1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
En genel anlamda, açıklama, bir olgunun, bir olayın neden öyle olduğunu anlama işidir. Açıklama kuramı ile açıklamanın doğasına ilişkin kuram ayırımı Yunanlılara kadar geri gider. Örneğin Thales, Empedokles, Anaxagoras ve diğerleri doğal olguları açıklamaya çalışırken, Plato, İdealar kuramıyla hem şeylerin sistematik açıklamasını hem de açıklamanın epistemolojisini kurmayı amaçlar. Bununla birlikte nedenselliğin doğasını, neyin, neye neden olduğunu açıkça ilk soruşturan Aristoteles, bir olgunun açıklanmasının, o olgunun dayandığı dört nedenin açıklanmasını gerektirdiğini söyler. Formel neden; bir şeyin biçimini borçlu olduğu nedendir. Maddî neden; bir şeyin yapıldığı maddedir. Fail neden; bir şeyi yapılmasını sağlan şeydir. Ereksel neden; bir şeyin yapılmasındaki amaçtır.​
Ortaçağ filozofları genellikle Aristoteles'in açıklama anlayışını izlediler. Aristoteles'in ereksel neden kavramı, özellikle Ortaçağın dinsel teolojisi için oldukça elverişli bir kavramsal çerçeve oluşturmuştur. Teleolojik açıklama temel olarak olayları, olguları, şeyleri, özellikleri onların amaçlarına, bir bütünün ya da sistemin içindeki yerlerine, işlevlerine bakarak açıklama çabasıdır. Teleolojik açıklama, açıklamanın doğasıyla ilgili bir yaklaşımdır. Örneğin Platon'un, şeyleri idealârına (İyiye) ulaşma çabalarıyla açıklayan yaklaşımı, Aristoteles'in, şeyleri onların ereksel nedenine göre açıklama yaklaşımı, açıklamanın doğasıyla ilgili yaklaşım ya da teoriler olmak durumundadır. Ortaçağ filozofları, şeyler arasındaki düzenlilik, nedensellik gibi ilişkileri açıklamada, salt ri açıklamada, salt gözleme, neden-sonuca dayanan açıklamaların yeterli olmadığını savundular. Örneğin, güneş ışığının canlıların yaşamasını sağladığını pek çok gözlem, neden göstererek açıklayabiliriz, ama bütün bunların niye böyle olduğunu, bu düzenliliğin kendisini açıklamış olmayız. Ortaçağ filozofları bütün bu düzenlilikleri, durumların üstün bir yaratıcı tarafından belirli bir erek için tasarlandığını ileri sürerek açıkladılar. Dolayısıyla şeyleri bu erekselliği içerisinde, bu erekselliği yerine getirme surecinde ele alıp açıklamaya çalıştılar, Ortaçağ filozoflarının zaman kavramı, tarih kavramı da bu ereksel açıklama anlayışına bağlı olarak gelişmiştir.​
Bütün teleolojik açıklama biçimleri üstün bir yaratıcının varoluşu varsaymazlar. Örneğin biyolojik açıklama, ekonomik açıklama gibi açıklama biçimlerinde üstün bir yaratıcıya başvurmayan teleleolojik açıklama biçimleri vardır. Bu tür teleolojik açıklama biçimleri genellikle açıklanacak şeyin işlevselliği ile sebeplerini (aetiologic) bir arada göz önüne alır. Bir organizmanın işlevini ele aldığımızda, o organizmanin bir alt parçası, o organizmanın bütün içindeki işlevine bağlı olarak açıklanır. Örneğin, kan dolaşımı sisteminin bir alt parçası olarak kalbin işlevi, kan dolaşımını sağlamaya yardımcı olmaktır. Ancak işlevsel açıklama tek başına bir özelliğin neden bulunduğunu açıklamaya yetmez. Örneğin, biyolojideki doğal ayıklanma açıklaması, bir yandan genetik aktarım yoluyla özelliklerin bir kuşaktan diğerine geçtiğini, öte yandan ayıklanma yoluyla belirli özellikleri gösteren canlıların, göstermeyenlere oranla yaşamda kalma şanslarının yüksek olduğunu dile getiren iki sebebi göz önünde bulundurur. Teleolojik açıklama, sosyoloji (sosyo-biyoloji), ekonomi, antropoloji, bilim felsefesi alanlarındaki biçimleri, şu ya da bu şekilde bu mekanizmalara benzer mekanizmaları varsayarlar.​
Tarihsel olarak teleolojik açıklamayı bilimsel açıklamadan kesin bir biçimde ayırmaya çalışan ilk kişi Francis Bacon olmuştur. Bacon olguların gözlemlenebilir özellikleri arasındaki güçlü ilişkileri bir yasa gibi ele almaktaydı. Bir yasanın açıklama kapsamı arttıkça kesinliğinin de artacağını gözeterek yasalar arasında bir hiyerarşinin bulunduğunu varsaydı.​
Hume ise, olgular arasında bir düzenlilik ilişkisi, bir neden-sonuç ilişkisi olduğunu ve zihnimizde olgular arasında bir zorunluluk ilişkisi kurduğumuzu belirtmekteydi. Ancak, Hume olgular arasında kurduğumuz bu zorunluluk ilişkisinin mantıksal zorunluluk olmadığını ileri sürmüştür. Bir olgunun ortaya çıkmasını belirten bir önerme (Ö) ile o olguyu izleyecek olgunun ortaya çıkacağını belirten bir önerme (S) arasında mantıksal bir zorunluluk kurulamaz. Neden ile sonuç olduğuna inandığımız iki olguyu ne kadar yakından incelersek inceleyelim, ne kadar çözümlersek çözümleyelim, kesinlikle aralarında herhangi bir zorunlu ilişki kuramayız. Hume'a göre zorunluluk kavramı (ideası) gözlemden çıkmaz. Gözlem bize ancak bir olgunun düzenli olarak bir başka olguyu izlediğini gösterir.​
Hume, bu türlü nedensel yasaların yalnızca belirli bir gözlemlenebilir olgunun başka bir gözlemlenebilir olguyu izlemesi dışında hiçbir şey olmadığını ileri sürerek, klâsik nedensellik anlayışını eleştirir. Bir gözlemlenebilir olgunun başka bir gözlemlenebilir olguyu izlemesinin zorunlu sanılmasına yol açan şeyin, bir olgunun ideası ile o olguyu izleyen başka bir olgunun ideasının zihnimizde kurduğumuz ilişkisinden başka bir şey değildir. Hume'a göre olgular arasında zorunluymuş gibi görünen ilişkiler, yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan alışkanlıklarımızın ötesinde bir şey değildir.​
Olguların açıklanmasını temele alan her türlü yaklaşım için, Hume'un geleneksel nedensel açıklama anlayışına yöneltiği bu eleştirinin ya da nedenselik ile zorunluluk arasında yaptığı ayırımın özel bir önemi vardır. Ancak, açıklama kavramı yirminci yüzyılda dil felsefesi ve bilim felsefesinin öne çıkmasıyla ayrı bir önem kazanmıştır. Bilim felsefesinde baskın olan mantıkçı pozitivizm yaklaşımı, modern mantığın gelişmiş teknik ve kavramlarına dayanarak kuramsal bilimin doğasını deneyimciliğin ilkeleri üzerinde rasyonelleştirmeye çalışmıştır. Mantıkçı pozitivistler Hume'un eleştirisini her türlü pozitivist açıklamanın rasyonalitesi için önemli bir tehdit olarak görüp, çözümüne uzun çaba harcadılar.​
Hemen hemen mantıkçı pozitivistlerin tümü, bilimsel açıklamanın bir olgunun düzenliliğini göstermek işi olduğunu kabul eder. Açıklamanın temel yapısının da dedüktif olduğu konusunda uzlaşırlar. Pozitivistler ayrıca bu dedüktif açıklama modelinin şu üç bilimsel açıklama alanında da uygulandığını ileri sürmektedirler: Olguların yasalar yoluyla, yasaların kuramlar yoluyla, kuramların da daha kapsayıcı kuramlar yoluyla açıklanması. Genel olarak "Covering Law" ya da "Deductive-Nomological" (D-N) modeli olarak bilinen bu açıklama biçiminin en önde gelen savunucusu C. G. Hempel'dir.​
Aristoteles'e kadar geri giden bir geleneği izleyen mantıkçı pozitivist açıklama anlayışına göre, bir olguyu açıklamak, o olguyu dile getiren önermenin (A), yasaları betimleyen bir önerme (Y) ile bilinen olguları betimleyen önermeden (K) elde edilmesidir. D-N açıklama modeli ya da Hempel açıklama modeli olarak bilinen bu açıklama modeli temel olarak şöyledir:​
Öncüller: Açıklayanlar: Yasalar (Genellemeler) , İlişkin Koşullar (Bilinen Olgular)
Sonuç: Açıklanan: Olgu​
Y temel yasaları, K ilişkin koşulları, A. da açıklanacak olguyu gösterir. Bu modelde gerekli olan yasa önermesi, "Eğer x olursa, y olacak" türünden koşullu önermedir. İlişkin koşullar ya da bilinen olguyu dile getiren önerme x'in olduğunu dile getirir. İlişkin koşul bize x'in olduğunu söyler. Bir yasa önermesi şu türden bir örneğe benzer. "Eğer bir insan belli bir süre oksijen almazsa ölür." İlişkin koşul "Bir insan belirli bir süre oksijen almadı" olabilir. Bu, o insanın neden öldüğünü açıklayacaktır.​
Dedüktif nitelikte olan bu açıklama biçiminde, açıklamanın kendisi bir mantıksal çıkarım olarak ele alınır. Bir açıklamanın yeterli olabilmesi, üçü mantıksal biri de olgusal olan dört koşula bağlıdır. Mantıksal koşullar: Birinci koşul, açıklananın, açıklayanların mantıksal sonucu olması gerektiğini bildirir. İkinci koşula göre, açıklayanlar arasında, açıklananın dedüktif olarak elde edilmesi için, en az bir yasa önermesinin (evrensel genelleme) olması gerekir. Üçüncü koşul, açıklayanların olgusal içerikli önermeleri içermesi gereğini ortaya koyar. Olgusal koşul olarak adlandırılan dördüncü koşula göre, açıklayanları oluşturan önermelerin, mantıksal olsun olgusal olsun, doğru olmaları gerekir.​
Bu genel açıklama şemasının iki özelliğini belirtmekte yarar vardır. Her şeyden önce, mantıkçı pozitivistlere göre bir olguyu açıklamak için, o olguya etki eden nedeni belirtmek yeterli değildir. Buna göre, birinin bir taş attığını belirtmek camın neden kırıldığını açıklamak için yeterli olmaz. Genel yasalardan, bilinen olgulardan tam olarak türetilmiş bir açıklama gerekmektedir. Açıklamalarda temel rolü yasalar, evrensel genel önermeler oynar, ikincileyin, mantıkçı pozitivistlere göre, açıklama ile kestirim arasında bir simetri vardır. Kestirim ile açıklamanın mantıksal yapıları benzerdir. Açıklama için gereken çıkarsama türü, olguyu kestirmede de kullanılır. Ayırım yalnızca zamanla ilgilidir. Kestirimler olgunun gerçekleşmesinden önce yapılırken, açıklamalar gerçekleşmiş olgular için yapılır. Ayırım mantıksal değil, yalnızca çıkarımın yönüyle ilgilidir. Açıklamada, açıklanacak olgudan ya da gözlemden yola çıkıp, bu olguyu ya da gözlemi ortaya çıkartan açıklayanlar bulununca, açıklama tamamlanır. Kestirimde ise, var olan ilk koşullar ile bu ilk koşulları başka bir olguyu ya da gözlemi bekleyişimizin dayanağı kılan genellemelerden yola çıkarız. Bu simetriyi sezgiye aykırı bulanlar olmuştur. Örneğin, Sylvain Bromberger açıklama ile kestirim arasında ileri sürülen simetri ilişkisine şu türden bir örnekle karşı çıkar:​
Y: Ne zaman barometrenin göstergesi hızla düşse, bir fırtına çıkıyor.​
K: Barometrenin göstergesi hızla düşüyor.​
A: Fırtına çıkıyor.​
Barometrenin göstergesinin hızla düşmesi bir fırtınanın çıkacağının güvenilir bir belirtisi olmasına karşın, barometrenin göstergesinin hızla düşmesinin fırtınanın çıkmasını açıkladığını söylemek sezgimize aykırıdır.​
Bazı durumlarda kestirim yapamayacağımız olguları açıklayabiliriz. Örneğin, olgudan sonra olgunun ilişkin koşullarıyla ilgili hiçbir bilgi olmaksızın trafik kazalarını açıklayabiliriz. Ya da trafik kazalarının ne zaman olabileceğini kestirecek yasalar geliştirebiliriz. Bir trafik kazasını bir trafik ışığı hatasına yükleyebiliriz, ancak kazanın ne zaman olacağına ilişkin, araçların hareketleriyle ilgili elde yeterli bilgimiz yoktur. Pozitivistler bu simetriyi, her şeye rağmen savunmakla birlikte, ne kazası olacağını belirlemek için yeterli bilgimiz olmaması durumunda, olguyu açıklamış olacağımız savını kabul etmezler. Oysa elimizde yeterli bilgi varsa eğer, hem belirli bir kazanın neden olduğunu bilebilir, hem de onu kestirebiliriz.​
Dedüktif açıklama modeli deterministik bir açıklama biçimidir: Yasa önermesinin ilişkin koşulları yerine getirildiğinde, bunu yasa önermesinin sonucu kaçınılmaz olarak izler. Bazı pozitivistler bu modeli olasılık yasalarını içerecek biçimde genişletmişlerdir. Inductive-Statistical (I-S) model olarak adlandırılan, bu açıklama biçiminin D-N açıklama biçiminden farkı, D-N açıklama biçiminde yasalar evrensel genellemeler iken, 1-S açıklama biçiminde yasanın yerini tutanların istatiksel genellemeler olmalarıdır. Olasılık yasalarına göre, belirli bir koşul kümesi verildiğinde belirli bir türden etkinin ortaya çıkma olasılığı vardır. Dedüktif açıklamadan farklı olarak, istatistiksel açıklamada açıklanan olgu önermesi (A) açıklayan önermelerden (Y, K) zorunlulukla çıkmaz, açıklanan olgu önermesinin çıkması, belirli olasılık içerir. Bu olasılık, yüzde olarak belirtilebileceği gibi, "yüksektir", "düşüktür", gibi nitelemelerle de belirtilebilir. Olasılığa göre, olan olguyu belirleyen kati bir dedüksiyon önermesinden değil, belirli bir türden olgunun olası olduğunu gösteren daha zayıf bir önermeden söz ederiz. Örneğin bir ilaç bir hastalığı çoğu kez tedavi edebilir, ama onun her zaman tedavi ettiğini söyleyemeyiz. Bu durumda istatistiksel ilişkilere bakıp, hastanın ilaç aldığını da göz önüne alarak bir yandan tedaviyi açıklarken, bir yandan da kestirim yapabiliriz. Hempel D-N modelinde, bir olgunun olma olasılığının yüksek olduğunu çıkarsayabileceğimiz açıklamaya izin verecek biçimde iyileştirme yapmayı önermiştir. Ancak bu yaklaşım, olasılığın ilişkin koşullan ile istatistiksel sıklığı yüksek olan olgular için uygulanabilir. Bu yaklaşıma göre, birbirini göreli olarak daha az sıklıkta izleyen olgular için, sigaranın kanserle olan ilişkisinde olduğu gibi, ne bir açıklama ne de kestirim yapabiliriz.​
Deterministik yasalar bağlamına yeniden dönersek, D-N açıklama modelinin çıkarım saydığı şey şudur: Açıklamada kullanılan yasalar doğruysalar eğer, bu bir açıklama sayılacaktır. D-N açıklamalarda gerekli yasa önermeleri potansiyel olarak sınırsız sayıda olguyu kapsayan, genellemelerdir. Onlar şu türden önermelerdir: "Eğer bir şey metal ise, iletkendir." (Fx--»Gx)J. Bu tür önermelerin potansiyel olarak sınırsız sayıda duruma uygulanabilir olması, her şeyden önce bu önermelerin doğrulanamaz olduklarını gösterir. Bu da, dolayısıyla, doğrulanabilir anlam kuramını anlamsızlaştırır. Pozitivistler D-N açıklamalarda kullanılan dedüktif ilişkiyi, yasa önermelerini anlamlandırmak için de kullanırlar. Onlar, dahası yasalar tarafından açıklanan olguları, yasaların doğruluğunun kanıtı olarak değerlendirirler. Dolayısıyla, yasa önermesindeki öncül önerme belirli bir olguyla doğrulanmış bir önerme olarak değerlendirilir.​
Pozitivistler, bilimsel yasa geliştirme sürecinin, hipotetiko-dedüktif (H-D) yönteme dayandığını ileri sürmüşlerdir. Bu yönteme göre bilim adamları açıklama gerektiren bir olguyla işe başlar, sonra da öndeyi (hipotez) geliştirirler. Bir öndeyi geliştirildikten sonra (unutmayalım ki pozitivistlere göre bir öndeyinin nasıl oluşturulduğu mantıksal bir inceleme konusu değildir) iş artık bu öndeyinin doğru olup olmadığını göstermeye kalır. Eğer öndeyi doğruysa, o olguyu açıklamak için gereken yasayı sağlayacaktır.​
Hem D-N açıklama modeli hem de açıklama için H-D modeli ancak bazı durumlara uygun düşer. Ne var ki, pozitivistlerin kendilerinin de ayırdına vardıkları gibi, her iki model de bazı zorluklarla karşılaşmıştır. D-N açıklama modeli bir olgunun dedüktif açıklanmasında öncüllerden birinin yasa olmasını gerektirir. Pozitivistlerin dayandığı sembolik mantığın araçlarıyla bir önermenin yasaya nasıl dönüştürüleceğini açıklamak zordur. Bir yasa önermesinin şu türden doğru genel bir önerme olması gerektiği açıktır: "Bütün x ler için, x, F ise, x G'dir": [Vx (Fx—>Gx)]. Bununla birlikte, bunun yetersiz olduğu açıktır. Bütün doğru genel önermelerin yasa olduğunu söyleyemeyiz. Örneğin cüzdanımda yalnızca 1 dolar olduğu doğru ise, bu doğru genel bir önerme olacaktır. Bütün x'ler için eğer x cüzdanımda 1 dolar ise, o 1 dolardır. Ama bunun bir yasa olmadığı sezgisel olarak açıktır. Çünkü cüzdanımda I dolar taşımamın tesadüf ya da benim alışkanlığımın dışında bir nedeni olamaz. Yasaların doğru etkin genel önermelerden daha başka bir şey olmaları gerekir. Onların, şeylerin olmak zorunda oldukları sınırlara ilişkin bir şeyler dile getirmesi beklenir.​
Bazı pozitivistler bu tür sorunların üstesinden gelebilmek için, genellikle modal mantık olarak bilinen bir dizi mantık önermişlerdir. Bu türden mantıkta, neyin zorunlu neyin olanaklı olduğunu gösteren operatörler vardır. Carnap ve Reichenbach gibi bazı pozitivistler bu çabayı olabildiğince geliştirmişlerdir. Bununla birlikte, kati pozitivistler doğrulanabilir anlam kuramına olan bağlılıkları nedeniyle modal mantığı kullanmazlar. Dolayısıyla, pozitivistlere açık olan tek kapı, kuramların önermeleri nasıl ele aldığına bakarak yasa önermelerini, salt doğru genellemelerden ayırt etmeye çalışmaktır. Kuramlar tarafından desteklenen genellemelerin daha çok deneysel desteği vardır. Bu bakımdan yeni durumlarda doğru olmaya daha yakındırlar. Burada not edilmesi gereken şey şudur: Bir kuram tarafından açıklanmak, pozitivistlerin yasaları evrensel genellemelerden ayırt edebilmek için başvuracakları tek faktördür.​
Sembolik mantığın kullanımı öndeyi geliştirirken hipotetik-dedüktif çözümleme yapmada da sorunlar çıkarır. Hume, indüktif kanıtın herhangi bir genel iddianın doğruluğunu hiçbir zaman sağlayamayacağını göstermişti. Genel bir iddiaya karşı henüz keşfedilmemiş bir karşı kanıt olması olasılığı her zaman vardır. Ancak pozitivistlerin bir öndeyiyi doğrulayan kanıtları çoğaltarak o öndeyinin doğruluğuna olan güvenimizin artacağını göstermek istediler. Bunun nedeni bellidir: H-D modelinin, öndeyilerin ya da yasaların doğrulukları için kanıt olarak tanıdığı tek araç doğrulanmış kestirimlerde?. Ancak, doğrulayıcı kanıtların belirli bir öndeyiye güvenimizi güçlendireceği varsayımına karşı çok sayıda paradoks geliştirilmiştir.​
Bu paradokslardan bir tanesi, yaygın olarak Kuzgun Paradoksu olarak bilineni şu duruma dayanır:​
Bütün x ler için, x, F ise, x G'dir.​
Yasa önermesi mantıksal olarak şu önermeye eşdeğerdir:​
Bütün x ler için, x, G değilse, x F değildir.​
F kuzgunu, G de siyahı gösterecek olursa "Bütün kuzgunlar siyahtır" yasası (örneğin, "Bütün x'ler için x kuzgunsa, x siyahtır") mantıksa! olarak "Siyah olmayan şey kuzgun değildir" önermesine eşdeğer olacaktır. İlk önermeyi sınamak için H-D modeline göre kuzgunların siyah olup olmadığına bakmak gerekir. Ne kadar çok siyah kuzgun saptarsak, yasa da o kadar çok desteklenmiş olacaktır (siyah olmayan kuzgun görmediğimiz sürece), Ancak, yasa önermesinin eşdeğeri olan önermeye göre yalnızca siyah olmayan şeylere bakıp bu şeylerin kuzgun olmadığını belirten kestirimi sınamamız gerekir. Kuzgun olmadığını saptadığınız her siyah olmayan şey, varsayılan yasayı doğrular. Öyle ki oturduğumuz yerden siyah olmayan şeylerin kuzgun olmadığını göstererek "Bütün kuzgunlar siyahtır" diyen yasayı sınayabiliriz.​
Buna benzer mantıksal tuhaflıklarla karşılaşan pozitivistler, kanıtların öndeyileri nasıl doğrulaması gerektiğiyle ilgili görüşlerini biraz daha yumuşatmaya başladılar, Bu sorunların temelinde pozitivistlerin sembolik mantığa, özellikle de yasaların evrensel genellemeler olduğu düşüncesine bağlılıkları yatıyordu.​
Pozitivistlerin açıklamayı, mantıksal bir çıkarım gibi ele alıp çözümlemelerinin yol açtığı önemli sorunlar vardır. Örneğin, hem D-N modelinde hem de I-S modelinde bir olgunun ortaya çıkması ile o olgunun neden ortaya çıktığının açıklanmasındaki beklentimizi birbirinden ayırt etme olanağımız yoktur. Pozitivist açıklama anlayışına göre, açıklamayı oluşturan öncüller bize yalnızca, belirttikleri olgunun ortaya çıktığına ya da çıkacağına inanmamız için doğru nedenler sağlarlar. Açıklayan öncüller bize o olgunun neden ortaya çıktığını ya da çıkacağını anlatmak zorunda değildir. Ne var ki bir olgunun ortaya çıkmasını beklemek ile o olgunun niçin ortaya çıktığına ilişkin nedensel bir açıklama ortaya koymak aynı şey değildir. Belirtmek gerekir ki, bilimsel yasaların ya da evrensel genellemelerin doğruluğuna ilişkin sorun doğrudan açıklamanın karakteriyle ilgilidir.​
Pozitivist açıklama modeline pek çok eleştiri yöneltilmiştir. Bu eleştiriler, açıklamanın, yasalar ile başlangıç koşullarından çıkarım yapmanın dışında başka bir şey olduğunu ileri sürerler. Buna göre, pozitivistler bilimsel açıklamayı mantıksal bir çıkarım gibi ele alarak ve olgular arasındaki nedensel zorunlu ilişkinin varlığına Hume'un argümanı temeli üzerinde karşı çıkmışlardır. Realistler, özellikle de bilimsel realistler pozitivist D-N açıklama modelini işte bu noktada eleştirirler: Sonucun doğruluğunun öncüllerden zorunlu olarak çıkartılabileceğini göstermek, doğadaki olgular arasında zorunlu bağlantının yerine konamaz, Örneğin, realist bir bakış açısından Rom Harre, D-N açıklama modeliyle yapılan, açıklayanlar ile açıklanan önermeler arasında mantıksal zorunluluk ilişkisi kurmak yerine, olgusal dünyada var olan doğal zorunluluk ilişkilerini bulmak gerektiğini ileri sürer.​
Nedenlerin açıklama olarak değerlendirilmesi kısmen pozitivist çerçevede istatistiksel açıklamaların doyurucu olmamasından kaynaklanır. Daha önce pozitivistlerin D-N modelini bir istatistiksel açıklamada söz konusu durumun olma olasılığını gösteren istatistiksel açıklamayı kullanacak biçimde genelleştirilebileceğini ileri sürdüklerini söylemiştik. Bu yaklaşıma yöneltilen bir itiraz şudur. Bu açıklama biçimi ancak olgunun olma olasılığı 0.5'den büyük olduğunda uygulanabilir. Bize örneğin hayat boyu sigara içmenin kansere yol açtığı türünden görece olarak daha düşük durumları açıklamaya olanak sağlamaz. Bazen amaç düşük olasılıklı durumları açıklamak olabilir. Salmon, açıklamayı nedenlerle özdeşleştirdiğimiz takdirde, bu gibi durumları kolayca açıklayabileceğimizi söyler ve genel olarak bu tür nedenleri bir perdeleme süreci ile özdeşleştirebileceğimizi belirtir. Perdeleme düşüncesini açıklamak için, ışığın kaynağını aradığımız bir durum benzetmesi yapar. Eğer ışığın gelişini engelleyecek yeri bulup perde çekersek, ışığın geldiği yeri belirlemiş oluruz. Genelleştirecek olursak, Salmon'un düşüncesi şöyledir; eğer bir sonucu kesecek bir yol bulursak zincirleme nedeni bulmuş oluruz. Kesintiye uğrattığımız şey nedensel zincirin bir parçası olabilir ve nedensel zinciri üreten kaynağa ulaşabiliriz.​
Perdeleme düşüncesi deterministik durumlarda olduğu kadar olasılık durumlarında da iyi işler. Eğer etki popülasyonun %10'da görülüyor ise, ve biz de nedensel zinciri kesecek bir şey yaparsak, etkinin popülasyondaki oranını azaltabiliriz. Böylelikle başlangıçta popülasyonun %10'nun çektiği hastalığın nedeninin bulabiliriz, Bununla birlikte bu yaklaşım kısmî neden durumuna da uygulanabilir. Eğer yüzdeyi O'a değil de %5'e düşürürsek, hastalığa yol açan nedenlerin hepsini değil de, birini engellediğimizi çıkarabiliriz. Bu gibi durumlarda neler olduğunu tespit etmek için Salmon, istatistiksel ilişki kuramını kullanır. İlişkili olmayan durumlarda, meydana gelen her iki olgunun olma olasılığı, sadece her olgunun olma olasılığının sonucudur (toplamıdır). Her iki olgunun birlikte olma olasılığı, bu olguların ayrı ayrı olması durumunun toplamından yüksek ise, Salmon bu her iki olgunun istatistiksel olarak ilişkili olduğunu söyler. Bu tür bir istatistiksel ilişkiye örnek sigara içme durumudur. Sigara içip, 70 yaşından önce ölme olasılığının, 70 yaşından önce ölme olasılığının sigara içme olasılığını arttırmasından daha yüksektir. Bu gibi durumlarda Salmon bir olgunun diğerinin nedeni olduğunu ya da her iki ikisinin de daha genel bir nedenin sonucu olduğunu söyler. Bir kere genel bir neden durumunun varlığını belirledikten sonra, perdeleme teknikleri gibi teknikler kullanarak bu genel nedeni bulabiliriz.​
Salmon'un açıklamayı ele alışında kayda değer olan nokta şudur; açıklama pozitivistlerin ileri sürdükleri gibi açıklanacak olan olgudan bir önerme çıkarımını gerektirmez. Açıklama kesinlikle yasalar ile olgu önermeleri arasındaki bir ilişki değildir; açıklama, bir olgudan nedensel olarak sorumlu olan şeyi ya da olguyu dile getiren neden sorusunun yanıtıdır. Salmon yalnızca bilim dilini ele alan pozitivist yaklaşıma karşı çıkar. Dünyadaki olguları ve bu olguların etkileşimini göz önüne alır. Salmon'un yaklaşımı nedenselliğe temel bir işlev yükleyerek pozitivist açıklama anlayışından ayrılır. Pozitivist yaklaşımda neden kavramının özel bir konumu yoktur; bir olguyu onun nedenini bilmeseniz de açıklayabilirsiniz. Açıklamada kullanılan bazı yasalar nedensel ilişkileri ifade edebilirler, ancak bu zorunlu değildir. Aslında pozitivistlerin bir kuramın aksiyonıatik yapısının içine gömülü diğer genellemelerden nedensel yasaları ayırt edecek herhangi bir dayanakları yoktur. Salmon süreçleri ele alıp nedensel zinciri kesintiye uğratarak, nedensel ilişkiyi belirler, ve bu nedensel ilişkileri, açıklamalarda temel bir yere koyabileceğimizi ileri sürer.​
D-N açıklama modeline yöneltilen başka bir eleştiri de insanların açıklama aradıkları bağlamlarla ilgilidir, Hem Bromberger hem de Scriven açıklamanın, bir insanın yoksun olduğu bazı bilgileri elde etmek için soru sorduğu zaman, başladığını düşünür. Açıklama sayılacak şey, bir insanın gereksindiği bilgiye dayanır. Örneğin, birisi bir camın neden kırıldığını bilmek isteyebilir. Bu kişi cama bir basket topunun çarptığını bilmiyor olabilir. Bu durumda bu kişiye cama neyin çarptığını söylemek, açıklama için yeterli olacaktır. Başka bağlamda kişi cama bir basket topunun çarptığını biliyor olabilir, ama neden basket topunun cama çarpmasının camın kırılmasına yol açtığım öğrenmek isteyebilir. Dolayısıyla, bu durumda kişi, camın yapısıyla ilgili, neden cama belirli nesneler çarptığında kırıldığını, diğer nesneler çarptığında kırılmadığını açıklayacak, bir bilgi arayışı içinde olacaktır.​
Açıklama sorununu soruyu yanıtlama bağlanıma yerleştirmenin bir nedeni, açıklama yapmanın her zaman eylemle aynı şey olmayabilmesidir. Bir açıklama istemek, farklı bağlamlarda farklı şeyler sormayı gerektirebilir. Bazen açıklama, şeylerin nasıl olduğu konusunda bir bilimsel kuramı ve bilimsel açıklamayı gerektirebilir, ama her zaman değil. Bazen açıklama bilinmeyen bir nedenin belirlenmesini isteyebilir. Bununla birlikte, eleştiriler genel olarak, bir insan bir açıklama istediği zaman, o insanın, olgunun, genel bir yasa ile başlangıç koşulları önermesinden elde edilmiş bir betimlemeye dayanan bir türetime gerek duymayacağını ileri sürerler. Pozitivistlerden kopma tam da bu noktada ortaya çıkar, çünkü pozitivistler, elimizde dedüktif bir yapının olmaması durumunda, bir açıklamanın da yapılamayacağını ileri sürmüşlerdir. Onlar pratikte, bir bilim adamından açıklama istendiğinde bilim adamının dedüktif sistemi bütünüyle gösteremeyeceğini, ancak sistemin bir kısmını ortaya koyabileceğini kabul ederler. Pozitivistler durumun pratikte böyle olmakla birlikte, aslında açıklamanın karakterini açığa çıkarmak için, bütün bir dedüktif sistemi sunmak gerektiğine inanırlar. Bununla birlikte eleştiriler gerekli görülen böyle bir dedüktif sistemin, yeterli bir açıklamada örtük olarak bile gösterilemiyeceğini söyler.​
Bromberger ve Scriven kuramsal açıklamalar için de ayni durumun geçerli olduğunu belirtmişlerdir. Pozitivistlere göre kuramsal bir açıklama, belirli bir yasanın daha temel aksiyomlardan türetildiği aksiyomatik yapının gelişimini kapsar. Hem Bromberger hem de Scriven, istenen kavramsal açıklamanın, aksiyomatik yapıyı gerektirmeyebileceğini ileri sürer. Aslında pek çok durumda böyle bir aksiyomatik yapı üretmek, daha geniş bir açıklamaya engel olacaktır. Açıklama isteyen kişi sunulan aksiyomatik yapının içinde türetim yapmayı becerebilir, ama olguyu halâ anlamamış olabilir. Olguyu bu kişiye açıklamak, söz konusu olgunun bir modelini sunmayı gerektirebilir. Ancak bu yolla kişi, aksiyomatikleştirilmiş kuramdaki denklemle tanılanmış olan farklı etkenlerin birbirleriyle nasıl etkileşim içinde olduğunu görebilir.​
Van Frassen, işte bu çerçeve içinde neden sorusuna ve Bayesci olasılık yorumuna dayanan bir açıklama anlayışı geliştirmiştir. Van Frassen de Hempel gibi açıklamayı salt bir mantıksal çıkarım olarak ele alır. Ancak van Frassen, Hempel'in öncüllerden sonuca varma ilişkisi yerine, Bromberger'i izleyerek sorudan yanıta varma ilişkisi kurar. Onun Soru-Yanıtlama modelinde, açıklamanın yeterliliği, soruyu soran kişinin ilgisiyle belirlenir. Örneğin, bir uçak kazasının açıklanmasını isteyen birisi, kazanın insan hatasından kaynaklandığına inanıyorsa, yalnızca kötü hava koşullarına dayanan bir açıklamayı kabul etmeyecektir. Van Frassen'in açıklama kuramına göre, farklı varsayımlardan hareket eden kişilerin biri için çok iyi sayılabilecek bir açıklama, diğeri için kötü sayılabilir. Van Frassen'in açıklama yaklaşımı, açıklamayı kişinin ilgisiyle sınırlayarak hem öznelci hem de pragmatik bir özellik kazanır.​
Van Frassen'in açıklama modeli, açıklamayı bir iletişim süreci gibi ele alsa da, aslında bu açıklama anlayışında açıklama iki insan arasındaki bir iletişim süreci olarak değil, soru-yanıt arasındaki mantıksal bir ilişki süreci olarak ele alınır. Öte yandan, Peter Achinstein açıklama kavramını gündelik dilin bir parçası olarak ele alan bir yaklaşım ileri sürmüştür. Açıklamayı, Salmon gibi bir anlama işi olarak ele alan Achinstein açıklama edimini, bir insanın belirli biçimlerde belirli soruları yanıtlayarak bir başkasının bir şeyi anlaması olarak tanımlar. Bu bakımdan Achinstein, Salmon'un anlamayı dar nedenselliğe, ve va Frassen'in salt neden sorularının çözümlemesine indirgemesini eleştirir. Achinstein'a göre, gündelik konuşma içerisinde bir şeyi anlamak için kullandığımız kim, ne, nerede, ne zaman gibi pek çok soru çeşidi vardır. Bu tür sorulara yanıt vermek açıklama için yeterli sayılır. Achinstein diğer açıklama yaklaşımları gibi, açıklamanın mantığını göstermeye değil, açıklama sürecinin kendisini betimlemeye çalışmaktadır.​
Achinsten her açıklamanın, soruyu soran kişinin yönlendirmesine bağlı bir göreliliğe sahip olduğunu ileri sürer. Dolayısıyla onun açıklama yaklaşımı da van Frassen'in yaklaşımı gibi pragmatik bir özelliğe sahiptir. Ancak Achinstein, anlamayı, belirli bir içeriğe sahip doğru önermelerin bilgisiyle bir tutarak van Frassen'in yaklaşımındaki öznellikten sakınır. "Evliler bekâr değildir" türünden totolojik önermeleri açıklama olarak kabul etmeyen Achinstein yine, insanın bilişsel olarak kavramasının olanaklı olmadığı, çok büyük ya da çok küçük değerleri içeren önermeleri de açıklama olarak görmez. Örneğin, "Işığın boşluktaki hızı nedir?" sorusuna verilecek, "Saniyede 300 milyon metredir" yanıtı, insanın bu hızı kavrayabilme sınırları dışında olduğundan, açıklama değildir. Ancak bu, ışığın hızının açıklanamayacağı, ya da sorunun açıklama sayılacak bir yanıtının olmadığı anlamına gelmez. Örneğin, ışığın saniyede dünyanın etrafında kaç defa döneceğini söylemekle ışığın hızını bilişsel olarak anlaşılabilir bir biçimde açıklayabiliriz.​
Açıklama konusu yalnızca doğa bilimlerinde değil aynı zamanda tarih, sosyoloji gibi insan ve toplum bilimleri alanlarında da önemli bir tartışma konusu oluşturur. İnsan bilimleri alanında açıklamanın doğası konusunda iki başat görüş vardır. Bir yanda insan bilimlerinde doğa bilimlerindeki açıklama modelinin örnek alınması gerektiğini savunan görüş, diğer yanda da insan bilimlerinin konusu ve nesnesi bakımından doğa bilimlerinden kategorik olarak ayrı olduğunu, dolayısıyla insan bilimlerindeki açıklama biçiminin doğa bilimlerindekinden ayrı olması gerektiğini savunan görüş bulunmaktadır.​
İnsan bilimlerinde doğa bilimlerinin açıklama biçimini savunan yaklaşım, temel olarak D-N modelini (Kapsayıcı Yasa Modelini) önerir. Bu yaklaşıma göre, tarihsel bir olayın açıklanması, evrensel tarihsel genellemeler ya da tarihsel yasalar ile başlangıç koşullarından ya da bilinen tarihsel olaylardan çıkarım yapmak anlamına gelir. Bununla birlikte, tarihsel olayların genel ve evrensel olmayıp, özel ve tekil olmaları nedeniyle D-N modeliyle açıklanamayacakları ileri sürülmüştür. Ancak, tarih ve sosyoloji alanlarında D-N modelini savunanlar, tarihsel olayların tekil ya da özel, hatta biricik bile olmalarının, D-N açıklama modelinin gerektirdiği genel önerme yönünden sorun çıkarmayacağını, zira açıklanacak olay için, açıklayanların içerisinde söz konusu duruma uygulanabilecek belirli olayları belirten önermeleri yasa ya da genel önermeler gibi ele alabileceğimizi ileri sürerler.​
İnsan bilimlerinde D-N açıklama modelinin kullanmasına yöneltilen başka bir eleştiri de, D-N açıklama modelinin tarihçinin ya da sosyologun nesnesine yaklaşımında kaçınılmaz olarak var olan değerleri görmezden geldiğidir. İnsan bilimleri, insan eylemleriyle ilgilendiğinden, bu eylemlerde etkili olan, inanç, yönelim, irâde gibi şeyler D-N açıklama modelinin kapsamı dışında kalır. Genel olarak bu eleştiri, insan eylemlerinin açıklanması ile doğa olaylarının açıklanmasının birbirinden kategorik olarak ayrı olduğunu, insan bilimlerine özgü açıklama yaklaşımlarının doğa bilimlerindekinden hem rasyonalite bakımından hem de yöntem bakımından farklılık gösterdiğini dile getirir.​
P. Achinstein, The Nature of Explanation, New York, Oxford University Press, 1983.​
S. Bromberger, "Why-Questions,'' In Baruch A. Brody(ed-), Readings in the Philosophy of Science, pp. 66-84. Englewood Cliffs, Prentice Hali, Inc., 1966.​
R. I-Iarre, Varieties of Scientific Thinking, Oxford, Blackwell, 1986.​
G. C. Hempel, Aspects of Scientific Explanation and other Essays in the Philosophy of Science, New York, Free Press, 1965.​
C. G. Hempel P. Oppenheim, "Studies in the Logic of Explanation," in B. A. Brody, Readings in the Philosophy of Science. Englewood Cliffs, N.J., Prentice Hali, 1970, pp. 8-38.​
W. . Salmon, Four Decades of Scientific Explanation, Minneapolis, University of Minnesota Press, 1990.​
M. Scriven, "Explanation and Prediction in Evolutionary Theory", Science, 130(1959), pp. 477-482.​
C. van Fraassen, The Scientific Image. Oxford, Clarendon Press, 1980.​
Ayrıca bkz., AlTİON, ANLAMA, ANTİPOZITİVİZM, BİLİM FELSEFESİ, BİLİM FELSEFESİNİN PROBLEMLERİ, BİLİMSEL REALİZM, HEMPEL, HUME, KAPSAYICI YASA MODELİ, METODOLOJİ, SOSYAL BİLİMLER FELSEFESİ.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst