini kaybetme tehlikesinden büyük ölçüde bağışıktır. İşte bundan dolayı, akademik özgürlüğün meşrulaştırılması, üniversite profesörünün kendine özgü işlevi ve karakteri yoluyla olmak durumundadır. Üniversite hocasının görevi bilgiyi ortaya çıkarmak, bilginin keşfine ve yayılmasına önderlik etmektir; zaten üniversitelerin son iki yüz yıl içinde hızla çoğalması ve gücünün giderek artması akademisyenin işlevine yüklenen önemi doğrulamaktadır. Üniversite profesörünün bu işlevi gerçekleştirmesi, onun araştırmasının kapsamı dini, ekonomik veya politik baskılarla daraltıldığı, ulaştığı sonuçları başkalarına serbestçe iletmesi engellendiği veya o, gerçek veya samimî görüş ya da kanaatlerini güçlü önyargılar veya bilim dünyasına bütünüyle yabancı kişisel çıkarlar nedeniyle değiştirmek zorunda bırakıldığı takdirde, önlenmiş veya engellenmiş, onun topluma temin edeceği fayda da azaltılmış olur. Dolayısıyla, kendi refahına ve zenginliğine bel bağlayan, ilerlemesine ve istikrarına inanan bir toplumun, bilginin gelişimine bağlı bir toplum olup, onun üniversitelerini işte bu amaçla kurduğu söylenebilir. Böyle bir toplum üniversitesine, özünü gerçekleştirmek ve işlevini yerine getirmek durumundaysa eğer, sahip olması gereken özgürlüğü tanımadığı takdirde, kendisiyle açıkça çelişkiye düşmüş bir toplum olur. Demek ki, akademik özgürlük üniversite profesörü veya akademisyen için değil, fakat akademisyenin içinde yaşadığı toplum, ve en nihayetinde de bütün bir insanlığın çıkarı için olmalıdır.​
Bununla birlikte, bu elbette, üniversite profesörünün kendisinin üzerindeki hiçbir güç tarafından kontrol edilemeyeceği anlamına gelmez. Çünkü bütün diğer insanlar gibi, o da hata yapabilir; ama onun bir hoca veya araştırmacı olarak yaptığı hatalar, başkaları tarafından değil, fakat sadece onunkine benzer bir uzmanlığa ve özgürlüğe sahip diğer araştırmacılar tarafından tashih edilebilir. Onun kullandığı yöntem ve ulaştığı sonuçlar, bilimin ve bilimsel gelişmenin bizatihi kendi doğasının gereği, her zaman değerlendirmeye, yoruma ve eleştiriye açık olmak durumundadır. Gerçekten de bilim adamının ulaştığı sonuçlar güven içinde ancak, onun kullandığı yöntemleri eleştirebilen, atladığı delilleri ortaya çıkarabilen ve alternatif teoriler öne sürebilen başka bilim adamlarının özgürlüğü sayesinde, kabul edilip kullanılabilir. Başka bir deyişle, akademik özgürlüğün panzehiri, tıpkı diğer özgürlüklerde olduğu gibi, sadece ve sadece özgürlük olabilir. Bu, öte yandan, akademisyenin üretmeme, hakikatin peşinden koşmama, bilimi kullanarak menfaat temin etme özgürlüğüne sahip olduğu anlamına da gelmez. Fakat özgürlüğün istismarı, sadece kişisel ve sosyal değerlere değil, ama bilimsel değerlere de ihanet anlamına gelir ve bunun yegâne çaresi, ilgili toplum ya da kurumlarda akademik geleneğin, bilimsel teammüllerin güçlendirilmesidir.​
Yirminci yüzyıla gelindiğinde, dünya genelinde akademik özgürlüğün önündeki en önemli engelleri oluşturan ekonomik baskı ile dini ve politik çatışma faktörlerinden dini faktör, birkaç istisna hariç, önemli ölçüde ortadan kalkmış durumdadır. Ekonomik baskı veya engel söz konusu olduğunda, akademik özgürlük için iki ayrı olumsuzluktan söz edilebilir. Akademisyenlerin veya üniversite profesörlerinin iş güvenliğine sahip olduğu ülkelerde, olumsuzluk araştırmacıların belli birtakım ünvanları kazandıktan sonra, yeterince çalışmamayı veya üretmemeyi tercih edebilmeleri, sahip olmadığı yerlerde ise düzenle tamamen birleşerek köle gibi çalışmak zorunda kalmalarıdır. Politik faktör açısından ise, en büyük olumsuzluk, özellikle sosyal bilimler söz konusu olduğunda, yakın zamana kadar başta Doğu Bloku ülkeleri, halen de birçok gelişmekte olan ülke olmak üzere, akademinin veya üniversite hocalarının resmî ideolojinin cenderesinden kurtulamamalıdır. Akademik özgürlüğe bir şekilde zarar veren bu üç faktörden üçü de, üniversite geleneği yeterince güçlenmemiş olan Türkiye'de yirminci yüzyılda alabildiğine etkili olmuştur; buna rağmen ağır basanın yine de politik faktör olduğu söylenebilir. Nitekim, Türkiye'de yaklaşık üç çeyrek yüzyıl içinde, siyasî iktidar tarafından akademiye üç ağır müdahalede bulunulmuş ve bu müdahaleler, ya akademik geleneğin güçlü olmaması ve dolayısıyla, üniversitenin karşı koyacak gücü bulamaması, ya da üniversitenin böyle bir müdahaleyi, o kendi bilimsel bilgi üretme aslî görevinin yerine, muhtemelen aslî görevini layıkıyla yapamadığı için, rejimin bekçiliğini yapma ödevini ikame ettiğinden meşru sayması nedeniyle, başarıya ulaşmıştır.​
R. Kirk, Academic Freedom: An Essay in Definiton, Clricago, Regnery Press, 1955.​
P. Lazarsfold W. Thielens, The Academic Mind: Social Scientists in a Time of Crisis, Glencoe, Columbia University Press, vol. 3, 195S.​
G. R. Morrow, "Academic Freedom", The Encyclopedia of Social Sciences, vol. I, pp. 4-9.​
R. M. Maclver, Academic Freedom in onr Times, New York, Columbia University Press, 1955.​
Ayrıca bkz., AÇIK TOPLUM, AYDINLANMA, BİLİMCİLİK, BİLİMSEL DEVRİM, DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ, İLERLEME, İNSAN HAKLARI, LİBERALİZM, ÖZGÜRLÜK, SOKRATES, ÜNİVERSİTE​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst